Dirimbilim Günlüğü: Sully, Supia, Jüpiter, Orka

28 0cak

Selçuk

Clint Eastwood‘un yönettiği Sully filmini izledim bugün. Film, kaz sürüsünün çarpmasından sonra iki motoru da yanan uçağı, hiçbir yolcunun ölmeyeceği şekilde Hudson Nehri’ne indirmeyi başaran pilot Chesley Sullenberger‘in kaza ve sonrasında başına gelenleri anlatıyordu.

Kuş-uçak çarpmaları hem kuşlar hem de insanlar için çok ciddi bir tehlike. Yıllar önce, Kuş Araştırmaları Derneği‘ndeyken bu konuda çalışmalar yapmıştık. Çıkardığımız İbibik isimli derginin Temmuz 2001 tarihli 1. sayısında, Hatay bölgesindeki süzülen kuşlarla ilgili tez yapan Okan Can kuşların neden uçaklardan kaçamadıklarını şöyle anlatmış;

“Kuşlar, çok iyi görme ve duyma yeteneklerine sahip olmalarına karşın, doğal olmayan nesneleri fark edememekte ya da geç algılamaktadırlar. Göç sırasında kuşların yüksek binalara, yüksek gerilim hatlarına ve uçaklara çarptıkları bilinmektedir. Uçak gibi yüksek hızlı, gürültülü ve ışıklı bir aracı, kuşlar fark etseler bile kaçmak için yeterli zaman bulamamaktadırlar. Deneyler sonucunda kuşların kendilerine yaklaşan bir cismin hızının 110 km’nin üzerinde olması durumunda kaçmakta geç kaldıkları ya da kaçacakları yön konusunda (özellikle cismin yaklaşım açısı önemli olmaktadır) kararsız kaldıkları belirlenmiştir. Çarpışmaların tamamında kuşlar hayatını kaybetmektedir. Her ne kadar kuşlar kütlece ağır olmasalar da çarpışmaların yüksek hızlarda gerçekleşmesi nedeniyle uçaklar da hasar görmekte, hatta ölümcül kazalara rastlanmaktadır”.

Elbette kuşların yoğun olarak geçtiği bölgeler en büyük risk altında. Bu bölgeler “darboğaz” olarak nitelendiriliyor. Sürekli kanat çırparak (aktif) göç eden küçük kuşların aksine leylek gibi geniş kanatlı kuşlar göç sırasında süzülerek (pasif) uçarlar. Onlara büyük enerji tasarrufu yaptıran süzülmeyi, karalar üzerinde oluşan sıcak hava akımlarına (termaller) borçludurlar. Gündüz oluşan bu sıcak hava akımlarının içine giren kuşlar döne döne oldukça yükseğe çıkabilir ve uygun koşullarda bir günde süzülerek 400 km kadar gidebilirler. Termaller deniz üzerinde oluşmadığı için su kütlelerini geçmeleri gerektiğinde bunu en dar noktadan (darboğaz) yaparlar. Yüksek dağları geçerken de alçak geçitleri kullanırlar.

Süzülen kuşların karaya bağımlı olan göç yolları, Avrupa ve Afrika arasında bir köprü konumunda olan ülkemizi geçerken 3 darboğazda yoğunlaşır: İstanbul (Boğaziçi), Artvin (Borçka) ve Hatay (Belen). Bu noktalardan bir göç mevsimde yüzbinlerce kuş geçer. Bir gün içinde binlerce kartalı, leyleği birlikte süzülürken görebilirsiniz.

Bu risklere, yaşanan çarpışmalara rağmen ülkemizde riskli bölgelere havaalanları yapılıyor (Hatay gibi), yetkililer kuş bilimcilerini dinlemiyor. Aşağıdaki yazı ve videodan da konuyla ilgili bilgi edinebilirsiniz

http://www.arkitera.com/haber/22802/3-havalimaninda-her-sene-kuslardan-kaynakli-en-az-2-3-kaza-olabilir

Doğan Luke Smith‘in konuşması;

29 Ocak

İstanbul

Bugün Kadıköy Haydarpaşa mendirekte bir Tepeli karabatak yuvasında iki yavru gördüm. Tahminen üç haftalık yavru olsalar Ocak başında yumurtadan çıkmış olmaları gerekir. Bu normal bir durum olmasa gerek. Tepeli karabatakların erken yavru çıkardıklarını bilirdim de bu kadar erken olduğunu bilmezdim. Aralık-Mart arası yavru görülebiliyormuş. Bunlar kışın ürüyorlar anlaşılan. Yaza ne oldu ki?

Cemil Gezgin

Selçuk

Bugün yürürken biraz ilerideki yan yoldan önümüze, yanında bir eşek olan bir adam çıktı. Biraz hızlı yürüsem de yetişemezdim. Tek ben değilim biliyorum, eşeklerin gözlerini çok seviyorum. Yetişsem o adamla da sohbet ederdim biraz, iyi olurdu. Selçuk’a yabancıyım hala, bazen buralı olanlardan çok değişik şeyler öğreniyorum. Özellikle bahçeleri, tarlaları olan insanlardan. “Yılan yürüdü” diyerek bir zamandan sonra ot toplamadıklarını, “tez eren” diye bir şeftali türü olduğunu burada öğrendim. Belki de duymuştum önceden ama insan yabancı bir yere yerleştiyse az zamanı olan bir turist gibi tüm bilgileri, görüntüleri daha iyi kaydediyor.

30 Ocak

Bugün annemle çok çekirdek yedim.  Eskiden, özellikle geceleri, ailecek anneannemin balkonunda bir divana sıralanır yerdik. Ben yemiyorsam bu sese katlanamıyorum ama çekirdek çıtlatma korosu olduğumuz o günleri gülümseyerek hatırlıyorum.

İrlandalı bir dostum ülkemizi ziyaret ettiğinde çekirdek yememize inanamamış, kuşlara benzediğimizi söylemişti.

Eskiden ayçiçeği alırdık pazardan. Kabarık başını böler, paylaşırdık. Bulması çok zor değil aslında ama hani olur ya, ne zamandır yemedim. Çok farklı bir keyfi ve tadı vardı taze ayçiçeği yemenin. Tuz karışmamış, yaş tadı, güzel kokusu… Yemesi daha zor ama daha keyifli. içinden ne çok boş çıkardı bazen.  Sapsarı tarlasına dalmayalı da çok oldu. Manyas Kuşcenneti’nde kuş çalışırken hemen yakınımızdaki tarlalara atardık kendimizi bazen.

Ayçiçeği denince aklıma İngilizcesinin “sunflower/güneşçiçeği” oluşu gelir. Ne garip biz “ay” demişiz, onlar “güneş”. Aslında onlarınki daha uygun. Buna benzer bir durum en büyük kemikli balık olan aybalığı için de geçerli. Onlar da sunfish/güneşbalığı diyorlar. Bu durumda hangisinin en uygun olduğunu dalgıçlar bilir herhalde.

31 Ocak

İzmir

Yunanlılar yine bir deniz canlısını insanın bir karakteristik özelliğini nitelemekte kullanıyorlar. ”Είσαι μία σουπιά.” (İse mia supia.) Sen bir mürekkep balığısın. Yani hinoğluhin, anasının gözü, çok kurnazsın demek istiyorlar. Bir zorluktan kurtulmaya çalışırken hile, sinsilik ve kurnazlık gibi yolları kullananlar için bu deyiş söyleniyor. Bunları deneyenler herhalde mürekkep balığının bukalemun gibi renk değiştirmesi, tehlike altında kaçarken mürekkep salması ve hızla ortamdan uzaklaşması gibi şekilden şekle giriyorlar. Aşağıda benim fotoğrafını çektiğim bir mürekkep balığını görmektesiniz. Yanındaki kırık deniz kabuğunun rengini vücudunun bir kısmına uygulayarak bana numara yapıyor.

Yeşim Öndül

Selçuk

Bugün yürürken bir büyük baştankara sesi duyunca aklıma tezimde ona da teşekkür etmeyi düşünmüş oluşum geldi. Yüksek lisans tezimi yazdığım sırada yaşadığım Ankara’da nerdeyse her sabah onun sesiyle uyanırdım. Kuş göçü çalıştığımız için yılın büyük bölümünü yapılaşmadan uzak alanlarda geçiriyorduk o sıralar. O baştankara güzel sesiyle tez yazarken binaların arasında olmayı daha dayanılır kılmış, bana güç vermişti.

Benim için garip bu durum değildi, ona teşekkür etmeyi ciddi olarak düşünmüştüm ama çalışmamı öyle çok insanın emeğinden destek alarak yapmıştım ki teşekkür kısmının 2 sayfayı aşmaması için çok uğraşmıştım.

Belki de ODTÜ tezlerininin teşekkür kısmının bile İngilizce olması gerektiğini öğrenince duyduğum utancı (ODTÜ adına) ve düşkırıklığını ona duyduğum minnet duygumu içime saklayarak atmıştım belki de. Belki de bazı özel şeylerin sır olarak kalması daha güzel. Böyle yıllar sonra, çok başka bir yerde ve zamanda o baştankarayı hatırladığıma göre o minnet duygum hep diri kalmış. Bazı özel öyküler yine de anlatılmayı bekliyor olsa gerek. Sevgili baştankara, sana çok teşekkür ederim.

1 Şubat

Erzurum

Kampüsümüzde gelengilerin yuvalarını keşfettiğimiz tepede kızakla kaydık bugün. Gelengiler (Anadolu yer sincabı) şimdi kış uykusundalar. Umarız pek rahatsız etmemişizdir onları bu eğlencemizle.  Bu küçük, şirin memelilerin kış uykusundan uyanıp tekrar çayırda koşturduklarını, arka ayakları üzerinde dikilerek kerkenez, kaya sansarı gibi tehlikeleri gözleyip çıkardıkları seslerle birbirlerini uyarışlarını ve de özellikle yavruların birbirleriyle güreşerek yuvarlanarak oyun oynayışlarını gözlemeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.

Özge Keşaplı Can

1 Şubat

Selçuk

Kıyıya vurmasından bu yana öyküsünü ilgiyle takip ettiğim Morgan isimli genç bir orkanın (Katil balina olarak da biliniyor) hamile olduğunu öğrenince çok üzüldüm ve çok öfkelendim. Bu konuda dün bir yazı yazdım. Konu dağılmasın diye yazıya eklemediğim birkaç şeyi buraya not düşmek istiyorum. Bakıldığında tutsak orkaların hepsinin ismi çok havalı. Katara, Kyara, Tillikum..Morgan’la ilgili araştırma yaparken bir sayfada orkalarının birinin adının da “Keet” olduğunu öğrendim. Eşimin de ait olduğu, Alaska yerlilerinden Tlingitlerin dilinde “Keet” orka demek.  “Beyaz adam” orkalarla ilgili pek çok bilgiye onları tutsak ettikten sonra ulaşmış;  mesela insanlara zarar vermediğini bilgisine…

Yıllarca bu balinalar hakkında korkunç efsaneler yaratılmış. 1973 gibi yakın bir tarihte ABD donanması dalış rehberinde onlardan “her fırsatta insanlara saldıracaktır” diye söz edilmiş.

“Beyaz adam bilimi” zahmet edip kanolarla orkaların cirit attığı sularda avlanan pek çok kabilenin kültürünü araştırsaydı bu türün insanlara saldırmadığını anlatan mitlere rastlayabilir, tüm canlılara olduğu gibi orkalara da büyük saygı duyulduğunu anlayabilirdi.

Bir Tlingit yerlisi olan Jno Didrickson’un yaptığı bir orka kasesi.

1960’ların başında ABD sularında yakalanıp ailelerinden koparılanlarla başlayan orka tutsaklığı hâlâ devam ediyor. Bu arada orkalarla ilgili, teknolojik gelişmelerin de yardımıyla yeni bilgiler bulunmaya da devam ediyor. Daha bugün Hürriyet Gazetesi’nin de haberleştirdiği bir araştırmaya rastladım. Araştırma bulgularına göre orkalar insanların konuşmasını taklit edebiliyor; örneğin “merhaba”, “görüşürüz” diyebiliyormuş.

Bu bilgiler orkaların daha iyi yaşamaları açısından nasıl kullanılacak? Bu araştırma tutsak orkalar üzerinde yapılmış. Pek çok araştırma sonrasında zeki ve çok sosyal oldukları zaten anlaşılan bu hayvanların “daha da zeki!!!” olduğunun anlaşılması üzerine bilimcilerin tutsaklıklarına hemen son verilmesini istemeleri gerekmez mi?

Sözünü ettiğim yazım ve Hürriyet’in haberi:

http://www.azizmsanat.org/2018/01/31/ozgur-kesapli-didrickson-yazdi-orka-morgan-hamileymis/

http://www.hurriyet.com.tr/katil-balinalar-insan-sesini-taklit-edebiliyor-40727011

Fotoğraf: Jno Didrickson

2 Şubat

Selçuk

Bugün annem filtre kahve içerken bardağın kenarında oluşan iz bana Jupiter’i hatırlattı. Geçenlerde Satürnle ilgili bir belgesel izlediğim için gezegenlerin ya da falcıların hoş bir selamı olabilir…

Uzay bilimlerinden daha çok anlayan eşime gösterdim fotoğrafı. Lekenin Jupiter’e de herhangi bir gezegene de benzemediğini söyledi. Öff, neden gösterdim ki? Renklere taktığım bu dönemde sık sık Jupiter’i düşünürken buluyorum kendimi. Öyleyse ben yine de Jupiter’e ve doğanın eşsiz, tanımı zor renklerine selam etmiş olayım. Nazım Hikmet‘in içinden yıldızların da geçtiği Otobiyografi şiirinin köprüsünden geçerek falcılara da göz kırpayım.

Not: İsim belirtilmemiş tüm günlük notları Özgür Keşaplı Didrickson’ındır.

***

Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.

Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.

Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz. Notlarınızı, her hafta Cuma gecesine kadar azizm.sanat@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz

Bunu paylaş: