Vaveyley – Ziza Rumas

Tavuklarla horozların tanrısına

tanı koyma kırılganlığım.

Validemin vaveyley nidalarının nedenselliği üzerine kafa yormaya gerek yoktu çoğu zaman. Gelecekçe henüz ne olacağımızın belirsizliğindeyken, bize dönmezlik âdetince rahmete erişip hepimizi yalnız bıraktıktan sonra bile olumsuz olguların haberci haykırışı her daim kulağımda yankılanır, canlıca gür halini özler dururdum.

Bir kaç düzine yeğenle iki odalı hanedeki yaşam yarışı zarfımızdayken, henüz yeni yürümeye başlamış bebelerimizden birinin merdivenin ilk basamağında dengesini kaybedip son basamağı boylaması süresince vaveyleler ardı sıra yankılanırdı validemin dudaklarının arasından. Hepimiz koşup çocuğu yerden almaya yeltenirken, bebenin kendisi haminnesinin haykırışının niteliğinin ancak ölümle eşdeğer olabileceği bir olgunlukla olduğu yerde ağlamadan uzanırdı. Sekizinci basamağın dış kapımızın arkasında kalan düzlüğünde, büyük bir savaştan yenik ama başı dik çıkmış bir emir eri olgunluğuyla karşılardı bizi. Hepimiz valideme dönüp “Ödünü kopardın çocuğun! Ağlamasını askıya aldıracak kadar mı bağırılır!” serzenişinde bulunurken, o ise: “Her olanla, alamadığına ağlamasınlar zaten sizin gibi!” diyerek küçükken ona çektirdiğimiz çilelerin faturasını tek cümlesiyle kesiyordu, biz bir bütün kardeş, yeğen ve yenge sıfatındakilere.

Beş yüz elli beş metre karelik birkaç meyve ağacının aralarına serpiştirilmiş sebze dikim bahçemizin bakımı için her gittiğinde, başıboş sokak gezginleri yaşıtlarım arasında argo sözlüğüne aşinalığıma engel olma gayesiyle ve bir şeftali veririm vaadiyle beni de yanında götürdüğü günlerden bir gün, henüz olgunlaşmamış armut ağacının altında sararıp yumuşayacak armut özlemiyle şeftalimi bitirmek istemezce ısırırken, kulağıma koşar adım gelen vaveyley haykırışıyla irkilerek valideme doğru bakındım. Kızıla kaçan tüy rengiyle bahçe komşumuzun anaç tavuğu vaveyley senfonisine katılma arzusu gösterircesine ka-ka-ka-ka hecelemesine paralel pır-pır-pır-pır kanat silkelemesiyle bir savaş uçağı hiddetince yerden havalanarak kaçıyordu.

Bir sonraki yılın erzakı niyetine büyümeye bırakılan patlıcanların içindeki tohuma merak sararak yeme isteğine yeltenen tavukcağız, tohumların ağırlığından ve aşağıya doğru doluşmalarından ötürü güney kutupları şişkinleşmiş yerlerinden gagasıyla delik deşik ederek patlıcanların karınlarını yarmıştı. Validemin yan bahçedekilere tavuklarını şikâyet edip serzenişte bulunduğu günün ardından birkaç gün sonra, şefkatini şeftali yumuşaklığında yaşadığım validemle tekrar bahçemizdeydik. Güneşin öğlen selamına durduğu zaman diliminde, elinde bir yemek tabağı ve üzerine kapak niyetine bırakılmış tandır ekmeğiyle beraber, komşumuz yanımıza çıkageldi. Şeftali ağacının gölgesinde bize öğlen yemeği getirmekle yetinmeyerek, sanki vaftiz törenine katılmışçasına kendisinden kaynaklı hataları sıralayarak adeta günah çıkarıyordu. Validemin teselli çabaları esnasında tandır ekmeğini tabağın üzerinden kaldırıp pişirdiği karnıyarığın karnını elindeki çatalla bir kez daha deşerek içindeki tavuk parçalarını gösterdi. İkimiz bakınıp hadi yiyelim edimine kavuşmayı beklerken, komşu Teyze: “O gün tohumluklarınızı yararak zarar veren şıllık kızıllı tavuğumuzdan yiyin. Kimin başına ne geldiyse meraktan geldi! Patlıcanların içini mi merak ediyordun? Al sana! Tam içine girdin de ne oldu? Akılsız horozlar da: ‘Vadedilmiş vaktin dışında ötsem acaba insanlar ne yapar?’ meraklarının encamında sahiplerinin körde kavrulmuş bıçaklarıyla ne yaptıklarını gördüler de ders alıp akıllanmadılar! afiyetle yiyin.” deyince, o an ölmüş olan gariban tavuğun kaçışı ve uçuşu görüntüsü gözlerimin ferinde bitmek bilmeyen bir sanrı siluetinde canlanıverdi. Tabağın başından hızlıca kalkıp bahçe girişindeki maydanoz kümesine doğru yürüdüm. Bütün çağırmalarına rağmen kemirgen açlığıma: “Aç değilim! Yemiyorum.” fermanını kabul ettirip, kırılganlığımı maydanozların ince gövdelerini okşayarak teselliye yeltendim. 

Yıllar ve yollar sonra vaveyley nidasının gölgesinde canlı ama bir o kadar da ölümü bekleyen kutup soğukluğundaki o çocuksu bakışı ve patlıcana yem olmuş ölü tavuğun uçuşu hisse kaldı. Çocuklar haminnelerinden acıya karşı dimdik durmayı ayaklanır ayaklanmaz öğrendiler. Tavuklar ve de horozlarsa elimizce çizilmiş kaderlerine yenildiler.

***

Görsel: Spartacus II (2015) – Mehmet Resul Kaçar

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi134

Bunu paylaş: