Dirimbilim Günlüğü: Loreley, Depeche Mode, Jaws, Gelgit Bekçisi

Bu haftaki günlüğümüze, geçen sayımızda yer vermeyi unuttuğumuz güzel bir notla başlıyoruz;

10 Temmuz

Loreley, Almanya

Ren nehrinin en meşhur yerindeyiz, ismi Loreley. Burası gerçekten çok güzel. Nehrin ortasında kale var. Nehrin en derin ve en tehlikeli bölümü de burada. Eskiden çok gemiler batmış burada. Loreley isminde çok güzel, sarışın bir kızın kayaların üzerinde oturup göz kamaştırıcı güzelliği ile gemicilerin ilgisini çekip batmalarına sebep olduğu hikayesi nedeniyle bu çevre Loreley olarak tanınıyor. Tabiatı mükemmel ama ne yazık ki kuşlar, böcekler burada da %75 azalmış. Kuş sesleri gelmesine rağmen bu durum yine de çok belli oluyor.

Fotoğraf: Nil Sönmez
Tavuskelebeği. Fotoğraf: Nil Sönmez
Bir tür güve. Fotoğraf: Nil Sönmez

Nilgün Sönmez

30 Temmuz

Burhaniye

Geçtiğimiz yaza göre umut verici şekilde azaldığını gözledim ama kumsal yine de çöp dolu. Hele bir avuç kumda bile onlarsız olamadığımız sigara izmaritleri…İnsanların her gün uzun vakit geçirdiği, bulunmaktan zevk aldığı bir yeri böyle kirletmesini anlamak mümkün değil. Ancak anlamanın mümkün olmadığı bir konu daha var. İnsanlar çöplerini atmak isteseler de yeterli sayıda çöp kovası bulamıyorlar. Geri dönüşüm konusunda bile hassas insanlar ise bu özel kovalar da gerektiği gibi kullanılmadığı için ne yapacağını şaşırıyor. Kaldı ki çok sayıda geri dönüşüm kovası olsa bile bu çöplerin sonuçta nereye gittiğini de bilmiyoruz. Acaba geri dönüştürülüyorlar mı? Çöplerimize sahip çıkmak için yapmamız gereken ne çok şey var. Hem en tepeden hem de en alttan ilerleyecek, çabalayacak gücü de benzersiz bir dünya olan denizden almak gerekiyor sanırım.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

31 Temmuz

Burhaniye

Uzun süre derinde yüzdükten sonra kuma basmak ne ilginç bir duygu. Astronotları getiriyor akla.

Özgür Keşaplı Didrickson

1 Ağustos

Burhaniye

Ne zamandır Depeche Mode dinlememiştim. İyi oluyor böyle, insan iyi uçuyor. Bir sürü canlı kayıtlarını, konserlerini de izledim. Ben ille aramam, sade bir sahne eksik gelmez ama sahne ışıkları ve özellikle arkada dönen videolar da çok etkiledi beni. Müziği video eşliğinde pek dinlemediğim için kaçırdıklarım dahil bazı video kliplerine de göz attım. O zaman müzik kariyerlerinde görsel sanatın öneminin farkına vardım, ki zaten zamanında da Dave Gahan‘ın deniz kıyısında, buzulların tepesinde kral kıyafetiyle dolaştığı “Enjoy the Silence” klibinin çok ilginç olduğunu düşünmüştüm. Uzun süredir Hollandalı fotoğrafçı ve yönetmen Anton Corbijin‘le çalışıyorlarmış. Nirvana‘nın sevip sevmemekte kararsız kaldığım “Heart-Shaped Box” klibini de o çekmiş. Biraz içimi daraltır o klip ama gelincik kırmızısı ve karga siyahını ilginç bir formülle birleştirmiş yaratıcılığına da şapka çıkarmıştım elbette. Yine Corbijin imzası mı taşıyor bilmiyorum ama Depeche Mode’un  Barcelona konserinde dönen videoda kuzgunun kullanımı da etkiledi beni.  Konserin 4. şarkısı olan”Walking in My Shoes” sırasında (16.dakikadan itibaren) çıkıyor kuzgun. Sonra bu şarkının klibine de baktım. Orada beliren kuşları görür görmez keratinle ilgili bir hastalık nedeniyle kuşların gagalarının deforme oluşu geldi aklıma. İyi ki klip bu bilim kaynaklı bilgiyi de deforme edecek güçte!

Özgür Keşaplı Didrickson

5 Ağustos

Burhaniye

Bir orkanın ölmüş yavrusunu 10 günden fazla başının üzerinde taşıması, suya bırakmaması doğallıkla insanları çok duygulandırmış. Lori Christopher isimli ressamın bu olaydan esinlenerek yaptığı bu resim binlerce kez paylaşılmış.

https://www.cbc.ca/news/canada/british-columbia/killer-whale-dead-calf-1.4774220

Ben de bu vesile ile kimi türlerde görülen, insanlardaki “yas” davranışına benzer bu ilginç olayla ilgili kapsamlı bir yazımı paylaşmak isterim. “Yunuslar ve Ölüm” başlıklı yazımı, sevgili dostum Gevher Gökçe‘nin MSGSÜ’deki “Ölüm, Sanat ve Mekân” dersi kapsamında düzenlenen sempozyumun ikincisi için hazırlamıştım.

Yunuslar ve ölüm

Özgür Keşaplı Didrickson

7 Ağustos

Trabzon, Çaykara, Lustra Yaylası

Her sabah aynı, ıslak…Yapraklarda toplanan damlaları içebilir insan.

Fotoğraf: Yasin Gündoğan

Yasin Gündoğan

Burhaniye

Annem bugün çok güzel bir kelebeğin ve hangi türe ait olduğundan emin olamadığımız (ağustos böceği olduğunu düşündük) bir böceğin geride bıraktığı kabuğun fotoğrafını çekmiş. Kelebeğin türünü bulmak için rehber kitaplara yeterli derinlikte dalamadım ama sanırım “Çokgözlü”lerden birisi. Trakel.org adresinden yararlanarak siz bulursunuz belki.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

8 Ağustos

Burhaniye

Teyzem ve torunu- 4 yaşındaki Çınar Ege- bizimle kalıyor bir süredir. Üzerinde deniz canlıları olan bir sürü giysisi varmış meğer, çok hoşuma gitti. Bir gün üzerinde bir sürü köpekbalığı olan bir tişört giydi. Bununla ilgili laf attığımda bana “atlaya, atlaya giderler. Onlar çok mutlulardır” dedi. Ne güzel, zamanında bilgisiz insanların köpekbalıklarıyla ilgili yarattığı kötü algıyı en güçlü çocuklar siler elbette.

Jaws filminin (1975) National Geographic ve Stanford Üniversitesi’nin işbirliğinde yapıldığını biliyor muydunuz?

Köpekbalıklarına, hem etkisi hala süren olumsuz toplum algısı yaratarak, hem de doğrudan katliamlarına önayak olarak inanılmaz zarar verenler arasında bu 2 ismin yer aldığını görünce çok şaşırmıştım.

“Katil Balina” olarak bilinen orka balinalarında da benzer bir durum yaşanmış. 1973 gibi yakın bir tarihte bile ABD donanması dalış rehberinde onlardan “her fırsatta insanlara saldıracaktır” diye söz edilmiş.  Oysa o topraklarda yaşayan sayısız Amerikan yerli kültüründe bu hayvanlara saygı duyuluyormuş. Örneğin eşimin ait olduğu Tlingit kabilesinin öykülerinde, desenlerinde de vardır köpekbalığı ve orkalar. Kimi klanların ismi de onlardan gelir. Sorunun kaynağında bilgisizliğin yanısıra yerli kültürlerinin aşağılanmasının yatması durumu daha da kabul edilemez kılıyor.

Tlingit sanatında yapılan desenleri anlamak için bu sanata aşina olmak gerekiyor. Aşağıya fotoğrafını ekleyeceğim, eşim tarafından elle oyulmuş bilezikte orkanın dişlerini ve onların üzerinde, her 2 yanda bulunan gözlerini seçebilirsiniz. Dişlerin ortasından yukarıya giderseniz burun deliğini temsil eden burnu (küçük göçük) da ayırt edebilirsiniz.

Orka desenli bilezik. Sanatçı: Jno Didrickson

Köpekbalıklarına karşı beslenen, elbette kökeninde korku gibi güçlü bir duygunun da yattığı nefret ya da sevgisizlik tüm dünyada bir şekilde devam ediyor olsa gerek. Elbette Jaws filmi öncesine uzanan bir korku ve sevgisizlik bu. O döneme ait, çok ilginç bir kitapta da kanıtlarını buldum bu durumun. Redhouse yayınları tarafından 1974’te yayımlanan “Doğa Bilimleri Dizisi 1” isimli kitabın balıklarla ilgili bölümünü Koray Güney yazmış. Köpekbalıkları “denizlerimizin canavarları” olarak sunulmuş. Köpekbalıklarını teşhir eden balıkçının “Gel de insan yiyen canavarı gör” diyerek insanları çağırması da aktarılmış. Metinde ayrıca onlardan “bu sevimsiz yaratıklar” olarak söz edilmiş ne yazık ki. Eski kitaplar dönemin bakış açısını göstermesi açısından çok önemli kaynaklar. Bu kitap hem bu açıdan ilginç hem de köpekbalığı konusu dışında aslında genel olarak deniz sevgisi taşıyor. İleriki günlüklerde bu kitapta okuduğum, daha önce hiç duymadığım bilgileri de paylaşmalıyım.

Özgür Keşaplı Didrickson

9 Ağustos

Pelitköy

Dubalar ve ince uzun iskelelerimiz vardı eskiden ve dubaya yüzer atlardık keyifle. Ben bu gördüğümü sevemedim.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Perihan Keşaplı

Annem haklı, denizi ticari alana çeviren, yetmezmiş gibi kimi zaman çocukluğa uzanan manzarayı kesen bu yapıları ben de hiç sevmiyorum. Burhaniye’deki İskele mahallesine de bir tane yaptılar, insan gerisi gelecek diye çok korkuyor. İskele’deki; darlığı, çarpık çurpuk oluşuyla çok sevdiğim tahta iskele gibi denize selam edenleri de yıkacaklar diye ödüm kopuyor.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

10 Ağustos

Pelitköy sahili

Bugün deniz çok dalgalıydı. Yüzmeye giderken, köpük köpük denize tepeden baktığımız bir an annem yeğenim Rüzgâr’a, biz eskiden böyle dalgalı günlerde “denizde koyunlar var” dediklerini söyledi. Hiç duymamıştım, ne komikmiş. Sonra öğrendim ki kız kardeşim biliyormuş meğer, e ben böyle komik bir şeyi nasıl unutmuşum ki?

Yeğenim Rüzgârla şnorkellerimizi taktık ama sular bulanık, bir şey görmüyoruz. Ben şnorkeli çıkardım başımdan ama Rüzgâr astronot başlığını andıran o yeni tip şnorkelini başından çıkarmıyor bir türlü. Neden çıkarmadığını soruyorum ama yanıtını bir türlü anlamıyorum. Kafasındakini çıkarmamakta ısrar ediyor, ben ısrarla ne dediğini anlamıyorum, tahmin bile edemiyorum. İçinde bol “u” geçtiğini anlıyorum yalnızca. Gülüşüyoruz uzun süre, sonra şnorkeli çıkarıyor. “Umutla bakıyorum” diyormuş meğer! Söylediği çok hoşuma gitti ama gerçekten tahmin etmem pek de olası değilmiş. Ne bileyim “bir balık var, değişik bir midye gördüm” gibi bir şeyler söylemesini beklerdim ancak. Bu komik an neşelendirmeye yetti bizi ama meğer bir sürpriz bekliyormuş bizi, meğer yeğenimin bir balık bile görmemesi yunus dostlarımızı etkilemiş. Denizden çıktıktan bir süre sonra kıyıda otururken sıçrayan bir yunus gördüm. Rüzgâr’la yerimizden sıçradık, iyi ki yunus da yeniden sıçradı çünkü ilkini Rüzgâr görmemişti. Çok keyiflendik. Yunuslarla konuşmuş gibi olunca insan nasıl keyiflenmesin?

Afalina türü yunus. Fotoğraf: Gregory “Slobirdr” Smith

Eve dönünce 2 kilo börülce ayıkladık anneannemle. Börülceye bayılıyoruz. Kalabalık olduğumuz bugünlerde daha çok alıyoruz, ayıkla ayıkla bitmiyor. Hep düşünürüm, örneğin hazıra çok alışmış olan Amerikalıların pek azı yapardı bunu. Yaz sebzesi olduğu için bu uzun işi ferah, güzel manzaralı bir yerde (bir kere deniz kenarında ayıklamıştık, tavsiye ederiz) ve mümkünse sohbet edecek biriyle yapmanın keyfi ayrı; hatta bu başlı başına, yaşatmamız gereken özgün bir kültür örneği değil mi? Bugün anneannem “eskiden börülce satılmazdı, insanlar birbirine dağıtırdı topladığını” dedi. Mahallelerinde özellikle fakirlere böyle sebze, meyve verildiğini söyledi. Artık her yer bize bir şey satmak isteyenlerle dolu.  Beslenmek de çok farklı bir hâl aldı. Her yer yeme-içme mekânlarıyla doldu. Yediğimiz sebzenin, balığın nerden toplandığını, nerden avlandığını bilmiyoruz. Beslenmek kadar temel bir gereksinimle ilgili bu güçlü bağı yitirdik denebilir. Ne acı.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Bu akşam internette gezinirken bir balina köpekbalığına her yandan saldıran, üzerine oturan dalgıçlarla ilgili bir habere denk geldim. Büyük olasılıkla bu insanlar bu talihsiz köpekbalığını müşterilerine bu güzel balıkla yüzme vaadi veren çok sayıdaki turizm şirketi dolayısıyla buldular.  Balina köpekbalığı 12 metreye varan boyuyla yaşayan en büyük balıktır. Üzerindeki beyaz noktaların gökyüzünden düşen yıldızlar olduğunu düşünmüşümdür hep.

Balina Köpekbalığı. Fotoğraf: Abe Khao Lak

Aklımıza yalnızca akvaryumlar, yunus gösteri merkezleri falan geliyor ama dünyanın pek çok bölgesinde pek çok tür doğal ortamında rahatsız ediliyor. Tanımına bağlı olsa da “rahatsızlık” durumunun söz konusu olmadığı, hatta kimi örneklerde hayvanların insanlara yaklaştığı vakalar ise elbette ayrı. Bu tür etkileşimlerin sonlanması yaban hayatla ilişkimiz açısından üzücü olabilir ve olumsuz sonuçlar dahi doğurabilir. Konumuza dönersek; yerel turizm merkezleri o sularda yaşayan canlıların nerelerde bulunduğunu öğreniyor elbette ve bu noktalara turist taşıyorlar. Örneğin Hawaii sularında yaşayan İngilizce’de “spinner dolphin” olarak bilinen bir tür yunus, turist merkezlerinin yunusların dinlendikleri yerlere, dinlenme saatlerinde turist götürmesi nedeniyle uyuyamıyorlar. Elbette her şeyin uçları var. Sinir bozucu, üzücü bir uç örneği gösteren bu video, doğal ortamda yaşanan hayvan tacizinin gündeme gelmesine bir vesile olsa keşke.

http://www.thejakartapost.com/life/2018/08/10/video-of-unknown-divers-riding-whale-shark-goes-viral.html

11 Ağustos

Burhaniye

Bahçede oynayan kedi ile yavrusunu fark etmiş yeğenim Defne. Heyecanlı sesleri duyarak kendimi balkona attım. Anne ve yavrusu birbirinden biraz uzakta, otların arasında pusudaydı. Anne yavrusuna avlanmayı, kendini korumayı öğretiyor belli ki ama pekâla birbirlerini seviyorlardır o öğrenme sürecinde de, öyle değil mi? Karanlık olmasa videolarını çekerdik, gerçekten çok tatlıydılar; minik aslanlar gibi.

“Tide Keeper/Gelgit bekçisi” isimli çarpıcı kısa filmi izledim bu akşam. Gelgitlere tutkun birinin okyanusun dertlerini dert edinmesini anlatmış kanımca. Bol çağrışımlı, simgesel bir film, çok sözle zedelememeli büyüsünü. Azizm Sanat Örgütümüzün “Filmci” köşesini takip ederseniz uzun metraj kadar izleme şansı olmadığımız kısa film dünyasında gezinebilirsiniz.

http://www.azizmsanat.org/2018/08/01/filmci-the-tide-keeper-gelgit-bekcisi/

Bu hafta denizden çok konuştuk. Başta yunus ve balinalar olmak üzere denizle ilgili bilim, kültür ve sanat topluluğu olan Kanatlı Balina‘yı facebook sayfasından ya da kanatlibalina.org adresinden takip edebilirsiniz.

***

Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.

Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.

Bunu paylaş: