Gezi: Beş Yıl Önce, Beş Yıl Sonra – Emrah Maraşo

Gezi Parkı başkaldırısıyla tetiklenen Haziran Direnişi beş yılı geride bırakırken günümüzden bakıldığında beş yıl öncesi bugün tam olarak ne ifade ediyor, neye karşılık geliyor ve sizce gelecekte nasıl bir konuma erişecek?

Gezi Parkı ya da Haziran halk hareketine bakarken onun evveliyatını düşünmek gerek. Eğer bunu gözden kaçırırsak Gezi’yi olağanüstüleştirir ve ona ister istemez mistik bir hava katarız.

Hatırlarsanız Gezi öncesinde devrimci ve yurtsever öncüler Ergenekon, Balyoz vb tertiplerle zindanlara atılmıştı. Bu kumpaslara karşı Silivri önlerinde büyük bir direniş gerçekleşiyordu. Bu direnişte Vatan Partisi (o zamanki adıyla İşçi Partisi) en önde kitleleri seferber etmişti. Cumhuriyete karşı olan uygulamalar halkta büyük bir tepkiye neden oluyordu. Milli bayramların kutlanmasına izin verilmemesi, TC ibarelerinin tabelalardan indirilmesi, devrimci tarihe olan saldırı bunlardan birkaçıydı ve bütün bu uygulamalar tepkiyle karşılandı. Örneğin 29 Ekim 2012’de Ankara Ulus Meydanında Cumhuriyetin kuruluşunun kutlanmasının yasaklanmasına halk kitlesel bir yanıt vermişti.

AKP hükümeti o dönem sadece Cumhuriyete karşı uygulamalarıyla değil açılım çizgisiyle, akil adam heyetleri kurarak kamuoyu imal etmeye çalışmasıyla da hatırlanıyor. İktisadi sıkıntılarla birleşen, özellikle cumhuriyetçi kitlelerdeki hoşnutsuzluk bir halk hareketine dönüştü. Bu hareket siyasal olarak tertiplere ve “açılım”a, ideolojik olarak Cumhuriyete yönelik saldırılara karşı bir direnişti.

Gezi ya da Haziran halk hareketini değerlendirirken işte bu sürecin içine yerleştirmek gerek.

Bu tarihsel kesitin sonunda AKP-Fethullah koalisyonu sona erdi.

Yurtseverler İşçi Partisi’nin önderliğindeki halkın mücadelesiyle Silivri duvarlarını yıktı.
ABD gladyosu olan Fethullahçı örgütlenme terörist bir yapı olarak tanındı.

İkinci olarak halk hareketi açılım masasını devirdi. ABD destekli bölücülükle müzakere yapılamayacağı görüldü ve PKK’yı silahla boğma dönemi başladı.
Bu, Türkiye’nin zorunluluğuydu ve iki ana etkene bağlı olarak ülkemizde ABD emperyalizmine karşı olan tepki ve nefret sadece geleneksel ilerici-solcu kesimlerde değil, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra muhafazakâr halkta da karşılık buldu. Bu sürecin tamamı özünde ABD emperyalizmine bağımlı siyasal çizgiye karşı konumlanmasıdır. Haziran halk hareketine de yüzeysel, boş bir karşıtlıkla değil bu içerikle bakmak gerekir. Buradan bakarsak halkımızı birleştirebiliriz. Buradan bakarsak elimizde bir pusula olur. O pusulada içi boş bir karşıtlık değil, bir siyasal program yazılıdır ve en başında da Türkiye’nin birliği ve bağımsızlığı vardır.

Elbette Cumhuriyetin değerlerine ve çağdaş yaşam tarzına sahip çıkmak, onu savunmak her şart altında geçerlidir. Fakat bunun savunulması için bile kavranacak halka öncelikle ABD emperyalizmine ve onun siyasal uzantısı PKK-HDP ve FETÖ’ye karşı cepheden konumlanmaktır.

Geleceğimizi de bu noktada sağlam tutum almak belirleyecek. Söz konusu noktada yalpalayanlar ne kadar AKP karşıtlığı yaparlarsa yapsınlar bu partiyi iktidarda tutmaya devam edeceklerdir. Çünkü yukarıda ifade ettiğimiz iki yapıyla dolaylı da olsa işbirliği yapanlar milletle birleşemez.

Gezi ve Haziran deneyimi beş yıl önce alanlarda olan muhalif odaklar açısından olumlu-olumsuz ne gibi sonuçlar doğurdu?

Eleştiri ve özeleştiriyi gözeterek geleceğe yönelik sistem karşıtı fikir ve eylem inşasında bu döneme nasıl başvurulmalı, Gezi’den nasıl faydalanmalı?
Gezi şunu gösterdi:

Bu ülkede Atatürk’e rağmen hiçbir şey yapamazsınız!

Bu ülkeyi gericilik ve bölücülükle koalisyon kurarak, açılım masalarında konuşarak yönetemezsiniz!

“Muhalif odaklar” diye nitelendirdiğiniz kesimler belirttiğim bu iki husustan ders almadılar. Atatürk’ü ağızlarına almaları da onları kurtarmaz çünkü Atatürk’ün devrimci programının dışında hatta karşısındadırlar. Bütün AKP eleştirileri işte bu noktada boşa düşmektedir çünkü 2013 öncesi AKP çizgisini başka kılıflar altında savunmaktadırlar.
Sadece Vatan Partisi programına sadık kalmış ve yalpalamamıştır.

Gezi, aynı zamanda doğru eylem çizgisinin ne olması gerektiğini de gösterdi bize. Halkın doğru talepleriyle birleşmek kitleselliği, maceracılık ve başıbozukluk ise PKK’nın yanına düşmeyi ve bozgunu getirdi.

Geleceğe yönelik sistem karşıtı fikir ve eylem inşasında kuruculuğa ve örgütlülüğe vurgu yapılmalı. Gezi’nin liberal, geri damarının zaafı da buydu. Gezi’de eleştiri vardı, tepki vardı, direniş vardı, özlemlerimiz vardı ama kuruculuk eksikti. Kuruculuk ise kendiliğinden olmaz. Ancak devrimci, açık seçik programı olan, kitlelerle birleşme yeteneğine sahip disiplinli bir öncü örgütlenmeyle mümkün olur.
Bunun yanı sıra dayanışma, kardeşlik, insancıllık, yaratıcılık Gezi’nin en olumlu yanlarındandı.
Kanımca Gezi’nin dersleri özümsenmeli ancak geleceğe bakılmalı. Geleceğimiz ise Türkiye’ye yönelik somut emperyalist tehditlere karşı konumlanmaktır. Bu bakımdan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye Gezi’de ayağa kalkan kitleler Türkiye’nin bağımsız ve aydınlık geleceğini temsil etmektedir.

“Gezi Sanatı” ve “Gezi Mizahı” gibi tanımların bir somutluğu var mı? Varsa günümüzde geçerli mi, geçerli olmalı mı? Gezi’yi romantikleştirmenin tehlikeleri ve getirileri nelerdir?

Gezi’de sanatçılarımız kuşkusuz çok değerli ürünler verdiler. Fakat “Gezi Sanatı” ya da “Gezi Mizahı” gibi bağımsız kategoriler göremiyorum. Daha çok bu kavramların karikatürleri söz konusu ve doğrusunu söylemek gerekirse artık bunlar ömürlerini tamamladıkları için de tekrarlanmaları gına getirdi. Söz konusu “sanat” ve “mizah” günümüzde geçerli değil çünkü bugün aynı Türkiye’de yaşamıyoruz. Farklı, başka bir siyasal tablo var önümüzde. Köprünün altından çok sular aktı.

Gezi’yi romantikleştirmenin en naif tehlikesi geçmişte yaşamak, bugünün meselelerine Gezi gözlüğüyle bakmak ve gerçeklikten kopmaktır. Naif olmayan tehlikesi ise Gezi’yi turuncu planlarına dayanak yapmak isteyenlerin aleti olmaktır.
Gezi romantizminin getirisi dayanışma ve insancıllıktır kuşkusuz.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi126

Bunu paylaş: