Dirimbilim Günlüğü: Rumeli Kavağı, Manolya, Yaban domuzu, Artemis

22 temmuz 2018

Selçuk

Yoncaköy’de deniz çok dalgalıydı bugün. Kalabalıktık, epey eğlendik. Dalgaların, kapağı açılmış gazoz gibi ses çıkaran köpüklerin içinde yüzmek çocuklaştırıyor insanı, ne güzel oluyor. İçine dalıp çıktığımız dalgalar bile büyük gelince bize, dev dalgalarda sörf yapanlara şapka çıkardık yeniden. Böyle bir yeteneğe sahip olmak müthiş şey olmalı, üstelik bazen yunuslarla birlikte sörf yapıyorlar!

Özgür Keşaplı Didrickson

İstanbul

Rumeli Kavaklı bilge balıkçılardan Büyükcingözler…

Salih Büyükcingöz… Yaklaşık 250 yıl önce Selanik’ten İstanbul’a gelen aile, Rumeli Kavağına – şimdiki adı Hamam sokak olan mahalleye-yerleşir. Balıkçılığa başlamadan önce, halen son kuşak mirasçılarının tasarrufunda olan 6 dönüm alanda sanırım asıl meslekleri olan bağcılık yapmaya başlarlar.

Bugün 70 küsur yaşlarındaki torunu İsmail, bağlardan hasat edilen üzümlerin evin mahzenine yerleştirilen fıçılara basılarak şarap yapıldığını söylüyor. Aile uzunca bir süre geçimini üzüm yetiştirip işleyerek devam ettirmiş. Şimdilerde o üzüm bağlarından eser kalmamış.

Büyükler, zamanla Kavağın yerlisi Rumlardan o zamanın en geçerli balıkçılık mesleğini, dalyan kurmayı öğrenmiş. İlk kurdukları dalyan Sıra taş(şimdiki askeri sosyal tesislerin bulunduğu yer) ve sonra Kilyos’a kadar 6 adet dalyan kurarak dalyan reisliğine başlamışlar.

Rumlardan sonra Rumeli Kavak’taki ilk dalyancı Salih Büyükcingöz   

Henüz çocuk sayıldığı için babası Salih Büyülcingöz’ü denize, dalyana götürmezmiş.Salih, afacan, meraklı ve cin gibi çocukmuş. Birgün dalyana giden Alamana kayıklarından birisinin baş altına kimselere görünmeden saklanmış. Azar işitme, cezalandırılma korkusundan saklandığı yerden hiç kımıldamadan dalyancı amcalarının ses ve konuşmalarından ağdan Torik çıkardıklarını anlamış.Ağdan Alamana kayığına atılan Toriklerin küpeşteye atılışından çıkan gürültü ile Torikleri o an sanki kendi çıkarıyormuş gibi saymaya başlamış.

O zamanlar balık öylesine bol ki Rahmetli babası kaç çift oldu diye sorduğunda, tayfanın biri “150” deyince baş altında saklandığı yerden kendini tutamayıp, çocuk sesi ile, “Hayır 160 çift” değivermiş.  O sıralar soyadı kanunu yeni çıkmış ve babası Salih’in  soy adının Büyükcingöz olmasına karar vermiş. Aile o günlerden günümüze halen Büyükcingöz olarak Rumeli Kavak’ta bilge balıkçılığa devam ediyor.

Rumeli Kavak’taki sandal çekenleri

Salih büyümüş, o da mükemmel bir dalyan reisi olmuş. Askere gitmeden önce Türkmenistanlı, Rumeli Kavak’ta herkesin doktor annesi ile hayatını birleştirmiş. Rahmetli, şimdiki son kuşağın hanım ninesi o zamanlar “boğmaca” başta olmak üzere birçok hastalığa ve yaralanmalara karşı ilaçlar yapıp tedavi uygularmış.

Büyük torun İsmail’in dediğine göre hanım ninesi balık mutfağı konusunda çok marifetliymiş. O zamanlar balık bolmuş ve her balık farklı pişirilip işlenirmiş. Kefal ve uskumrudan balık dolması; iskorpit, kırlangıç ve kefalden balık çorbası ve pilavı yapılırmış. Palamuttan tuzlama, salamura, torikten lakerda yapmak için kıyıda havuzlar kurulur, uskumrudan da çiroz yapılırmış.

Salih Reis’in askerlik yılları da cephelerde geçmiş. 7 yıl boyunca Çanakkale ve Yemen dahil olmak üzere birçok cephede  vatani görev yapmış. Bu görevi sırasında senede bir kez Kavağa gelirmiş.

İsmail Büyükcingöz 1960’lı yıllarda damar sertliğinden vefat eden dedesi için dalyanlara gitmeyi bırakmış. Dalyanlardan gelen Torik, Palamut, Lüfer ve Uskumruların vapur veya Alamana, Çektirmeler ile eskiden Haliç’te olan balıkhaneye, satışa gönderilmesi ile ilgilenir olmuş. Rahmetli oğlu; torunları İsmail, İbrahim, Melih, Salih ve Müzeher’in babası Rıfat Büyükcingöz dedesinin mesleğini devir almış.

Rahmetli Rıfat Reisi de bir sonraki yazıda anlatmaya devam edeceğim.

50 yıl önce, Kavak’ta, ağlarını ayıklayan balıkçılar. Çizim: Halit Konanç

Halit Konanç

23 Temmuz

Dilek Yarımadası Milli Parkı

Milli Park’a giderken çok güzel bir manzaraya sahip bir tepedeki “Sultan Sofrası Vadi” isimli kafe/lokantaya uğradık çay içmek için. Kız kardeşim oturur oturmaz duyduğumuz sesin kaya sıvacıya ait olduğunu söyledi. Sonra da küçük, ilginç bir örümcek ziyaret etti bizi.

Kaya sıvacı. Fotoğraf: Vince Smith
Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Bugün ilk kez yüzdük Milli Park’ta. Suyun rengine, manzaraya bayıldık. Hemen karşımızdaki böylesine görkemli bir ormana, çalılarla kaplı tepelere bakarak, yeşil-turkuaz renkli berrak suda yüzmek büyük bir ayrıcalık. Milli Park’ta yüzmeye izin verilmesine şaşırmıştım ilk öğrendiğimde. Umarım ziyaretçiler bu hakkın değerini biliyorlardır. Üstelik tahta koltuklar, duş, tuvalet ve öğrendiğimize göre belli zamanlarda yeme içme hizmeti de var. Kuşadası’nı hep korkunç yapılaşma ile özdeşleştirdiğim, bu yönde haberler duyduğum için de Milli Park’ın güzelliği çarptı beni, bölgeyi daha iyi tanımış oldum. Yoncaköy de zaten oldukça yeşil bir kumsal oluşuyla şaşırtmıştı beni. Bunca yapılaşmaya rağmen Kuşadası çevresinin halâ böyle güzel olması umut verici aslında ama ne yazık ki daha iştahlı bir yapılaşma nedeniyle doğal alanlarımızı  hızla yitirdiğimiz günler bunlar. Bu durumda milli parkların geleceği bile tehlikede belki de.

Milli parktaki kumsallardan birisi. Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Milli Parkta çok sayıda yaban domuzu olduğunu biliyorduk ama neredeyse birlikte yüzeceğimizi tahmin edemezdik. Daha kumsala ulaşmadan orman içerisinde yürüyen birisini gördük. Yerleşir yerleşmez  çok sayıda yavrusuyla birlikte bir dişi belirdi otoparkta. Bazı insanlar onlara yiyecek vermeye çalışıyordu. Kimileri korkuyordu elbette.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Yaban hayatla etkileşim çok ciddi bir konu. Alaska’da ayıların sık görüldüğü ziyaretçi merkezlerinde yiyecek taşımak, yemek yasak. Elbette yalnızca ayıların insanlara alışmasını önlemek açısından değil, can güvenliği için de koyuluyor bu yasaklar. Yalnızca bu merkezlerde değil, yerleşim yerlerinde de çöp kutularının da özel kilitleri var. Çöplerine sahip çıkmayan insanlar nedeniyle bölgeye dadanan ve bu nedenle büyük tehlike oluşturan ayılar yetkililerce alınıp uzak bir yere taşınıyor ancak bu her zaman başarılı olmuyor. Ayıların rahatça bölgede, çöp kutularının çevresinde dolaşması önlenemezse o ayıyı öldürüyorlar ne yazık ki. Dilekadası Milli Park’ında çöpler konusunda benzer bir uygulama yok ne yazık ki. Şimdiye dek bir tür yaralanma vakası görüldü mü bilmiyorum ama ortalıkta bu denli yiyecek bulunması, hatta insanların domuzlara yiyecek atmaları, domuzların bu kolay beslenme fırsatı nedeniyle insanların olduğu yerlere gelmeleri potansiyel bir tehlike oluşturmuyor mu acaba? Yetkililer bu konuda ne önlem alıyorlar? Bu konuda bilgilenmek istiyorum.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Yeğenim Rüzgârla birlikte şnorkelle yüzdük. Salpa, karagöz ve sanırım melanur gördüğümüz türlerdendi. Memleket sularında görmediğim rengarenk balığı da- sanırım “gün balığı”- uzun süre sonra burada gördüm. Bu balık bana hep Karaburun’u hatırlatır. Orada ne zaman yüzsem görürüm.

Gün balığı (Thalassoma pavo). Fotoğraf: Cisamarc

Özgür Keşaplı Didrickson

24 Temmuz

Selçuk

Yeğenlerle Efes Müzesi’ni ve sonra Efes’i gezdik. Daha önceki gelişlerimde de dikkatimi çeken, “Dionysos sütunu” olarak da geçen asma kütüğünü inceledik yeniden. Üzerinde, keçininki gibi bacaklara sahip görünen desen Pan’ı andırıyor, acaba o mu? Ayrıntılı bilgi vermemişler. Aslan olabilecek bir figür ve kalp şeklinde yaprak da var. Ve elbette üzümler.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Hakkında beylik bilgiler dışında pek bir şey bilmediğim Dionysos ilgimi çeken tanrılardan. Müzedeki en güzel heykellerden biri de onun. Müzenin yakınında da bir heykeli var ama elbette müzedekinin yanında pek de gözünü almıyor insanın. Yine de onu da seviyorum ben, ne de olsa  bu ülkede en çok susadığım şeylerden birisi heykel.

Dionysos. Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Efes’te, Celsus Kütüphanesi’nde yine bir yemek organizasyonu hazırlıklarına denk geldik. Bir önceki gelişimizde de görmüştük. Çok pahalı bir tur şirketi burada müşterilerine müzikli yemek ziyafeti sunuyormuş. Paralar Efes ve çevresindeki kazılara (örn. yamaç evlerle ilgili kazılara) bütçe falan sağlıyor mu bilemiyoruz ancak ben bundan hem şüphe duyuyorum, hem de ne olursa olsun böyle bir şeye izin verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca belki de yalnızca o gün Efes’i görme fırsatı bulan ziyaretçilere böyle bir saygısızlık nasıl yapılır? Kütüphanenin görkemiyle nerdeyse alay edilir şekilde yerleştirilmiş, sandalyelerinden kurdeleler sarkan beyaz masaları dolduracak olanlar Efes’in değerini bilen insanlar mı yoksa paralarıyla her yere – en azından bir süre için – girebilmenin keyfini süren insanlar mı? Juneau’da (Alaska) bir lisenin kütüphanesinde Celsus Kütüphanesi’nin çerçevelenmiş fotoğrafını görünce çok şaşırmış ve kendimi ayrıcalıklı hissetmiştim. Bir sürü, birbirinden güzel antik şehir var topraklarımızda. Değerini biliyor muyuz?

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Efes’i gezdikten sonra leylek yuvasını gözlemek için Bella Hotel’e gitmeyi düşünmüştük ama ne yazık ki yuva boştu. Afrika’ya yolculuk yakın tabii, gençler uçmayı iyice öğrenmeli. Bir önceki ziyaretimizde yuvanın tek yavrusu henüz emin şekilde açmıyordu kanatlarını, biz bugün onu görmeye geldiğimizde kimbilir neredeydi. Yeğenlerimin o yuvayı, yavruyu yakından görmelerini çok istemiştim ama Selçuk’ta son günlerimiz; seneye kaldı bu görüşme.

Özgür Keşaplı Didrickson

25 temmuz

İzmir

Fuarın yıllardır geçmediğim bir köşesinde muhteşem bir karabiber ve manolya ağacı varmış meğer. Bir de bir sürü leş kargası. Manolya ağaçlarını, özellikle büyük olanlarını gördüğümde aslında hep korkarım çünkü o yerin nemli olduğunu söylerler. Selçuk’a ilk geldiğimde de büyük birini görünce yazın nasıl kavrulacağımızı anlamıştım. Valensiya (İspanya) ziyaretimde yoğun nem nedeniyle hastalanmıştım. Zaten hayatımda gördüğüm en büyük manolya ağacıyla da orada karşılaşmıştım. (Rehber kitaplara göre adı “Büyük Çiçekli Manolya” olan bu türün vatanı Kuzey Amerika’nın güneyiymiş). Ancak her şey bir yana bu ağaçları çok seviyorum. Fuardaki manolya ağacının gövdesi ne güzelmiş, tam tırmanmalık, sallanmalık ancak ne yazık ki üzerine yazı yazmışlar. Bu korkunç huyumuzdan nasıl kurtulacağız?

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Kardeşim ve yeğenlerimle buluşma noktasına giderken gördüğüm ağaçlara elbette yeğenlerimi de getirdim hemen. Bu güzel manolyaya tırmandık, dallarında sallandık. Ağacı salladığımda düşenler biraz daha özel gelse de bir sürü güzel yaprak topladım yerden. Eve gelince kollarımın birkaç noktada morarmış olduğunu gördüm, gülümsemeden edemedim. Bir manolya ağacı bizi yaralayabilir mi ki? Mor renklerim elbette ağacın gücünü, güzelliğini bana ilettiğinin kanıtıydı, sağ ol manolya!

Özgür Keşaplı Didrickson

26 temmuz

Selçuk

Bugün yeniden gittik Dilek Yarımadası Milli Park’ına. Parka girmeden önce Zeus Mağarası’nda yüzdük ilk defa. Bilgi panolarında yüzmenin yasak olduğu söylense de son ziyaretimizden beri inanılmaz bir kalabalık oluyor mağarada ve pek çok kişi yüzüyor. En keskin, teknik kıskançlıklardan birisi birileri yüzerken yüzememek sanırım. Bu sefer yüzebildim ya, muradıma erdim. Çok güzel bir histi o özel yerde yüzmek. Mağara oluşu dışında mitolojik öyküsü nedeniyle de çok özel bir yer. Yunan mitolojisine göre göklerin tanrısı Zeus, kızdırdığı kardeşi deniz tanrısı Poseidon’un üçlü abasıyla yarattığı çok yüksek dalgalardan kaçmak için bu mağarada gizlenir, dinlenir ve yıkanırmış. Mağaradan dönerken çok ilginç böcekler gördük.

Zeus Mağarası. Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson
Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Bir önceki yüzüşümüzde sahildeki kuru ağaçlar dikkatimizi çekmişti. Geniş bir alana yayılan dallarıyla çok güzellerdi. Bu gidişimizde, başka bir noktada biraz oturduktan sonra, bu ağaçlardan birisinin altına yerleşebildik. Hemen yanımızda, ılgın ağacının altında tahta bir masa bile vardı. Gerçekten çok özel bir kumsal. Yanımızda oturanların çok çocuğu vardı, dallara dizildiklerinde biz çocukken pazar günleri yayımlanan filmlerden çıkmış gibi bir görüntü oluşuyordu.

Parkta yüzerken yine yaban domuzları, özellikle yavruları dolandı etrafımızda, hatta dönmemize yakın bir genç erkek fazlaca yaklaştı bize. Uzaklaştırmayı başardığımızda rahatladık. Gitmeye yakın daha genç olduğu çizgilerinden belli yavrularla da karşılaştık.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

27 temmuz

Selçuk- Burhaniye yolculuğu

Yüzyılın en uzun tam ay tutulması başlamadan önce yoldaydık. Tutulma başladığında mola verdik. Ayın üzerinde belirmeye başlayan gölgenin dünyaya ait olduğunu bilmek ne kadar heyecan verici.

Fotoğraf: Jynus
Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Bilimin, böylesi olayların sihrini bozmamak bir yana, ona kan verdiği durumlara en büyük örnek evrenle ilgili bilgiler değilse nedir? Üzerinde yaşadığımız gezegenin küçüklüğünü, yaşını, komşularını, onlardan uzaklığını, ayın ve güneşin ne zaman tutulacağını bilimsel terimler aracılığıyla öğrensek bile hayranlığımızın, şaşkınlığımızın içine şiir, müzik, düşler sızmıyor mu? Benim de aklıma Mother Love Bone‘un en sevdiğim şarkılarından “Stargazer” ve aynı zamanda gökbilimci olan Queen gitaristi Brian May gelmedi mi zaten? Üstelik “stargazer” hem “gökbilimci”, “yıldızgözleyen” hem de sanırım “hayalperest” anlamına geliyormuş. “Gök kubbe” kelimesinin İngilizce karşılığının “heavens/cennet” olması da hep hoşuma gitmiştir.

Brian May’in yazdığı “39” şarkısı, 1939’da çıktıkları ve 1 yıl sürdüğünü düşündükleri uzay yolculuğundan dünyaya geri döndüklerinde aslında 100 yıl geçtiğini ve sevdiklerinin yaşlandığını ya da gören bir grup uzay kâşifinden söz eder.

Efes Müzesini yeni gezdiğimiz için doğanın ve avcılığın yanısıra ayın da tanrıçası olan Artemis’e de selam ettik büyük yeğenim Rüzgârla. Artemis’in kardeşi Apollon da güneşin temsilcisi. İki kardeş güneş ve ay ışınlarının sembolü sayılan ok ve yay taşırlarmış. Artemis’in öyküsü çok ilginç. Kardeşi Apollon’dan bir gün önce doğmuş ve annesine doğum sırasında yardım etmiş. Annesinin acısına şahit olunca evlenmemeye ve bakire kalmaya karar vermiş. Selçuk’ta Artemis Tapınağı varmış.  Dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen bu tapınağın yerini yeni öğrendim ama henüz gezemedim. Ne yazık ki tek bir sütun ayakta kalmış sanırım. Herhalde antik taşlar da vardır çevresinde. Yıllardır bildiğim ünlü Artemis heykellerini müzede görünce çok heyecanlanmıştım. Bu 3. ziyaretimde de yeğenlerimle hayran kaldık onlara. Bir tek “Büyük Artemis” ve “Güzel Artemis” heykellerini görmek için bile herkes Efes Müzesi’ni ziyaret etmeli bence. Bilgi panolarında da belirtmişler, bu heykeller elinde ok ve yayla ormanda gezinen avcı Artemis’ten gerçekten çok farklı. Heykellerin üzerinde akrep, arı ve türlü düşsel yaratık desenleri var. Müzelere girip çıktıkça hep daha çok okumak gereği, isteği doğar ya, mitoloji tam bir okyanus.

“Büyük Artemis” heykeli. Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Burhaniye’ye ulaşınca ara ara aya bakmak için bahçeye çıktık. Küçük yeğenim Defne’yle, o yatmadan hemen önce de baktık kızıla bürünmüş aya ve hemen altında görülen kızıl Mars’a.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı
Fotoğraf: Jynus

Özgür Keşaplı Didrickson

28 Temmuz

Burhaniye

00:42 Az önce çıkıp aya baktım. Dolgun bir hilâl dünyanın gölgesinden sıyrılmış parlıyor.

00:57 Yarısından fazlası görünüyor artık ayın.

01:31 Yazmaya dalmışım, ancak şimdi baktım aya yeniden. Güneşle arasından çekilmişiz; sadık, parlak gece lambamız, dostumuz olmuş yine.

Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.

Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.

Bunu paylaş: