Kızıl – İklima Arpaç

Günün en sevdiği saatleriydi. Üzerine vuran güneş yakıcılığını git gide kaybediyordu. Elindeki kitabı bir kenara bıraktı ve yerinden doğrulup çevresini kolaçan etti. Etraf sakindi. Birkaç çocuk az ilerideki parkta oradan oraya koşuşturuyor hayatlarının en gerçek ancak en çabuk geçecek anlarını yaşıyorlardı. Bir süre onları seyredip kendi çocukluğuna dair anılarını düşündü. Gördüklerinin aksine daha sakin ve içine kapanık bir çocuktu. Evlerinin yanında park yoktu bu yüzden kendi kurduğu oyunlarla idare etmek zorundaydı. Parkta oynayabilmesi için tek şansı vardı o da kırk yılda bir gittikleri halasının eviydi. Yakınlarında gördüğü en canlı renklerin olduğu büyük bir park vardı. O aydınlık dünyaya adım atmak için gün sayardı Meryem. O zamanlarda bile bilirdi içinde bir yerlerde büyük bir boşluk olduğunu. Hala dolduramamış olmasının yanı sıra arayışının ne olduğunu da öğrenebilmiş değildi.

Şehre yeni geldiği için uzaktan akrabası Nazife Hanım’ın evinde misafirdi. Yaşça büyük olan bu kadın yazlık denilebilecek bir sitede yaşıyordu. Arkadaş çevresi de kendi yaş aralığında olan sevimli teyzelerdendi. Onlarla vakit geçirmek ne kadar tatlı gelse de havuza gelip biraz yüzmek, biraz kitap okumak, biraz da etrafı seyretmek daha cazipti. Burada kaldığı iki aylık süreçte yeni insanlar tanımış, farklı bakış açılarına tanıklık etmişti.

İki ay sonra kendi evine geçtiğindeyse içindeki eksikliğin git gide büyüdüğünü fark etti. Okulda az çok anlaşabildiği bir çevre ve hoş bir ev arkadaşı edinmişti ancak onu evde görmek çok mümkün olmadığından çoğunlukla yalnızdı. Dört yol üzerinde üç katlı, küçük bir evde yaşıyordu. Girişin hemen karşısında yatak odası vardı. Solunda minik bir banyo tuvalet, yanında oturma odası ve Amerikan mutfaktan oluşuyordu. Evde en çok sevdiği yer ise oturma odasından geçilen balkondu. Ne zaman nefes alamadığını hissetse balkona koşup Mersin’in o soğuk havasını içine çekiyordu. Kimi zamansa ev arkadaşı ile yaptığı uzun ve güzel kahvaltılar burada geçiyordu.

Evde yalnız kaldığında zamanın durduğunu, duvarların üzerine yürüdüğünü düşünürdü. Gitmek bilmeyen o boğucu his boğazına otururdu. Bir an önce kendini dışarı atmak insanların arasına karışmak isterdi. Sokaklarda sebepsizce dolaşıp kendine bir meşguliyet arardı. Rastlaştığı insanları tanımasa da onlara karşı oldukça güler yüzlü gözükmeye çalışırdı. Çünkü yıllarca yüzüne vuran öfke yüzünden yalnız bırakıldığı fikrine inanmıştı o yüzden artık herkese ışıldayan gözlerle bakıyordu. Bir süre sonra yine kendini suçlamaya başladı. Güler yüzü kimilerince yanlış anlaşılıp kalbini kırmaya ya da başına iş açmaya başlamıştı. Tekrar eski haline döndü Meryem.

Arkadaş çevresinde de düşünceleri yüzünden zıtlaştığı durumlar oluyordu. Hatta beraber geçirdikleri güzel bir günün ardından kampüste otururken ettikleri sohbette unutmayacağı tartışmalardan birini yaşamıştı. Dine; yalnızca insanın kalbindeki iyilik ve kötülük, insanlara da kimseye zarar vermeden istediği şeyleri yapabilecek özgürlükte bireyler olarak baktığı için ufak bir gerginlik çıkarmıştı. Arkadaşlarından Ali, izlediği bir dizideki LGBTİ sahnesinden duyduğu rahatsızlığı dışlayıcı bir biçimde dile getirdiğinde Meryem bu duruma dayanamamış kendi hakkını savunur gibi hakkında konuşulan bireyleri savunmuştu. Birkaç yıl sonra bu tutumundan da vazgeçecekti. Çünkü insanlar kendi inandığı doğrulardan vazgeçmediği gibi dinleme zahmetinde bile bulunmuyorlardı.

Yalnız başına geçirdiği vakitlere daha fazla katlanamayan Meryem sokağın köşesindeki spor salonuna yazıldı. Burada hem birçok insanı gözlemleyebiliyor hem de o yakıcı yalnızlıktan kurtulabiliyordu. Güzel vakitler geçirdiği arkadaşları vardı, çok sevdiği ve sevildiği dostları da ancak bir türlü o histen kaçamıyordu. Tüm çabasına rağmen kurtulamadığı o eksiklik hissi sanki yaşaması için bir engele dönüşmüştü, bu yüzden artık evde geçirdiği zamanı minimum seviyede tutmaya, kitap okumak için bile kafeleri tercih etmeye başlamıştı. Evinin çaprazında bulunan kafenin sıcak bir konsepte sahip olması onun gibi alışkanlıklarından vazgeçemeyen biri için harika bir seçenek olmuş ve ne zaman sıkışsa soluğu orada almaya başlamıştı. Bu gidişleri bazen kitap okumak, bazen dergi karıştırmak, bazen de etrafını izlemekle geçiyordu. Bu etkinliğe ev arkadaşını da dâhil etmiş ve kafeyi iyiden iyiye benimsemişti. Bu huyundan pek hoşlanmasa da sevdiği yerlerden kopamıyor çevresini de kendisiyle sürüklüyordu.

Yine kitap okumak için gittikleri bir gün kendisinin aksine yazmaya gelen birine ilişti gözü. Bu farklılık uzun bir süre devam edecek olan merak duygusunu doğurmaya yetmişti. Gün geçtikçe hem bu karşılaşmalar hem de Meryem’in merak duygusu artacaktı. Bu merakı arkadaşı tarafından tesadüfi bir aşk hikâyesine yorulsa da asıl olan bu değildi.

Kafe oldukça geniş kare bir mekândı. Girişin sağ tarafında içinde rengârenk pastaların sergilendiği camdan bir raf vardı. Diz boyu olan masaların etrafı büyük ve rahat koltuklarla çevrilmişti. Masalar ağaç deseninde, koltuklar ise rengârenkti. Dışarıya bakan duvarı tamamen camdan oluşuyordu. İçeriye giren fazla ışık Meryem’i rahatsız ettiği için köşedeki bir kolunun hemen ardına oturuyordu. Genç adamsa ışık gören ancak duvar kenarında olan Meryem’İn hemen sağ çaprazında oturuyordu.

Karşılaşmaların çoğunda koyu renk giysilerle görmüştü onu. Saçları özenle arkaya doğru taranmış ve kalın parmaklarında gümüş bir yüzük vardı. Dikkatinin tamamını oraya verdiği masanın üzerinde okuduğu bir kitap, sürekli not aldığı kırmızı bir defter, mektup ve bazı müsveddeler vardı. Ne kadar bakımlı gözükse de yansıttığı ruh hali dalgın olduğunu açıkça gözler önüne seriyordu. Meryem genç adamın tuvalete gittiği zamanlarda peşinden tuvalete gidiyor gibi yapar masanın üzerindekilere göz atmaya çalışırdı. Ancak ne herhangi birinin anlamını çözebilmiş ne de o kâğıt parçalarındaki yazıları okuyabilmişti. Bazen aklı arkadaşının kurduğu cümleler ve duyduğu bu merak hissiyle karışıyordu. Kimilerine göre aşk birini tanımaya karşın duyulan merak değil miydi zaten? Bu adam şu sıralar gündemini o kadar meşgul etmişti ki bazı anlarda yıllardır aradığı şeyin bu olduğu hissine kapılıyordu.

Bu uzun karşılaşmaların, sonu gelmeyen merakların ardından bir gün bir şeyler başladı ve başladığı gibi bitti.

Okulun bitip eve dönmesine az bir zaman kalmıştı. Bu kafede geçirdiği son zamanlardan biriydi. Kız arkadaşıyla beraber gelmişti ve bu konu hakkında konuşurken genç adam hala masasında ne olduğunu bilmediği işiyle meşguldü. Neden sonra onlara doğru yürümeye başladığını fark etti. Elinde bir şarj aleti ve telefonla masalarına geldi ve kız arkadaşına yanındaki prize takıp takamayacağını sordu. Kız onaylayarak telefonu aldıktan sonra adam Meryem’e döndü ve bu da senin için deyip bir kâğıt uzattı. Meryem şaşırmıştı ancak heyecana ya da yüzyıllardır anlatılan o karnında uçuşan aşk kelebeklerine dair hiçbir şey hissetmemişti. Sadece merak duymaya devam ediyor ancak genç adam karşısında oturduğu için kâğıdı açmaya yeltenemiyordu. Biraz toparlandı ve onun masasına doğru yol aldı.

Genç adam okuduğu cümleyi bitirene kadar kitaptan kafasını kaldırmamıştı. Daha sonra oturması için karşısındaki koltuğu işaret etti ve eliyle bir dakika isteyip tekrar okuduğu sayfayı tamamlamaya döndü. Bitirip kitabını bir kenara bıraktıktan sonra dikkatini Meryem’e yöneltti.

-Okudun mu?

-Hayır, yalnız kaldığımda okumak istiyorum.

-Tabi nasıl istersen. Bu arada yanına geldim çünkü ben gelmesem senin geleceğini biliyordum. İlk adım benden gelsin istedim.

Bu cümle Meryem’i utandırmıştı. Meraklı bakışlarıyla onu rahatsız ettiği düşüncesine kapıldı ancak bu düşüncenin onu ele geçirmesine izin vermedi. İlk kez böyle bir şey deneyimliyordu ve yaptıklarını düşünmeden, sorgulamadan yapacaktı.

-O kırmızı deftere ne yazıyorsun?

-Ha o mu? Kendi şiirlerimi yazıyorum dilersen okuyabilirsin.

Meryem tam olarak bu anı bekliyormuş gibi defteri elinden kaptı ve kurcalamaya başladı. Güzel şiirler vardı ancak kimisi imzalı kimisi imzasızdı. Anlamaya çalışan bakışları fark edilmiş olacak ki:

-Bazı şiirlerin bana ait olmadığını, günün birinde onu birine armağan etmem gerektiğini düşünüyorum ve böyle düşündüklerime imza atıyorum.

-Roman yazdığını düşünmüştüm. Yanılmışım.

Genç kız dudağını büktü ve elindeki defteri incelemeye devam etti.

-Seni çok daha önce fark etmiştim. Dalgın bir halde elindeki kitapla ilgileniyordun. O zaman Bülbülü Öldürmek kitabını okuyordun. Yüzündeki öfkeli duruş, kızıl saçlarının aynı öfkeyle omzuna dökülüşü yazdığımı düşündüğün romanlardan çıkmış gibiydi. Açık konuşayım orada duran varlığın farkına varmadan bana ilham verdi.

Daha önceden fark edilmek de onu şaşırtmıştı çünkü önce kendisinin fark ettiğini sanıyordu. Elindeki defteri incelerken gözü bir yandan masadaki mektuplara dalıyordu.

Genç adam sigara içmek için dışarıdaki bir masaya geçmeyi teklif etti ve eşyalarını toplayıp dışarı çıktılar.

Kırmızı defteri bıraktıktan sonra sıra mektupların ne olduğunu öğrenmeye gelmişti.

-Onları kime yazıyorsun?

-Geleceğe.

-Nasıl yani?

-Ne geçmişimde ne de şimdimde onların sahibi yok. Gelecekte olacağı ve vereceğim umuduyla yazıyorum.

Bu durum ona kendisinin içindeki arayış hissini hatırlattı ve boşboğazlık edip hemen içindekileri döküverdi.

-Bende gelecekten hiçbir zaman bulamadığım, ne olduğunu bilmediğim bir şeyler bekliyorum. Hatta bazen bunu öylesine abartıyorum ki hayatım çekilmez bir hal alıyor. Şu sıralar buna bir son vermem gerektiği kanaatindeyim.

-Son vermek zorunda değilsin. Onunla yaşamayı öğrenmelisin.

Bunu arayışı düşünmenin sırası değildi şimdi merakını gidermek ve bu konu üzerine düşünmek istiyordu. Genç adamın içinde olduğu bu durumun bir saplantı ya da planlanmış bir ilgi çekme yöntemi olabileceği fikrine kapıldı. Kız arkadaşının çıkarımlarının yanlış olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordu. Duyduğu şey yalnızca meraktı ve ötesi yoktu.

Yaklaşık iki saat boyunca kitaplardan, şiirlerden bahsettiler ancak birbirlerini tanımak için hiçbir soru sormadılar. Mekânın kapanma vakti geldiğinde onlar da sohbetlerinin sonuna gelmişti. Beraber toparlanıp masadan kalktıktan sonra Meryem elini uzattı:

-Bu arada ben Meryem.

-Ben de Ferhat.

-Kendine iyi bak.

-Sen de.

Ferhat yolun soluna, Meryem ise sağına döndü ve yollarına devam ettiler. Meryem cebine sıkıştırdığı kâğıdı çıkardı ve okumaya başladı: “Kendini sevmeyi unutma.”

***

Görsel: Anne With an E (2017-2019) – Moira Walley-Beckett

Bunu paylaş: