Gezi: Beş Yıl Önce, Beş Yıl Sonra – Nevzat Evrim Önal

Gezi Parkı başkaldırısıyla tetiklenen Haziran Direnişi beş yılı geride bırakırken günümüzden bakıldığında beş yıl öncesi bugün tam olarak ne ifade ediyor, neye karşılık geliyor ve sizce gelecekte nasıl bir konuma erişecek?

Haziran Direnişi, Türkiye halkının önemli bir kısmının ülkeye giydirilmeye çalışılan ideolojik deli gömleğine “Hayır” demesiydi. Bu yüzden “ayaklanma” değil “direniş” olarak tanımlanması gerekir. Harekete geçerkenki amacı bir şeyler yapmak değil, AKP ve Tayyip Erdoğan gericiliğine bir şeyleri “yaptırmamak”tı. Tekil ve somut örnekler üzerinden bakılırsa başarısız olduğu düşünülebilir, ama Haziran Direnişi aynı zamanda Türkiye’yi AKP ve Erdoğan tarafından krizsiz ve sorunsuz biçimde yönetilemez hale getirdi. 2013 Haziranı’ndan bu güne ülke siyasi krizden hiç çıkmadıysa, AKP yıktığı cumhuriyetin yerine yenisini kuramadıysa, dinci gerici ideolojik-politik yapılanma istikrar ve yerleşiklik kazanamadıysa bu Haziran Direnişi’nin sayesindedir.

2013 Haziranı’nda sokaklara akan kitleler bir düzen değişikliği talep etmiyorlardı ama talep ettikleri uygar, insanca yaşamın Türkiye’de, özel mülkiyet ve emek sömürüsüne dayalı bir ekonomik sistem olan kapitalizm koşullarında kurulması mümkün değil. Bu yüzden Haziran’da yükselen özgür ve aydınlık bir ülke talebi gelecekte kesinlikle sosyalizm mücadelesiyle buluşacak. Bugün ifade ettiği de, gelecekte ifade edeceği de, önemi de budur Haziran’ın. Türkiye kapitalizminin uygarlık sınırlarının ne kadar dar, ama Türkiye’nin emekçi halkının uygarlık talebinin ne kadar büyük olduğunu göstermiş olmasıdır.

Gezi ve Haziran deneyimi beş yıl önce alanlarda olan muhalif odaklar açısından olumlu-olumsuz ne gibi sonuçlar doğurdu? Eleştiri ve özeleştiriyi gözeterek geleceğe yönelik sistem karşıtı fikir ve eylem inşasında bu döneme nasıl başvurulmalı, Gezi’den nasıl faydalanmalı?

Tek tek her özne hakkında değerlendirme yapmam herhalde beklenmiyordur. Düzen solu, CHP ve HDP, kendi gerekçeleriyle uzak durdu Haziran’dan. CHP, AKP’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği dönüşümü benimsemiş, dinselleşme başta olmak üzere çok boyutlu gericileşmeyi kabullenmiş ve parti ideolojisini buna uyarlamıştı; Haziran’da ayaklanan kitlenin laik, cumhuriyetçi, özgürlükçü talepleri karşısında dehşete düştüler ve Haziran’ı bir an evvel bitmesi gereken bir tehlike olarak gördüler. HDP ise AKP ile ortak paydası İslamileşme olan bir müzakere yürütüyordu hatırlarsanız. Newroz’da Öcalan’ın “İslam bayrağı altında kardeşlik” temalı mektubu okunmuştu. Gezi’nin direksiyonuna oturamayacaklarını anladıklarında “darbe gördüler”, “Erdoğan’ı Gezi’de kurtarmakla” övündüler. Sonra da aynı AKP tarafından korkunç bir operasyona uğradılar. Şimdi, hangi yüzle bilmiyorum, #GeziSandıkta diye etiket açıyorlar.

Devrimci sol için ise kabaca bir genelleme yapmak şöyle mümkün: Bu boyutta ve kendisi devrimci değil reformcu nitelikte bir halk hareketi, devrimci öznelerde iki sonuçtan birini doğurur. Ya halktaki hareket potansiyelinin bir göstergesi olarak alır ve kendi devrimci ideolojinizi harekete yaygınlaştırmaya, ona öncülük etmeye çalışırsınız; ya da hareketin nicel boyutu karşısında paralize olur ve kendi düşüncenizi eğip bükmeye başlarsınız. Devrimcilik iddiasındaki bir örgüt ne zaman kendi düşüncesini kamuoyu beklentilerine uydurmaya çalışsa (buna “gövdeyi cekete uydurmaya çalışmak” benzetmesi yapabiliriz) düzene eklemlenir. Bugün pratik karşılığı ya CHP ya HDP’ye yamanmaktır (hatta görebildiğim kadarıyla Ali Koç’a karşı da boş değiller) ve bu partilerin ikisi de Haziran kaçkınıdır, sadece Haziran günlerinden değil, Haziran’da halkın yükselttiği taleplerin de kaçkınıdırlar.

Haziran ruhu diye bir şey varsa, ki o günleri yaşamış biri olarak kolaylıkla söyleyebilirim ki vardı, ancak kendisinden daha ilerisini talep edenler tarafından yaşatılabilir. Üyesi olduğum Türkiye Komünist Partisi’nin o gün de, bugün de yapmaya çalıştığı budur.

“Gezi Sanatı” ve “Gezi Mizahı” gibi tanımların bir somutluğu var mı? Varsa günümüzde geçerli mi, geçerli olmalı mı? Gezi’yi romantikleştirmenin tehlikeleri ve getirileri nelerdir?

Benim görebildiğim kadarıyla devrimci siyasette romantizm, bir sürü büyük iddialar ortaya attıktan sonra günün sonunda daha ileri değil daha geri siyasi pozisyonda karar kılmayla sonuçlanıyor. Bir büyük halk hareketini hakkıyla selamlamak yerine “Gezi goygoyculuğu” yapmanın siyasetteki karşılığı gidip sosyal demokrasinin kuyruğuna takılmaktır. Bu bize uzak olsun.

Gezi mizahı konusu ise biraz daha karmaşık. Haziran Direnişi’nde sokağa çıkan toplumsal kesim, karşısında sokağa çıktığı dinci gerici siyasetin alıcılarına göre çok daha kentli ve eğitimliydi. Bu, doğal olarak, direnişe çok güçlü bir hiciv içeriği kattı. Başlangıçta etkiliydi de; “korkma la biziz, halk”, “o son birayı yasaklamayacaktın”… Bunlar hareketin politik doğrultusunu iyi ifade eden, dolayısıyla güçlendiren sloganlardı. Ne var ki, sonuç alamayan şeyler tekrarlandıkça sadece bayatlamaz, aynı zamanda çürür. Haziran günlerinde o kadar etkili olan hiciv, insanlar tekrar evlerine kapanıp bilgisayar başına, sosyal medyaya dönünce narsist, sinik bir bataklığa dönüştü. Diktatörler ve dogmatik ideolojiler kendileriyle dalga geçilmesinden nefret eder ama dalga geçildiği için devrilmiş diktatör de, yıkılmış dogma da bulamazsınız. Mizah, harekete geçiriyorsa değerli, gaz alıp pasifize ediyorsa zararlıdır.

Sanata gelirsek; “Gezi Sanatı” diye bir akım ya da bir döneme dair kitlesel sanatsal üretimden söz etmemizin mümkün olmadığını düşünüyorum. Ama bu boyutta bir toplumsal çalkantı doğal olarak sanatsal üretime de yansıdı ve sanatın sanat için değil toplum için yapılan bir yaratıcı faaliyet olmasının ötesinde, sanatın temel itici gücünün de toplumun kendisi, onun devinimleri olduğu yönündeki tarihsel materyalist tezimiz bir kez daha doğrulandı. Tek bir örnek vereceğim: Fazıl Say’ın İlk Şarkılar ve Yeni Şarkılar eserleri. İlkinin yayınlanma tarihi 2013 Haziran, ikincisininki 2015 Mart. İlk Şarkılar, Haziran’ı doğuran ve Say’ın mahkeme koridorlarında yakından tecrübe ettiği toplumsal gerilimden doğmuştu ve kavga dolu, umut dolu, akıl doluydu. Derin olmaya çabalamadan çok ama çok derindi. Yeni Şarkılar ise toplumsal hareket enerjisi tükenip geri çekilirken üretilmişti ve o hareketin ardından gelen yorgunluğun, altı boş büyük sözler ve küçük eylemlerle kuyruğu dik tutma çabasının, umutsuzluğun müziğiydi adeta. Temalar çok daha umutlu seçilse de, eserin her notasına sinmişti bu his. Öyle ki, İlk Şarkılar’daki Sardunyaya Ağıt, Yeni Şarkılar’daki Göğe Bakma Durağı’ndan çok daha coşkulu ve umutluydu.

Çıkartılacak ders şudur: Bugünkü kültürel ve sanatsal çölleşmeye bakıp umutsuzluğa kapılmak anlamsız ve önüne at bağlanmamış araba niye yürümüyor diye üzülmeye benziyor. Enternasyonal’ler, Varşavyanka’lar durup dururken bestelenmedi; Ana veya Çanlar Kimin İçin Çalıyor durup dururken yazılmadı, Potemkin Zırhlısı, Çapayev durup dururken çekilmedi. Toplum harekete geçtiğinde, bu kez daha iyi bir dünya, daha uygar bir ülke için direnmekle yetinmeyip ayaklandığında, bunun tetikleyeceği sanatsal üretim de en az hareketin kendisi kadar sarsıcı olacak.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi126

Bunu paylaş: