Ekim Devrimi’ni Hazırlayan Kültür Hareketi İçinde Müzik Sanatı – Ahmet Say

19.Yüzyılın Çarlık Rusya’sındaki geri ve baskıcı düzenin toplum planındaki sefil görünümünü açıkça sergileyen sanat dallarının başını edebiyat sanatı çekiyordu. Öteki sanat dalları da gerçekleri anlatan bu çizgiye güç katıyordu.

Müzik sanatının dili soyut olduğu için, toplum eleştirisi yönünden doğrudan bir etki yaratması beklenemezdi. Ancak, 19. Yüzyıl Avrupa’sında gelişen düşünsel ve siyasal akımlar, hemen bütün ülkelerde ulusal bilincin oluşmasına yol açmış, bu gelişme, sanatın her alanında yankısını bulmuştu.

Söz konusu ileri düşüncelerin kökeninde, Fransız Devrimi’nin getirdiği özgürlük ve eşitlik ilkeleri vardı. Napolyon Savaşları’na gösterilen tepkinin de Avrupa ülkelerinde ulusal bilinci geliştirdiği söylenebilir. Bu demekti ki, bir ulusun hakları hangi ölçüde gasp edilirse o toplum, ulusal değerlerine daha fazla sarılmak durumunda kalır.

Alman müzikbilimci ve müzik eleştirmeni Alfred Einstein’a (1880-1952) göre, “19 Yüzyıl bestecilerinin kendi halklarına duyduğu yakınlık, ya da o dönemin deyişiyle ‘toprağa dönüş akımı’, ulusal müzik stillerinin gelişimine yol açmıştır.”(1)

Sonuç olarak ulusal sanat akımları, dıştan gelen kültürel baskıları kırmaya ve kendi kültürel varlıklarını ön plana çıkarmaya eğilim göstermiştir. Bu yönüyle 19. Yüzyıl, müzik sanatı açısından özellikle Rus, Çek, İspanyol, İngiliz, Macar, Finlandiyalı, Polonyalı, Norveçli, Danimarkalı bestecilerin ulusal kimlikleriyle müzik dünyasına katıldığı ve bu yönden önemli katkılar getirdiği bir çağdır.

Şu da var ki, müzik sanatında yeni bir güç olarak ortaya çıkan ulusalcı akımlar, Avrupa ülkelerinde bağımsız ve “yerli bir ses” arayışından yola çıkarak bütün sanat dallarında kendi toplumunun sorunlarına eğilme görevini de beraberinde getirmiştir. Bestecilerin halk şarkıları ve halk dansları müziklerinden yararlanırken yerli öğelerin karakterini vurgulayarak ülkesinin damgasını taşıyan yeni bir stil geliştirmesi, yaratıcılığa yeni ufuklar açan, dürüst ve açık, yeniliğe yönelik bir akım özelliği taşıyordu. Halk müziklerinden güç alan bu akım, getirdiği yeni solukla başarı kazanmış, toplum ruhunun aynası olan halk ezgilerini bilinçle değerlendirerek uluslararası sanat müziğine taşımaya başlamıştır.

Rusya’nın Özellikleri

Halktan yana özelliğiyle öne çıkan ulusalcı akımlar, özünde bir “aydınlar hareketi”ydi. Bu kesim, “küçük burjuvazi” diyebileceğimiz orta sınıftan çıkan ilerici bir topluluktu ve “Ataları, Fransız Devrimi’ni hazırlayan ilerici orta sınıftı; ayrıca, kültür alanında gelişmiş, aydınlanmış insanlar olarak geleneklerden bağımsız, özgür ve ilerici bir kişiliğe de sahiptiler.”(2)

Değişik ülkelerdeki aydın çevrelerin öncülük ettiği bu akımın başlıca ilgi alanı, edebiyattı. Gerçekçi roman, Avrupa’nın hemen bütün ülkelerinde toplumsal sorunlara eğiliyor, halkın sorunlarını irdeliyor, bu yoldan toplum eleştirisini temsil ediyordu. Örneğin Rusya’da roman, 19. yüzyılda salt toplumu kurcalayıp irdeleme niteliğindeydi ve başka türlü de olamazdı: Toplumdaki çelişkiler o denli alevlenmiş, okur kitlelerinin siyasal bilinci öylesine gelişmişti ki, Rusya’da toplumun sorunlarına eğilmeyen başka tür sanat akımlarının öne çıkması olanaksızdı. 19. Yüzyıl Rusya’sında “aydın” kavramı, “etkin olmak” ile bir tutuluyordu ve toplumsal çelişkileri yansıtmak görevi, Batı ülkelerinde görülmeyecek ölçüde bir amaç durumuna gelmişti. “Rus romanının en büyük ustaları olan Dostoyevski ve Tolstoy, düzene karşı takındıkları eleştirel tavırla, aydınların düşüncelerinden fazlasıyla etkilenmiş ve kendileri inkâr edecek olsalar bile, onların yıkıcı etkilerine sanatlarıyla katılmışlardır.”(3)

Toplum eleştirisi açısından Rus romanı, Batı Avrupa romanına göre daha keskindi ve bu niteliğiyle amaca daha yatkındı: “Günün siyasal ve toplumsal sorunlarıyla olan ilişki, aynı dönemin Fransız ve İngiliz yazarlarının yapıtlarında olduğundan çok daha sıkıdır. Rusya’da zorba yönetim, aydınların kendini topluma hissettirebilmesi için, edebiyat alanından başka yol pek tanımamıştır. Denetim uygulaması ise toplumsal düzen eleştirisini daha çok edebiyat formları içinde ifade bulmaya zorlamıştır.” (4)

Rusya’da güçlü bir eleştirel gerçekçi edebiyat hareketine ortam hazırlayan toplumsal koşullar, Batı Avrupa ülkelerindeki toplumsal koşullarla karşılaştırıldığında, halktan yana akımın gelişme nedenleri daha açık görülebilir:

“Batı Avrupalı yazarlar, genel olarak edilgenliğe ve yalnızlığa gömülmüşlerdi. Oysa Ruslar için 19. yüzyıl, Aydınlanma çağı’dır. Rus aydınları, devrim öncesi yılların coşku ve iyimserliğini Batı dünyasından bir yüzyıl kadar daha uzun bir süre yaşatmışlardı. Rusya, beklentiler açısından Fransız Devrimi’nin Avrupa ülkelerinde yarattığı düş kırıklığını yaşamamış bir ülkeydi. 1848 yılının Rusya’sında, örneğin Fransa ve İngiltere’yi kapsayan yorgunluğun ve bıkkınlığın izi bile yoktu. 19. Yüzyılın sonlarında, Fransa ve İngiltere’de natüralizm (doğalcılık), edilgin bir izlenimciliğe dönüştüğü sırada, Rusya’nın deneyimsizliği ve yenilgiye uğramamış olan toplum psikolojisi sayesinde natüralist roman, taze ve umut veren durumunu korumuştur.”(5)

Gelişmeler böyle olunca ulusal akımların içinde en canlı ve atak gözüken Rus Okulu’nu bütün bu yönleriyle ele almak gerekir.

Müzikte Rus Okulu

Henüz 18. yüzyılda Rusya, Avrupa’daki müziksel gelişimden habersiz değildi: Bu yüzyılda, Rus saray ve mâlikânelerinde İtalyan operaları sahneleniyordu. Bütün parlak yönleriyle İtalyan opera toplulukları, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, Rus sahnelerini de kaplamıştı. İtalyan müzikçiler, “Rusya’nın zengin işsizleri” üzerinde etkiliydiler. İlk Rus bestecilerden Bortianski (1751-1825), yetişme biçimi ve duygusal yaklaşımıyla bir İtalyan gibiydi.

Rusya’da ulusal müzik hareketinin gelişmesini temsil eden ilk büyük besteci, Mihayil İvanoviç Glinka’dır (1804-1857). Soylu bir aileden gelen Glinka, küçük yaşta keman ve piyano çalmaya başlamıştır. Gençlik yıllarında ise John Field ve Böhm’den piyano ve kompozisyon dersleri almış, özellikle Mozart ve Beethoven gibi klasik dönem bestecilerin eserlerini inceleme fırsatı bulmuştur. Otuz yaşındayken Berlin’e giden besteci, orada ders aldığı bestecilerin “Rus müziği yazması” yolundaki öğütlerinden etkilenerek ilk operasını bestelemiştir. Bu opera, bütün yönleriyle ulusal özellikteydi. Ne var ki, bu yılların soylular çevresi, eseri “arabacı müziği” olarak nitelemişlerdi.

Puşkin ve Gogol gibi dönemin ünlü edebiyatçılarıyla dostluklar kuran Glinka, 1842’de Puşkin’in yazdığı şiirler üzerine bestelediği Ruslan ve Ludmilla operasıyla olgun bir müzik sergilemiştir.

1844’te Paris’e giden Glinka’nın operaları üzerine bir yazı yazan Berlioz, bestecinin ele aldığı opera konularıyla müziğin üstün bir uyum içinde olduğunu belirtmiştir.

1845’te İspanya’ya giderek bu ülkede iki yıl kalan Glinka’nın İspanya atmosferinden esinlenerek yazdığı La Jota Aragonese ve Madrit’te Bir Gece adlı iki parlak eseri vardır.

Glinka’nın ardılı olan Aleksandır Dargomijiski (1813-1868), 1856’da sahnelenen Rusalka adlı operasıyla Rus operasını ileriye götüren, özgün ve doyurucu bir müzik dili kullanmıştır. Bu bilinçli ve kararlı bestecinin orkestra için yazdığı Kazak Dansı, Glinka’nın başlattığı ulusalcı müzik çizgisinin gelişimini örnekler. Ölümünden bir yıl önce Rus Müzik Kurumu’nun başına getirilen Dargomijiski, kendinden sonraki kuşak tarafından “Rus Beşleri” adı altında oluşturulan besteciler grubuna temel olmuştur.

Burada, aynı zamanda değerli bir yazar ve müzik eleştirmeni olan Aleksandr Serov’un (1820-1871), Rus Beşleri’nin yenilikçi müzik kavrayışını temellendiren bir aydın olduğunu belirtmeliyiz.

Konumuz koşutunda şu gerçek de vurgulanmalıdır:

Rus Müzik Okulu’nun oluşmasına öncülük eden bestecilerin dayanakları, aslında iki temel üzerine yapılanmıştı: Rus halk müziği ve Rus Ortodoks Kilise Müziği. 19. Yüzyıl Rus müziğinde, Ortodoks Kilise Müziği’nin etkileri görülürse de Rus Ulusal Okulu’nun Rus halk müziğinden yararlanarak yükseldiği açıktır.

Rusya, halkın söylediği türküler açısından zengin bir ülkedir. Ses genişliği beşli ya da altılı aralığı aşamayan halk şarkılarında kullanılan makâmlar, eski Yunan modlarını andırır. Toplu olarak seslendirilen bu halk şarkılarından bir kısmı, danslı ve konulu bir gösteri özelliği de taşımaktadır.

Bütün bu olguların yanı sıra belirtilmesi gerekir ki, Rusya’da sanatsal müziği Avrupa ülkeleri düzeyine çıkaran, Rus Beşleri ve bu hareket içinde yer almamakla birlikte aynı kuşaktan olan Çaykovski’dir.

Rus Beşleri

Amaçları birlikte saptayarak bir besteciler grubu oluşturan, ancak yeteneklerini ayrı yönlerde geliştiren Rus Beşleri içinde yer alan besteciler, doğum tarihlerine göre şöyle sıralanır:

Aleksandr Borodin (1833-1887), Cesar Cui (1835-1918), Mili Balakirev (1837-1910), Modest Musorgski (1839-1881) Nikola Rimski-Korsakov (1844-1908).

Soylu bir aileden gelen Borodin, Rusyanın tanınmış kimyacılarındandı. Beşler grubuna Balakirev tarafından alınmış ve yine Balakirev tarafından yetiştirilmiştir. Beethoven’in senfonilerini, Schumann ve Glinka’nın eserlerini inceleyen ve bunları kısa sürede piyanoda seslendirebilen Borodin, 1862 yılında besteciliğe başlamış, ilk eseri olan mi bemol majör Senfoni’sini beş yılda tamamlamıştır. “Bu eserin ulusal karakteri, özellikle Trio ve Scherzo’suyla Adagio’da belirir. Liszt bu eseri dinledikten sonra ona övgü dolu bir kutlama mektubu yazmıştır.” (6)

1863’de piyanist Katerina Protopova ile evlenen Borodin, bestecilik çalışmalarını kimya profesörlüğüyle birlikte götürmüş, az sayıda eser yazmasına karşın, Prens İgor adlı operası, Ortaasya Steplerinde adlı senfonik şiiri, iki yaylılar kuarteti ve iki senfonisiyle Rus müziğinin hem gelişmesi hem de tanıtımında büyük pay sahibi olmuştur.

Prens İgor adlı operasını bitiremeden ölen Borodin’in bu eseri, Rimski-Korsakov ile Glazunov tarafından tamamlanarak 1890 yılında Petersburg’da sahnelenmiştir. Borodin’in senfonik şiiri ile 2. Senfoni’si, Asya temalarına yönelen ilginç müziği ve parlak orkestrasyonuyla günümüzde de seslendirilmektedir.  Prens İgor operasının en çarpıcı bölümlerinden olan Kıpçak Dansları, bağımsız bir orkestra eseri olarak yaygınlaşmıştır.

Fransız asıllı Rus besteci Cesar Cui (Kui okunur), Napolyon ordularıyla Rusya’ya gelerek bu ülkede yerleşen ve Fransızca öğretmenliği yapan bir baba ile Litvanyalı bir annenin çocuğudur. Monyuşko’nun öğrencisi olan Cui, St. Petersburg’da Balakirev ile tanıştıktan sonra, Rus Beşleri’nin kurucuları arasına girmiştir. 1864’te St. Petersburg’daki Vedomosti gazetesinde müzik eleştirileri yazmaya başlayan ve bu çalışmalarını 36 yıl sürdüren besteci, Rus müziğinin özelliklerini ele aldığı Musique en Russie adlı bir de kitap yazmıştır (Paris, 1880).

“Döneminde eserleriyle pek yankı uyandırmayan Cui, yenileşme konusundaki güçlü tutkusu ve besteci dostlarına gösterdiği destekle önemli bir işlev görmüş, bestelediği operalarla da başarı kazanmıştır. Çoğunlukla ses müziği eserleri besteleyen sanatçının 6 operası, şan ve piyano için yaklaşık 200 şarkısı, ayrıca orkestra ve oda müziği eserleri vardır”(7). Kafkas Mahpusu, Mandaren’in Oğlu ve Korsan adlı operalar, Cui’nin önde gelen eserleridir.

Matematik ve doğa bilimleri öğrenimi yapan Mili Balakirev, Glinka’nın etkisiyle kendini müziğe adamış, “Rus Beşleri” grubunun öteki bestecilerini aynı amaç çevresinde toplama başarısını göstermiştir. Özetle “Beşler” grubunun ulusal müzik hareketine öncülük eden sanatçının Balakirev olduğu bilinir. “Düzenlediği konserlerde gerek kendi eserlerinin gerekse çevresindeki bestecilerin eserlerinin seslendirilmesini sağlamış, böylece yeni Rus müziğinin yayılmasına önayak olmuştur.”(8)

       1862 yılında parasız bir müzik okulu açan besteci, 1867’de Rus Müzik Kurumu’nun konserlerini düzenlemeye başlamış ve bu konserleri yönetmiştir.

Sahne eseri yazmayan Balakirev’in Tamara adlı senfonik şiiri ve piyano için İslamey (1869) adlı doğu müziklerinden esinlenmiş fantezisi, günümüzde de seslendirilir. Bestecinin do majör Senfoni’si, uvertürleri, Kral Lear sahne müziği ve piyano parçaları, tanınmış eserleri arasındadır.

Beşler içinde iki üstün yetenek

Rus Beşleri’nin içinde en yetenekli besteci olarak bilinen ve stil açısından yenilikçiliği belirgin biçimde temsil eden Modest Petroviç Musorgski, küçük yaşta annesinden müzik dersleri almaya başlamış, 10 yaşındayken götürüldüğü Petersburg’da Anton Herke’nin piyano öğrencisi olmuştur. 13 Yaşında Subay Okulu’na giren sanatçı, 1857’de Rus müzikçilerinin uğrak yeri olan Dargomijiski’nin evine gitmiş ve onun öğütlerine uyarak Balakirev’den kompozisyon dersleri almaya başlamıştır. Subay Okulu’nu bitirmesine karşın, atandığı görevden ayrılan genç sanatçı, kendini bütünüyle bestecilik çalışmalarına vermiştir. Dargomijiski’nin yöntem ve stiline yakınlık duyan Musorgski, Balakirev’in form bilgisi derslerine soğuk bakmış, ancak ondan Rus halk şarkıları üzerine bilgiler edinmiştir. 1864 yılında yazmaya başladığı Salambo adlı operasına iki yıl çalıştıktan sonra bu eserden vazgeçmiş, 1863-1867 arasında sanatsal şarkılar bestelemiştir. 1868’de Gogol’un bir güldürü konusundan yeni bir opera bestelemek istediği halde, çarlık rejiminin dolaylı baskısı yüzünden bu eserden de cayarak metnini Puşkin’den aldığı başeseri Boris Godunov’u yazmaya girişmiştir. Bu yıllarda geçim sıkıntısı çektiği için, 1869’da yeniden memurluğa başlamış ve aynı yıl Boris Godunov operasını bitirmiştir. Yenilikçi özellikleriyle yadırganan bu eserin sahnelenmesi, Çarlık Operası tarafından reddedilince besteci, 1871’de eser üzerinde düzeltmeler yapmış, müziğin piyano uyarlaması yayımlandıktan sonra bu opera aynı yıl sahnelenmiştir.

Bu yıllarda Musorgski’nin sağlığı bozulmaya yüz tutmuştu. Ancak söz konusu durum, onun çalışmalarını pek engellemiyor, besteci, yeni eserler yaratmayı görev saymayı sürdürüyordu. 1873 yılında Hovançina ve Soroçinsk Panayırı adlı iki yeni opera bestelemeye başlayan sanatçı, bu iki eserden ancak birincisini bitirebilmiştir. 1879’da piyano eşlikçisi olarak katıldığı bir turne dönüşünde sağlığı iyice bozulan Musorgski, 42 yaşında hayattan ayrılmıştır. Müzik tarihini veren hemen bütün kaynaklarda, onun “bitkinlikten öldüğü” yazılıdır.

Modest Musorgski, kendi döneminin kompozisyon ve armoni kurallarına sırt çevirmiş bir bestecidir. Eserlerinde sezgilerini öne alarak kendine özgü yeni bir müzik diline yönelmiştir.

“Müziğinin daima yeni bir konusu vardır; daima yeni bir şeyler söylemek ister ve her söyleyeceği şey için de yalnız bir türlü anlatım kullanır. Durumunu çok iyi bildiği halk yığınlarının kâh sâkin, kâh kızgın, hatta isyancı ruhsal durumlarını ifadede şaşılacak bir başarı göstermiştir. Çocukları iyi tanır. Çocukları anlattığı eserlerinin müziği gibi, sözleri de çocukçadır. Çocukları betimlerken âdeta çocuklaşır: Onlarla oynar, gevezelik eder, darılır, somurtur; örneğin Schumann gibi, olgun bir insan diliyle zorla çocukluk yapmaz. Böylece, halk dilinin şiirselliğiyle kıyaslanabilecek dolaysız, dünyevî bir şiirsellik yaratarak derin bir psikolojik müzik portreleri galerisi yaratmıştır.”(9)

Başka bir noktayı da belirtmek isteriz: Musorgski için “İzlenimciliğin ilk bestecisi” olduğu söylenir. Kullandığı yeni armonik anlayışla izlenimciliğe yakınlaştığı doğrudur, ama bu yenilikleri izlenimci akım bilinciyle yapmış değildir. Söz konusu ileri yönüyle Musorgski, Rus Beşleri’nin öteki üyelerinden ayrılır ve geliştirdiği kişisel deyişle genelde Dargomijiski’nin anlayışına dayanır.

Boris Godunov operasında olduğu gibi, bestelediği şarkılarda da genellikle “Lirik melodik dizeler ve simetrik parçalardan kaçınmıştır. Şarkıları 19. yüzyılın en değerlileri arasındadır. Halk ezgilerini kimi zaman, olduğu gibi aktarmasına karşın, Rus halk şarkıları onun müziğinde derinlere kök salmıştır. (…) Rus halk şarkılarının ve Musorgski’nin bestelediği şarkıların başka bir belirgin özelliği ise modal (makamsal) karakterde olmasıdır. Makamsal müzik, Musorgski’nin armonik stilini etkilemiştir. (…) Avrupa’nın genel müzik diline modeliteyi sokan Ruslardır ve onların 20. yüzyıl ilk yarısındaki müziğe bu alandaki etkileri önemlidir. Musorgski’nin Tatil Bitti adlı şarkısındaki armonik yapı, izlenimciliğin öncüsü Debussy’nin de dikkatini çekmiş ve Debussy, Bulutlar adlı eserinde bir eşlik modelini Musorgski’nin bu parçasından almıştır. Armonilerinde Musorgski, dönemin bütün bestecileri içinde en özgün ve yenilikçi olandır. Geleneksel düşüncenin alışkanlıklarına kapılmadan ve standart formüllerin kösteklemesinden kurtularak piyanoda cesur, yeni, doğal, ama şaşılacak derecede yerinde armoniler başarmıştır. Armonik dağarı pek gelişkin değildir, ancak basit dizilerle istediği etkiyi tam olarak aktarmasını bilmiştir.”(10)

Musorgski’nin yenilikçi özelliklerini yansıtan en değerli yapıtlarından biri, piyano için yazdığı Bir Sergiden Tablolar’dır. Bu eser, bestecinin ressam arkadaşı Hartmann’ın anısına yazdığı, 10 bölümden oluşan ve her bölümü sergideki bir tabloyu anlatan bir başyapıttır. Olağanüstü bir anlatım gücü ve canlı renkleriyle piyano edebiyatının parlak eserleri arasında yer almakla kalmaz, Ekim Devrimi’nin ayak seslerini de duyumsatır. Piyanistimiz Fazıl Say, ilk gençlik yıllarında verdiği konserlerde Bir Sergiden Tablolar’ın yorumundaki başarısıyla dikkat çekmişti. Bestecimiz İlhan Mimaroğlu ise bu eser için şöyle yazmıştır:

“Daha saf, daha yalın, daha gerçek bir Musorgski, Sergiden Tablolar’ın piyano için yazılmış olan ünlü eserinde belirginleşir.” (11)

Rus Beşleri’nin en genci olan Nikolay Andreyeviç Rimski-Korsakov, Petersburg’daki Deniz Koleji’ni bitirmiş, deniz subayı olarak Rus Donanması’nda görev almıştır. 18 yaşındayken Balakirev’le tanışan ve ondan kompozisyon dersleri alan bestecinin 1. Senfoni’si, 1865’de Balakirev yönetiminde seslendirilmiştir. Kısa sürede Beşler’in öteki üyeleriyle dostluklar kuran Rimski-Korsakov, 1871’de Petersburg Konservatuvarı’na kompozisyon öğretmeni olarak atanınca bu alandaki yetersizliğini gidermek amacıyla ciddi bir teorik çalışmaya yönelmiştir. 1873 yılında piyanist Nadejda Nikolayevna ile evlenen sanatçı, kendi özgün stilini geliştirmeye başlamıştır.

Rimski-Korsakov’un senfonik eserleri, ulusal duygu ve düşüncelerin şiirsel anlatımı olarak çok başarılıdır. Güçlü orkestrasyon bilgisini içeren bu eserler, Rus bestecilerin geleneksel karakteristik çizgisini geliştirmiştir. Ele aldığı temalar genellikle aydınlık ve neşeli, bazen rüzgârlı ve gürültülü, bazen de pastoral incelikler taşır. Armonileri özgündür ve yer yer Rus kilise müziği makâmlarından yararlanmaya yönelir. Şiirsel alegoriyi gülmeceyle birleştiren Slav efsaneleri ilgisini çekmiştir. 1898’de sahnelenen Sadko adlı operası, müzikal yaratıcılığının olgun bir örneğidir. Kar Kızı ve Altın Horoz operaları dış ülkelerde de ilgi görmüştür.

Rimski-Korsakov, çalgılama kavrayışında yeni ve parlak efektler yaratarak üstün yeteneğini ortaya koyar. Rus müziğinin genel özelliklerinden biri olan melankolik eğilimlere uzak durmuş, Rus halk şarkılarının, canlı, iyimser ve parlak renkler arayışına çok daha uygun düşeceğini sezmiştir.

Rusya’da çağının çarpıcı eserlerini besteleyen Rimski-Korsakov, ülkesinde 1905 yılında patlak veren demokratik devrime katılan konservatuvar öğrencilerini desteklemek amacıyla yazdığı bir yazıdan ötürü konservatuvardaki görevinden alınmış, ancak bu olayı protesto ederek tam bir dayanışma gösteren Glazunov, Liadov ve Blumenfeld’in istifaları üzerine, yeniden görevine getirilmiştir.

15 Opera, 3 senfoni, çok sayıda orkestra eseri bestelemiş olan Rimski-Korsakov’un tanınmış orkestra eserleri arasında bulunan İspanyol Kapriççio’su (1887) Şehrazad (1888) ve Rus Paskalyası Uvertürü, günümüzde sıkça seslendirilen eserleri arasındadır.

Beşler ile ayrı kuşaktan olan Anatol Liadov (1855-1924) ve Aleksandır Glazunov (1865-1936), yenilikçi bir çizgi izlememişlerdir. Glazunov’ın op.82 la minör Keman Konçertosu günümüz konser programlarının sevilen eserleri arasındadır.

Çaykovski ve Rahmaninov

       Rus Beşleri’nin bütün bestecileri St. Petersburg’da yaşamıştır. Piyortr İlyiç Çaykovski (1840-1893) ise Petersburg’da öğrenim gördüğü halde yaşamını Moskova’da sürdürmüş, bu kentin konservatuvarında armoni öğretmenliği yapmıştır. Şunu da hemen belirtelim ki, Çaykovski’nin “Beşler” grubuna katılmayışı, ulusalcılık akımına karşı olmasından değildir. Çaykovski de “Beşler” grubu gibi Rus halk müziği köklerinden yararlanmayı öngörmüştür. Ancak Çaykovski’nin öğretmeni Anton Rubinstein, Avrupa’nun klasik armonisinden ve eğitsel yöntemlerinden yola çıkılması gereğine inanıyordu. “Çaykovski ile Beşler arasındaki farklılık, işte bu öğretinin kaynağı ayrılığında kendini göstermektedir. Yoksa Çaykovski’nin müziği, kaskatı bir geleneğin ürünü değildir. Tepkici, gerici olmaktan çok uzaktır. Öte yandan, Çaykovski’nin aşırı duygusal olması da geleneklerin kısır sınırları içine kapanmasına engeldi.”(12)

Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Çaykovski, Hukuk Okulu’na girerek buradaki öğrenimini tamamlayana kadar bir yandan da müzik çalışmıştır. Petersburg Konservatuvarı’nda Zaremba’dan armoni ve kontrpuan, Anton Rubinstein’dan kompozisyon dersleri almış, 1865’te konservatuvarı bitirmiştir. Ertesi yıl konservatuvarda armoni öğretmenliğine getirilen besteci, bu sırada Rus halk şarkılarından esinlenerek yazdığı 2. Senfoni’sini Balakirev’e adamıştır.

Bu yıllarda giderek bozulan ruhsal sağlığı, onu bunalımlara itmiştir. “Çaykovski, cinsel tercihinin hemcinslerinden yana olduğunu fark etmiş ve paniğe kapılıp bunalımlara girmiş, hastalığını iyileştirir umuduyla evlenmiş, büyük bir hata yaptığını evliliğinin ilk gününde anlayarak yeise kapılmış, çare olarak kendini Moskova Nehri’nin buzlu sularına atarak intihara kalkışmıştı. Bu olay üzerine karısı Antonia’dan ayrılmaya karar veren Çaykovski, belki de ilk kez kendisiyle ilgili gerçekleri kabul etmek zorunda kalmıştı. Yaşamındaki en önemli ve tek kadın olan Madam Nadejda von Meck ile hiç karşılaşmamış; bütünüyle mektuplarda sürdürülen bu ilişki, besteciyi hem maddî hem de manevî yönden hayata bağlamıştır.” (13)          

Çaykovski, bunalımlar içinde geçen hayatının yoğun duygularını eserlerine çarpıcı biçimde aktarmıştır. Onun ateşli, tutkulu ve abartılı müziği, sıradan müzikseveri çok etkiler. Bu yüzden eserlerinin derinliği olmadığı, bolca kullanılan renklerin sıradanlığı örtmeyeceği, ağdalı anlatımının aslında basitlikten kaynaklandığı ileri sürülmüştür.

Bu ateşli müziğin eleştirel bir kavrayıştan yola çıkarak değil, içten gelen dürtülerle yazıldığı bellidir. Her şeye karşın Çaykovski’nin müziği, duyguların körüklendiği oyunsu ve alevli anlatımıyla Rus romantik müziğinin başta gelen örneklerini oluşturmuş, günümüze değin konser salonlarındaki vazgeçilmez yerini almıştır. Eserlerindeki ustalıklı tekniğin bu yaygınlıkta önemli payı bulunduğu da söylenebilir. “Onun senfonileri, derin kişisel anlatımlardır. Bu eserlerdeki çatışmalar, dönemin Rusya’sında yaşanan çatışmalara koşut olduğu kadar, sevgiye, insanlar arasındaki uyumlu ilişkilere duyulan özleme, öte yandan bu gibi umutları boğan zalim, baskıcı ve onun gördüğü gizemli biçimiyle gizemli güçlere paraleldir.” (14)

Bestelediği 11 opera içinde, Yevgeni Onegin ve Maça Kızı, bestecinin opera sanatındaki güçlü verimlerini sergiler. “Senfoni, konçerto, bale müziği ve senfonik şiirlerinde Çaykovski’nin hem işçilik hem de anlatım bakımından bütün müzik yaratıcılarının en yükseklerinden biri olduğu açıktır.” (15)

Çaykovski’nin ardılları arasında Anton Arenski (1861-1906) ve Sergey Taneyev (1856-1915), Rus romantizmini sürdüren öteki besteciler arasındadır. Oysa Çaykovski’nin müzik anlayışını daha da geliştiren, besteci ve piyanist olarak dünya genelinde haklı bir ün kazanan başka bir Rus müzikçidir: Rahmaninov.

Müzikçi bir aileden gelen Sergey Vasilyeviç Rahmaninov (1873-1943), 20.Yüzyıl bestecisi olduğu halde, yeni akımlara sıcak bakmamış, geliştirdiği kendi özgün çizgisiyle Rus romantizminin simgelerinden biri olmuştur. “Çaykovskiden bu yana, hiçbir Rus besteci, Rahmaninov kadar duygulu, etkileyici, dokunaklı bir müzik yazmamıştır.”(16) Ailesinin 1882’de St. Petersburg’a yerleşmesi üzerine konservatuvara giren küçük yetenek, Vladimir Demianski ile piyano, Aleksandır Rubet ile armoni çalışmıştır. Akrabası olan ünlü piyanist Siloti’nin önerisi üzerine 1885’te Moskova Konservatuvarı’na gönderilen Rahmaninov, burada Nikolay Zverev ile çalışmaya başlamış, 1887’de Siloti’nin piyano sınıfına alınmıştır. Bestecilik yeteneğiyle dikkati çeken sanatçı, 1888’de Taneyev’in kontpuan, Arenski’nin armoni öğrencisi olmuş, okulun piyano bölümünü 1891 yılında, kompozisyon bölümünü ise Aleko adlı operasıyla altın madalya alarak 1892’de bitirmiştir. Bu yıllarda yazdığı op.3 piyano parçaları içinde olan do diyez minör Prelüd (1892), bestelendiği günden bu yana, piyano edebiyatının başeserleri arasına girmiştir Aynı yıl içinde Çaykovski ile tanışan genç besteci, yeteneğini gören ustadan dostça öğütler almış, destek görmüştür. 1901’de do minör Piyano Konçertosu’nun dünya prömiyerini Moskova’da gerçekleştiren bestecinin bu eseri, günümüzde de konçerto dağarının en tanınmış eserleri arasındadır. Aynı yıl içinde bestelediği “10 Prelüd” arasında bulunan sol minör Prelüd de benzer biçimde değerlendirilir.

1902 Yılında yeğeni Natalya Satina ile evlilik yapan Rahmaninov, birkaç ay İsviçre’de yaşadıktan sonra Moskova’ya yerleşerek orkestra şefi yönüyle de etkin olmuş, 1904-1906 yıllarında Bolşoy Tiyatrosu Orkestrası’nın şefliğini üstlenmiştir.

Dünya ölçeğinde ün kazanmış olmak, kimi bireylerin hayat içindeki temel seçimlerini değiştirdiği gerçeğinin örneklerinden biri de Rahmaninov’da görülür: 1917 Devrimi’nden sonra İsviçre’ye yerleşen sanatçı, piyanist, besteci ve orkestra şefi olarak Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da sürekli konserler vermiş, 1935’te New York’a yerleşerek Amerikan vatandaşlığını seçmiştir.

Burada ayrıca, “sıra dışı”, hatta “uç” diye niteleyebileceğimiz başka bir örneği de belirtelim:

Aleksandr Skriyabin (1871-1915).

Rahmaninov’dan iki yıl önce doğan bu besteci, “Çağdaş müzik” olarak adlandırılan 20. yüzyıldaki tonal sisteme bağlı olmayan müziğin sadece öncülerinden biri değil, “ilk öncüsü”dür. Bu özelliğiyle Skriyabin’in müziği, klasik müziğin tam karşıtıdır. Ünlü müzikbilimci Bowers, çok sonraları, 1973 yılında şöyle yerinde bir değerlendirme yapmıştır: “Ton dışı müzik yazmayı yöntemleştiren Arnold Schönberg, ancak Skriyabin’in öldüğü yılda bu yoldaki çalışmalarına başlamıştır.”(17)

       Bu saptama doğruydu, çünkü Skriyabin, yeni müziğin en parlak eserlerinden biri olan “Kendinden Geçmenin Şiiri” adlı senfonik eserini daha 1908 yılında bestelemişti.

İlginçtir, Ekim Devrimi sonrasında “Atonal” (ton dışı) denen yeni müzik, Sovyetler Birliği’nde yasaklanmıştır.

  • Alfred Einstein, A Short History of Music, N.Y. 1954, sayfa 191.
  • Arnold Hauser, Sanatın Toplumsal Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984, sayfa 322.
  • S. Mirski, A History of Russian Litterature, 1927, sayfa 321.
  • S. Mirski, a.g.e. sayfa 219.
  • Arnold Hauser, a.g.e., sayfa 329.
  • Ahmet Muhtar Ataman, Musiki Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1947, sayfa 333.
  • Ahmet Say, Müzik Ansiklopedisi, 9. basım, 2013, cilt 1, sayfa 355.
  • İlhan Mimaroğlu, Müzik Tarihi, Varlık Yayınları, 4. basım, İstanbul, 1991, sayfa 105.
  • Ahmet Muhtar Ataman, Musiki Tarihi, sayfa 335.
  • Donald J. Grout ve Claude V. Palisca, A History of Western Music, Norton Y. 1988, s. 777.
  • İlhan Mimaroğlu, a.g.e. sayfa 106.
  • İlhan Mimaroğlu, a.g.e, sayfa 107.
  • Filiz Ali, Dünyadan ve Türkiye’den Müzisyen Portreleri, Cem Yayınevi, İstanbul 1994, s. 28.
  • Finkelstein, Besteci ve Ulus, çeviren M. Halim Spatar, Kaynak Yayınları 1995, sayfa 235.
  • İlhan Mimaroğlu, a.g.e. sayfa 108.
  • Curt Sachs, Kısa Dünya Musikisi Tarihi, çev. İ. Usmanbaş, İstanbul, 1965, sayfa 235.
  • Leyla Pamir, “Skriyabin/Piyano Yapıtlarındaki Evrim ve Düşünce Dünyası” Müz. Ans. Yay. Ankara 1993, sayfa 31.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi118

Görsel: Alexander Scriyabin ve Sergey Koussevitzkiy – Robert Sterl

Bunu paylaş: