Asko Acısı – Ziza Rumas

Sürülerin ağıllarda toplandığı vakitlerde üç çoban, üç köyün kesişimindeki ziyaret tepesinde buluşurlardı. Günlerden Kurban bayramının ilk günüydü. Her bayram olduğu gibi üç çoban sözleştikleri dorukta bir araya geleceklerdi. İki çoban köpeğiyle, Mirza ise her zamanki gibi arkasında Asko ile çıkagelmişti. Komşu iki köyün çobanları olan dostları sürülerinin terbiyecisi köpeklerinin maharetleriyle övünürken Mirza ise tekesi Asko’dan hikâyeler anlatıp duruyordu.

***

“Bir hafta kadar önce hanımı Zemzema, tandır ekmeğinin üzerine bahçeden topladığı biber ve domatesleri koyup ortalarına da biraz örgü peynir yerleştirerek Mirza’nın azığını hazırladı. Mirza ağıllardan topladığı sürüyü köyün meydanına toplamış, başlarında da Asko’yu bekçi bırakarak evinin avlusuna girdi. Kapılarının topraktan eşiğine bırakılmış azık çantasını omzuna atıp arkasını döndüğünde Asko’nun sürüyü bırakıp peşine takıldığını gördü. Bunun üzerine sinirlenerek, “Ben sana demedim mi sürünün başından ayrılma!” deyip avludan hızlıca çıkıp sürüye doğru yöneldi.

En önde Mirza yürüyor, arkasında ise tekesi Asko ile beraber sürü onları takip ediyordu. Dağın doruğuna ulaştıklarında saat öğle sıcağına ermişti. Sürü, kayaların dibinde biten otları yemeyle meşgulken Mirza etrafı kolaçan etmek niyetiyle oturduğu taşın üzerinden kalkıp yürümeye başladı. O esnada tekesi Asko da peşine verdi her zamanki gibi. Biraz ilerleyince acıktığını hissedip elini gelişigüzel sırtındaki azık çantasının içine daldırdı. Eline gelen domatesi alıp yemeye başladı. Domatesin iki kutbunu birleştiren orta kısmına varınca ekşiliğinden rahatsızlık duyup arkasına doğru kalan kısmını fırlattı. Onu takip eden Asko hemen üzerine atılıp domatesin kalan kısmını güzelce midesine indiriverdi.

Elini tekrar çantasına daldırıp çıkardı. Bu sefer eline ateşten kırmızı rengiyle sivrice bir birer gelmişti. Ucundan büyükçe bir ısırık aldığı gibi ağzının içini bir ateş sardı. Biberin acısından başını hararet alınca hiddetle arkasına doğru fırlattı. Gökten inecek rızkını bekler gibi Mirza’yı kollayan Asko hemen öne atılarak biberi ağzına alıp çiğnemeye başladı, kısa bir süre sonra da yuttu. Olacaklardan bihaber ayran testisini başına diken Mirza, ağzının acısını dindirmeye çabalarken ardından gelen homurtuyla arkasına döndü. Bir de baktı ki Asko tuhaf sesler çıkararak ağzını sağlı sollu taşa-toprağa sürterek sekerata durmuş kurbanlık misali etrafında dönerek debeleniyor. “Ne oldu Asko, neden böyle yapıyorsun?” diye merakla ona doğru yönelince Asko bir anda uçmayı beceremeyen kanadı kırık çekirge misali sekmeye; ardından aniden başını alıp dağın doruğunun doruğuna yönelerek hızlıca koşmaya başladı. Koşarken yatağına oturmaya yola çıkmış nehir misali bir sağa bir sola yalpalayarak arada bir de ağzını yere vurmak suretiyle süratle koşuyordu. Mirza ise, “Askoooo, Askoooo!” diye haykırarak ona yetişmeye çabalıyordu. Doruğun en ucundaki kayanın üzerine çıkan Asko, arka ayaklarının üzerinde ayağa kalkıp başını göğe uzatarak Tanrı’ya yakarıyormuşçasına Tekece “Allah’ım! Kurtar beni bu acıdan!” mealinde “Hübüğ! Pığ büğ tığ püğü!” diyerek haykırmaya başladı.

Birkaç dakika sonra Mirza yanına varmış, ona olanın tekesinin başına da geldiğini anlayarak Asko’nun başını sinesine dayayıp ağzına ayran testisini dayadı. Ayranın dindirici etkisiyle çektiği acısı hafiften dinmesine dinmişti ama babasının sinesinden koparılmış çocuk masumiyetinde gözlerinden damla damla yaşlar akıyordu. Mirza acısını dindirme gayesiyle başını iyice sinesine dayayıp, ‘Ah Askooo! Ben sana demedim mi her önüne atılana atılıp da yeme! Bak başına neler getirdin. Sana bir şey olsaydı ben ne yapardım kuzum?’ diyerek onunla birlikte gözyaşı döktü.”

***

Mirza, başlarına gelen bu olayı anlatınca diğer iki çoban bir yandan kahkahayla gülüyor bir yandan da gözleri Asko’ya her takıldığında üzülmeden edemiyorlardı. Çoban köpekleri, oturdukları yerde Mirza’yı dinlemiş iki çocuk misali hikâyenin dramasına ortak olmak istercesine yerlerinden kalkıp Asko’nun ağzını burnunu koklayarak ona teselli busesi konduruyorlardı.

Derken tepenin yamacından onlara doğru üç kişinin burunlarından sinir soluyarak geldiklerini gördüler. Çobanlardan biri, “İmam efendiyle Asko’nun sahibi ağa geliyor.” dedi. Telaşla ayaklanıp yanlarına varmalarını beklediler.

İmam efendi önde, ağa ardında, en geride de ağanın uşağı çıkageldiler. İmam efendi huşu içinde ellerini namaza durur misali iki karpuz büyüklüğündeki göbeğine gemleyip bağlayarak karşılarında sessizce durdu. Ağa, “Sabahtan beri sizi arıyoruz be deyyuslar! Yine burda toplanıp ne haltlar çeviriyorsunuz? Mirza! Tekemi yine peşine takıp ne diye sürümden ayırırsın! Uşak! Tut başından da gidelim.” diye söylenip emri verince Mirza, “Nereye götürüyorsunuz Askomu ağam?” diye sorunca Ağa da, “Nereye olacak be kitapsızlar, bugün Kurban Bayramı ve imam efendiye bu yılın zekâtı olarak tekemi veriyorum. O da Allah yoluna adayarak kesecek! Hem nerden senin oluyormuş?” dedi. Yaşadığı şoku atlatmaya gayret sarf etme fırsatı bulmadan öne atlayan Mirza, “Yapmayın ağam, onu nasıl kestirirsiniz, onun ne suçu var?” dedikten sonra imam efendiye dönerek, “Hocaefendi, sen de biliyorsun ki miden bayram edecek diye sesini çıkarmıyorsun. Hani bize, “Bu bayram Gureba bayramıdır, garibanlarla yardımlaşma dayanışma günüdür. Medine’deki Yahudiler bile peygamberi kurban kesmemekle eleştiriyorlardı. Onu inkâr ediyorlardı.” diye anlattıklarını ne çabuk unuttun! Ne oldu da şimdi bize anlattıklarınla yaptıkların birbirine ters düşüyor. Hangi sana inanalım söyler misin? Hani bize sürekli söylediğin, “Etleri de kanları da Biz’e ulaşmaz, ancak iyi amelleriniz ulaşır.” sözünü ne çabuk unuttun!

Bunun üzerine imam, “Ey çoban parçası, söylediklerine dikkat et, Allah’ın emrini inkâr edip şimdi de kendini bana tekfir mi ettireceksin? Haddini bil, karşında kimin durduğunun erkân ve adabına uygun davran!” deyince Mirza, “Bizi nasıl küçük görürsün, temsil ettiğini sandığın peygamber de çobandı. Soru sormaya, sorgulamaya kızmaz, bilakis teşvik ederdi. Şimdi karşıma çıkmış kendini Allah’ın elçisinden üstün görüp böbürleniyorsun!” dedi. Ağa dayanamayıp araya girerek, “Kes sesini, karşında ilmiyle bir âlim duruyor, saygıda kusur mu ediyorsun? Seni kovarım köyden, dağlara taşlara da sığınmana müsaade etmem bunu bilesin!” dedi.

***

Kurban kervanı yola düzülmüş köye doğru seğirtirken Mirza dizlerinin üstüne çökmüş Asko’nun ardından bakarak gözyaşı döküyordu. İki çoban donmuş vaziyette yerlerinde öylece bakakalmış, köpekleri ise olacakları biliyormuşçasına Asko’nun peşinden acı acı havlıyorlardı.

Asko kurban verilmiş, yıllık katık edilmiş, çobanlar ise toprak damlarının altında onları akşama erdirdiği; sofralarına rızkını indirdiği için yaradana şükrediyorlardı. Mirza, Asko’yu hatırlattığından dolayı, o günden sonra biberlerin yüzüne dahi bakmadı. Urfa’nın medar-ı meşhuru olan acı biberinden ötürü İbrahim dedesinin ateşe nişan tutulduğu kente küs kalarak bu dünyadan aynı yıl sonsuzluğa hicret etti. Ve böylece dünya düzlüğünde divane düzen deminde deveran eylemiş.

***

Görsel: İfigenya’nın Kurban Edilişi (M.Ö. IV. Yüzyıl), Pompeii

Bunu paylaş: