Aşı mı Şaşı mı? – Ziza Rumas

‘Keşke önce içmeye bir ayranımız olaydı’, başkasının bahçesindeki kuyunun suyunun suyuna mı kalacaktık?

Ah keşke önce ana dilimizi nezaket nizamnamesiyle şakıyarak edep-erkânla dal-budak bağlansaydık hayata, sonrasında yazım kaidelerinin katlanırlığıyla uyumlu yazabildiğimiz bir dilimiz de olurdu. Yoksa neden sahipsiz bırakılmış şu diyarda, damımızın işgallenmiş toprağını vatan belleyen başkasının kargasının lehçesinin şivesine kalacaktık?

Artık günlüğüm, anı albümüm, not defterim, kütüphanem olan ve de arada bir akıllı bilgeliğinden bilginin yükünü kaldıramayıp kasılarak tasalanan telefonuma kaydettiğim ve günde birkaç kez bakadurduğum yukarıdaki haber görselinin yanlış yazımına mı yansam aşısız kalışımıza mı diye düşünürken içeriden, “Hastaneye gidelim, iyi değilim!” diyen bir haykırışla hayal âleminden uyandım gecenin saat üçünde.

Henüz dünyaya gözlerini açmamış oğluşumun annesini kusma krizlerine tutuşturduğu akşamın gecesinin sonunun acil koridorlarına çıkacağını nerden bilebilirdim. 

Kentsizliğime kent yitikliğiyle bakınan şu şehir, kederinde kavrulmuş ıssızca şafağın sökmesini bekleyedururken aklımla gözleri, geride bıraktığım kitabımın 128. sayfasının ak satır labirentlerinde kaybolup kararmış, haber görselinin gamsızlığıyla gamlanmış vaziyette uykulu ferimle acil kapısına park ettim coğrafyasızlığım, mekânsızlığımla aracımı. 

Ve dakikalar sonra hasta refakati işleviyle bekliyorum yeşil kadife kumaşlı sandalyenin üstünde oturmuş vaziyette. Saat sabahın 04.14’ü. Bir de baktım ki bir teyze oğluyla beraber müşahede odasına girdi. Sağ taraftaki karşı yatağa yatırdılar teyzeyi. Önce iğne yaptılar, yüksek tansiyon hastası olduğunu söylenip durdu. Sonra dünya dertlerinden dert yakındı benle hemşireye. Oğlunu geri dönülmez gurbete süren gelininin yüreğini nasıl yaktığını, evladından nasıl ettiğini anlatıp yanaklarından yaşlar akıttı yer çekimi istikametinde. Yanındaki diğer oğlu, hastalandığında bir kat daha nazlı olmasından yakınıp durdu. Annesi adını ilk defa duyduğum ve burada yazamayacak kadar Latince cahili olduğum birkaç hastalığı barındırıyor bünyesinde. Onlardan ikisi son zamanlarda mustaribi olduğumuz sosyal mesafe ve hijyen. Kimseyi yaklaştırmıyor kendisine, oğluna sürekli, “Elini yıka, sürme elini oraya buraya!” deyip duruyor. Arada bir geğirme geliyor teyzeye, solumda solan hastamın akşamdan kalma nöbetleri nüksediyor. Bense sağa mı yoksa sola mı aklımı ağartıp bir çare bulsam diye donmuş vaziyette duruyorum öylece. 

Bir anlık kendini gösteren kısa süreli sessizliği bahane belleyip teyzenin gözlerine baktım, teyze şaşı. Oğlunun yüzüne ilişti gözüm, oğlu şaşı. Hemşire geldi tansiyon ölçmeye, onun da yüzüne takıldı gözüm, hemşire de şaşı. Gri iş kıyafetiyle hizmetli çöpleri toplamak üzere içeri girdi, onun da yüzüne bakayım dedim, hizmetli de şaşı. Başımı önüme eğip iki elimin arasına aldım, “Allah’ım ne oluyor bana?” dedim kendi kendime. Soluma bakmaya, taburcu olunca benimle aynı mekâna hânelenecek hastama bakmaya korktum, yoksa o da mı şaşı çıkacak diye! Bakamadım hiçbir yere birkaç dakika. Yoksa iki gündür uyuyamadığımdan ben mi şaşı görüyorum herkesi diye aklımda hayali kurtuluş kurgusu kurarken nöbetçi doktor yatan hastalarımızı kontrole geldi. Teyzeye aşı oldunuz mu diye sorunca, “Aşı mı!” diye sertçe çıkıştı. Oğluna sordu, o da aynı sorgulu cevabı verdi. Doktor, verdiği ilaçların yapamadığı yatıştırıcı etkiyi sözleriyle yapabilmenin umuduyla sisteme sitemli gönderme sohbetine başladı. Veryansınından hemşire ile hizmetlinin de henüz aşı olamadıklarını öğrendim. Sonra kendimi bütün bunların dışında bir tiyatro seyircisi gibi hissedince orada olduğumu fark etmeyişlerine de sevinmedim değil. Sevindim. Doktorun şaşı olmayışına da…

“Aşı mı şaşı mı, aşı mı şaşı mı?” diye kafamın üstüne uğultular konunca anladım ki aklım ağrısından aklanmadığıyla kalakalacak.

Sabahın beşi, yatağıma vardım. Sekiz kırkta aşı olmamış öğrencilerimle aşı olamamış vaziyette işleyeceğim Drama dersim var. Gel de uyu! Zaten öteden beri yaşantımın kayıt defteri bir dramdan doğma dramanın deli haliyle dolu değil mi ki. Boş ver bu iç karartıcı kara çalmaları Ziza! Hele şu sabahın da bir sabahı olsun, öğrencilerimin de şaşılığını kontrol etmem lazım diye kendime ödevlendirip gözlerimi de onlara baktıracağım. Hah işte oldu, şimdi uyuyabilirim! Zira uyanır uyanmaz yeni bir şeyler öğreneceğimin heyecanını şimdi içime işleyebildim.

Hadi iyi uykular size, anca uyutabileceğim uykusuzluğum, aşısızlığım, kim bilir belki de şaşılığım…

***

Resim: Asi Meleklerin Düşüşü (1562) – Pieter Bruegel

Fotoğraf: https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/turkiyenin-hibe-ettigi-150-bin-doz-kovid-19-asisi-libyaya-ulasti/2208646

Bunu paylaş: