Gezi: Beş Yıl Önce, Beş Yıl Sonra – Sadık Usta

Gezi Parkı başkaldırısıyla tetiklenen Haziran Direnişi beş yılı geride bırakırken günümüzden bakıldığında beş yıl öncesi bugün tam olarak ne ifade ediyor, neye karşılık geliyor ve sizce gelecekte nasıl bir konuma erişecek?

Bundan beş yıl önce, 27 Mayıs günü başlayan ve bir ay boyunca sadece Türkiye’yi sarsmayan aynı zamanda dünyada da yankı uyandıran Gezi Direnişinin hangi koşullarda ve hangi amaçla başladığını kısaca hatırlatmakta yarar var.

Gezi Direnişi, AKP iktidarının, Taksim Gezi Parkı’nı ortadan kaldırarak yerine 31 Mart gerici ayaklanmasının merkez üssü olan Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etme; Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkarak bölgeyi yeni bir alış-veriş merkezine dönüştürme girişimine karşı başlamış, 1 Haziran’da bir üst aşamaya sıçramış; enerjisini yitirmeksizin bütün Türkiye’yi ayağa kaldırmış soluklu bir halk hareketidir.

Bu tarihi olay, dirençliliği/uzun solukluluğu, yaratıcılığı, kitlesel katılımı ve kendine has birçok başka özellikleri açısından, şimdiye kadar (belki de dünyada) eşi ve benzerine rastlanmayan büyük bir başkaldırıdır.

Hareket, Gezi Parkı’nı yeşil alan olarak korumak amacıyla başlamış, bu açıdan sınırlı, “masum”, “siyaset dışı” çevreci bir eylemdir. Ancak Erdoğan iktidarının saldırgan, hilekâr ve düşmanca; polisin acımasızca ve orantısız şiddete baş vuran tutumuyla birlikte ülke çapında büyük kitlesel eylemlere dönüşmüştü.

Özellikle, Tayyip Erdoğan’ın direnişçileri “bir avuç çapulcu” diyerek küçümseyen ve aşağılayan tavrı; içki yasağını savunurken Atatürk ve İnönü’ye “iki tane ayyaş” diyerek hakaret etmesi, tam da o günlerde açılışı gündeme gelen 3. Boğaz Köprüsü’ne tarihte Alevi kitlelere yönelik kıyımlarıyla meşhur Yavuz Sultan Selim’in adını vermesi; ve halkın doğrudan günlük yaşamını, gençliğin yaşam tarzından hareketle çağdaş insanları tehdit etmesi, kitlelerin birikmiş öfke ve isyan duygusunu harekete geçirmiştir. Tabii ki bu halk hareketi, önceki yıllarda verilen mücadele örneklerinden; 19 Mayıs, 29 Ekim gibi kitlesel gösterilerden cesaret almış; ondan önceki Balyoz ve Ergenekon tertiplerine karşı verilen Silivri “meydan muharebelerinin” deneyim ve tecrübesinden yararlanarak yaratılan korku duvarını yıkmıştır.

Gezi Direnişi, yıllar önce Attila İlhan’ın sözünü ettiği dip dalganın su yüzüne çıkmasıdır. Ondan sonra da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve olmamıştır. Aslında hareketin ilk nüveleri, bir yıl öncesinden başlayan cumhuriyetçi büyük kitlesel eylemlerde ve işçi sınıfının kitlesel dalgadan da güç alarak yükselen direnişleriyle şekillenmeye başlamıştı. Katılanların bir kısmı bunun bilincinde olsun veya olmasın; bazı solcular/sosyalistler bunu kabul etsin, etmesin şu tartışmasız bir gerçektir: Haziran başkaldırısı, Cumhuriyetçi, çağdaş yaşamı benimsemiş, yurtsever bütün toplumsal kesimleri, ellerinde Türk bayrağı ve Atatürk resimleriyle, ülke çapında eşzamanlı eyleme katarak, yeni bir dönemi müjdelemiştir.

Tarihten de gördüğümüz gibi büyük kitlesel patlamalar, koşulları oluştuğunda, genellikle, insanlığın vicdanını ayağa kaldıran olaylarla tetiklenir. Bir kez başladıktan sonra da, kitle hareketi, patlamaya vesile oluşturan o tekil olayın neden-sonuç ilişkisinden bağımsızlaşarak, toplumdaki esas çelişme veya çelişmelerin damgasını vurduğu, gerçek toplumsal-siyasi yatağına oturur. Haziran Gezi direnişinin kitleselleşmeye yol açan tetikleyicisi de, sökülmek istenen ağaca ölümüne sarılan bir genç kızın sembolleşen görüntüsüdür. Onu sonradan polisin yüzüne biber gazı sıktığı ‘kırmızılı kadın” ve hareketin bastırılmasından sonra da “duran adam” imgesi takip etmiştir.

İnsan zihni, özellikle ilk defa yaşanan, benzersiz büyük toplumsal olayların ruhunu, geçmişteki benzer olaylarda arar; geçmiş ayaklanmaların, onlara önderlik eden devrimcilerin ruhları direnenlerin zihninde hayal gücünde dolaşır. Haziran başkaldırısının karşılaştırılabileceği benzer en yakın tarihi örnek, 27 Mayıs 1960’ı hazırlayan kitle hareketleridir. Özellikle 28 Nisan’da 555K eylemiyle doruğuna varan gençlik hareketinde sembolleşen kitle hareketleri, gerçekten de DP’nin milletin vicdanında meşruiyetini yitirdiğinin göstergeleriydi.

Bu hareket sadece ulusal tarihimizden değil aynı zaman da hem 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde hem de 1793 Fransız Anayasasında dile gelen, “insanların zulme karşı direnme hakkı vardır” şiarından ilham almışlar ve bu buyrukları yerine getirmişlerdir. Bilindiği gibi Mustafa Kemal de Kurtuluş Savaşı’na başlarken Nutuk’ta belirttiği gibi “Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lazım geliyordu” demektedir.

Kısacası Gezi Direnişi, her fırsatta Cumhuriyet devrimini ve onun birikimini hedef alan AKP hükümetine karşı etkin ve kitlesel bir tepkiydi. Tarihsel perspektifle baktığımızda, Haziran Ayaklanmasının bize has, “çılgın Türklere” özgü olduğu hemen görülmekte. Onun benzersizliğinin, arkasındaki “orantısız zeka” denilen büyük yaratıcılığın ve enerjinin kaynağı bu özelliktir.

En önemli özelliği de, ağırlığını eğitimli gençliğin oluşturduğu aydın karakterli emekçilerin oluşturmasıdır; ikinci olarak, antiemperyalist, ulusal bağımsızlıkçı tavırdır.

Dünya tarihinde Gezi Direnişine benzer bir direniş daha vardır: 68 Hareketi. Bizde 68 Hareketi esas olarak üniversitelerle sınırlıydı; aslında bütün dünyada böyleydi. Fakat Gezi Direnişi halkın bütün kesimlerini harekete geçirerek çok kapsamlı bir boyut kazanmıştı.

Haziran Direnişi olarak simgeleşen halk hareketi, çok önemli öğretici bir ders içeriyor: Her yaştan, her fikirden, eğilimden, siyasetten insanların; “tahrik olmadan”, kışkırtmalara kapılmadan, kendi içinde bölünme yaşamadan, saldırganlaşmadan, itişip kakışmadan uzun süreli ortak bir eylemi yürütebilmesi muhteşem bir başarıdır. Direniş halkı birleştirirken, AKP’de simgeleşen gerici sınıf ve katmanların birbiriyle olan çelişkilerini açığa çıkarmış, Tayyip Erdoğan başkanlığındaki koalisyon ortaklığını bitirmiştir. Tayyip Erdoğan-Fethullah Gülen çatlağı Gezi direnişiyle daha da büyümüş ve ardından iki gücün açık çatışmasına dönüşmüştür.

Birçok insan Gezi olaylarının bir saman alevi gibi parladığını ancak geride hiçbir şey bırakmadan bittiğini düşünmekte veya ifade etmektedir. Bu karamsar bir değerlendirme ve esas olarak tarihsel süreçlerin nasıl oluştuğunu kavramayan eksik bir anlayışın ifadesidir.

Bu hareketten büyük siyasal başarılar, yeni örgütler veya kalıcı mevziler beklemek doğru olmaz. O, tarihsel bir çıkıştı ancak her halk hareketi gibi belleklerde, kurum ve ilişkilerde önemli, derin izler bırakarak geri çekildi. Her toplumsal, insanların bilincinde, günlük hayatın işleyişinde, insanlar arası ilişkilerde, yaşam tarzında, çalışma alışkanlıkları ve yönteminde, davranış normunda; en önemlisi de hayata ve çevremize farklı bakmayı öğreten bakış açısında derin izler bırakır.

Bir toplumsal ayaklanma ve direniş somut siyasi bir başarı kazanamayabilir. Bitiminde yeni bir örgütlenme odağı yaratamayabilir ya da yaratmadığı sanılabilir. Ancak toplumsal hareketler, dünyayı değiştirerek derinlerde akmaya devam ederler. Bunun izleri ilk anda görülemez, hatta harekete katılanlar bu değişikliğin farkında bile olmazlar, çünkü bu iz ve değişiklikler çok sonraki süreçlerde ortaya çıkarlar.

Bu hareketler olumlu ve olumsuz derslerin çıkarılmasını neden olurlar. Aynısı Gezi Direnişi için de geçerlidir. Gezi Direnişi daha şimdiden birçok akademik tezin konusu olmuştur. Hakkında yüzlerce kitap yazılmış; siyasi-sanat ve edebiyat dergilerine kapak olmuş; belgeselleri yapılmıştır.

Etkilerini yıllar içinde polisin davranışındaki değişiklikte, siyasetçinin konuşmasındaki samimiyette ve ihtimamda, bürokratın edindiği olgun tavırda, eylemcinin strateji ve taktiği gözeten sabırlı ve olgun tavrında, anayasal metinleri kaleme alan profesörün zihniyetindeki değişiklikte, yasa önergesi veren milletvekilinin duyarlılığında, aile ve eşler arası ilişkilerde, gazetecinin duyarlılığında ve üslubunda, kurumların yönetmeliklerinin dilinde vb. anlarız ve görürüz.

Gezi Direnişi Taksim’de başlamış ancak orayla sınırlı kalmamış, Türkiye’nin bütün kent ve kasabalarına yayılmıştır. Yurtdışında yaşayan Türklerin aktif katılımıyla dünyanın her yerinde yankılanmış ve sempati yaratmıştır.

Etkisi ve yankısı sadece Türklerle sınırlı kalmamış, birçok ülkede dayanışma eylemlerine yol açmıştır.

Peki, eylemler halk katmanlarında nasıl değerlendirilmiş ve gösterilere kimler katılmıştır:

Bazı rakamlar verelim. Polis raporlarına göre eylemlere 70 civarında kentte 8-12 milyon yetişkin katılmıştır. Eylemcilerin ezici çoğunluğu (katılımcıların % 65’i) 15-30 yaş grubudur. Bunlar internet kullanan, sosyal medyada aktif olan, çağdaş gençlerdir. Bu insanların % 70’i herhangi bir partiye üye değildir. “Özgürlük”, “Laiklik” gibi talepler en yakıcı talepler olarak dikkat çekmiştir. Polisin orantısız şiddetine, Tayyip Erdoğan’ın kışkırtıcı üslubuna karşı çıkanların oranı % 90’dır. Eyleme katılanların yarısı kadındır. Taksim eylemlerine katılanların sadece % 5’i Beyoğlu’nda oturmaktadır.

Direniş, kısa bir süre içinde salt gençliğin protesto eylemi olmaktan çıkmış, anne ve babaların da katıldığı bir halk hareketine dönüşmüştür. Çocuklarının yaşamlarından endişe duyan anne ve babalar eylemlerin müdavimleri olmuşlardır. Eyleme katılamayanlarsa eylemcilere su, ekmek, giyecek, ilaç, gaz maskesi vs. taşımıştır. Evlerini açmıştır.

Diğer toplumsal eylemlerden farklı olarak sanatçılar (özellikle diziler sayesinde tanınan oyuncular, müzisyenler, televizyonlardan tanıdığımız sunucular vs.) en önde yer almışlardır. Kurumlar, özellikle de odalar (Hekimler Odası, Barolar Birliği vb.) her açıdan destek vermiştir. Cami imamları, orta halli ve zengin kesimin konakladığı otellerin, restoranların, kafelerin yetkili personeli; askeri hastanelerin kapısında nöbet bekleyen askerler eylemcileri korumuş, desteklemiştir.

Bir anket şirketi, o günlerde Türkiye’de faaliyet gösteren önemli şirketlerin (137 şirket) CEO’larıyla görüşmüş. Bunun sonuçlarını sonradan Ekonomist dergisi de yayımlamıştı. Görüşme yapılan CEO’ların yüzde 50’ye yakını eylemlere şu veya bu oranda katıldığını açıklamış. Bunlardan iktidarın tavrını, polisin tutumunu vs. 10 üzerinden puanlamalarını istemişler. Ezici çoğunluk 10 üzerinden 1 veya 2 puan vermiş. Hatta bazı ünlü şirket sahipleri çıkıp açıktan “Kanın döküldüğü yerde gidip mağaza açmayız” diyerek, Taksim’de yapılacak AVM’lerde mağaza açmayacaklarının sinyalini vermişlerdir. Bir açıdan eylemlere destek olmuş ve iktidarı eleştirmişlerdir. Bunlar ilk kez olan olaylardır.

Gezi ve Haziran deneyimi beş yıl önce alanlarda olan muhalif odaklar açısından olumlu-olumsuz ne gibi sonuçlar doğurdu? Eleştiri ve özeleştiriyi gözeterek geleceğe yönelik sistem karşıtı fikir ve eylem inşasında bu döneme nasıl başvurulmalı, Gezi’den nasıl faydalanmalı?

Gezi Eyleminden sonra Türkiye siyasi hareketleri büyük bir krize girmişlerdir. İstisnasız her hareket bu eylemden etkilenmiştir. Halkın Bağımsızlık, Cumhuriyetçilik, Laiklik, Hoşgörü, Özgürlük gibi talepleri ne iktidar ne de muhalefet tarafından anlaşılabilmiştir. Bu eylemlere katılan bütün hareketler içinde bölünme yaşanmıştır, çünkü eylemlerden sonra hiç kimse o güne kadarki siyasi gelenek ve örgütlenme tarzıyla devam etmek istememiştir. Gezi’nin ilkelerini benimseyemeyen hareketler kısa bir süre sonra eski alışkanlıklarına dönmüştür.

Belki örgütlü sol-sosyalist hareketler direnişten sonra sosyal medyanın etkisini daha çok anlamıştır, ancak çıkarılan ders ne yazık ki bununla sınırlanmıştır.

Gezi eyleminin ilkelerini (özgürlük, yaratıcılık, mizah, eşit ilişki, katılımcılık vs.) benimseyecek herhangi bir hareket hızla büyüyebilirdi, ancak bu gerçekleşmemiştir.

“Gezi Sanatı” ve “Gezi Mizahı” gibi tanımların bir somutluğu var mı? Varsa günümüzde geçerli mi, geçerli olmalı mı? Gezi’yi romantikleştirmenin tehlikeleri ve getirileri nelerdir?

Kuşkusuz Gezi Direnişi, birçok sanat alanına ve sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. Çok yakından tanıdığım bazı ressamlarımız Gezi temalı ve hatta bunu ütopya kavramıyla da birleştirerek muhteşem tablolar yapmışlardır. Gezi Direnişi, belgesellere, karikatür, sinema ve tiyatroya da konu olmuştur, ancak buradan hareketle kendine has, özgün bir dil, üslup vb. açısından özgün Gezi Sanatı kavramından bahsetmek sanırım mümkün değildir. Buna karşın bir “Gezi Mizahı”ndan bahsetmek kesinlikle mümkündür.

Herkesin dikkatini çeken ilk olgu, Gezi direnişçilerinin otaya koyduğu yaratıcı dil, “orantısız zekâ” ve mizahtır. Sadece mizah da değil, mizahın iyimserlikle birlikte ortaya konmasıdır. Gezi Direnişinde görülen mizahın esas niteliği budur. Mizahın kalitesini anlamak için o gün duvarlara yazılan, sosyal medyada paylaşılan, pankart ve afişlere yansıyan ve hatta dilimize bile etkide bulunan deyim ve sloganlara bakmak yeterlidir.

  • Polis şiddetini eleştirmek için: “Yeter artık polis çağıracağım!”.
  • Doğa tahribatını, ağaçların kesilmesini eleştirmek için: “Bıraksan sadece gölge yapacaktı, şimdi tarifi imkânsız meyveler verdi!”; “AVM değil orman istiyoruz”; “Doğayı sev, Tayyip’i öp”.
  • Biber gazı saldırısına: “Biber gazı bir harika dostum!”, “Polis kardeş, gerçekten gözlerimizi yaşartıyorsunuz!”, “Biz sinek ilacı aracının ardından koşmuş nesilleriz, gaz da neymiş!”, “Biberi bal eyledik, meydanı dar eyledik!”; “Gaza geldik!”, “Biber gazı cildi güzelleştirir!”; “Gazı kes, öpüjem!”; “Gaz bombası yasaklanmalıdır”.
  • Tayyip Erdoğan’ın hayatımıza kaba müdahalesini, hoyrat üsluplarını vs. eleştirmek için: “Bizim gibi üç çocuk ister misiniz?”; “Anamızı da alıp geldik!”; “Allah’ını seven defansa gelsin!”; “Sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiyem!” “Çapulcuyuz, kadınız, alanlardayız!”, “Hükümet yıkılsın, yerine AVM yapılsın”; “He Tayyip he!”, “Keep calm and Eroğan bi sus lan!”…

Tabii burada söz konusu olan sadece üretilen sloganlar, deyimler değil, aynı zamanda insanların mizahla karşıtını nakavt etmesi; sinirlerine hâkim olması; aklı ve zekâyı elden bırakmaması; Tayyip Erdoğan’ın kışkırtıcı üslubuna, iktidarın yalanlarına, medyanın “penguen belgesellerine” ve polisin orantısız şiddetine rağmen barışçıl tavrını sürdürmesidir.

Umarız bu daha başlangıçtır…

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi126

Bunu paylaş: