Dirimbilim Günlüğü: Adonis, Haşhaşiler, Yelkovan, Bozcaada

23 Nisan

Ulubey (Uşak)

Bugün annem, kardeşim Onur ve eşi Gülbike ile Uşak’ın Ulubey ilçesinde yer alan Ulubey kanyonunu gezdik. Kanyon Arizona’daki (ABD) Büyük Kanyon’dan sonra dünyanın en büyük 2. kanyonuymuş. Ulubey ve Banaz Çayı boyunca ilerleyen bir ana kanyon ve buna bağlı onlarca büyük yan kanyondan oluşuyormuş. Kanyondan geçen Dokuzsele deresinin kirliliği (deri organize sanayinin kimyasal atıkları) yüzünden turizme açılamıyormuş.

Görkemli kanyonun seyrine doyamadık. Zaten pek çok insanın ilgisini çeken cam teras yapmışlar, umarım Dokuzsele deresini kimyasallardan temizlerler ama kanyonu turizme açmazlar.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Aşağıya kadar inmedik ama tepelerde biraz yürüdük. Birkaç kişi kekik topluyordu. Haksız da sayılmazlardı, her yer kekik kokuyordu. Bir ara biz de topladık biraz. İsmini bilmediğim birçok çiçek vardı ama ilk dikkatimi çeken ne zamandır görmediğim “Adonis” oldu. ODTÜ’de ne çok görürdüm. Kırmızı olanına “Cinlalesi” deniyormuş sanırım oysa ben “kan damlası” olarak bellemiştim onu. Böyle olunca bir şairin ismi oluşuna da gülümserdim. Asıl adı Ali Ahmet Said Eşber olan bu Arap şairini hala okumamış olmam utandırmalı.

Adonis ayrıca Yunan mitolojisinde yer alıyormuş. Öyküsünü şimdi öğrendim. Pek çok kaynakta öykünün bazı bölümleri farklı anlatılmış. Benzerlik gösteren kısmı aşağıdaki kaynaktan alırsam “Yunan mitolojisinde Afrodit’in aşık olduğu tanrı olan Adonis, güzelliğiyle ünlü bir delikanlıdır. Rivayete göre Afrodit’e tapınmayan ve güzelliğiyle bilinen Suriyeli kralın kızı olan Myrrha’ya, Afrodit bir ceza vermek ister. Kızı babasına karşı arzu duyması ve onunla beraber olmasını sağlayacak şekilde büyüler. Efsaneler babasıyla kızın yedi gün yedi gece beraber olduğunu ve adamın kızı ancak sonradan tanıdığını göstermektedir. Kızın babası durumun farkına varınca onu öldürmek ister, fakat tanrılar acıyarak kızı mersin ağacına dönüştürürler. Ve bu ağacın gövdesinden dokuz ay sonra Adonis dünyaya gelerek erkeklerin doğasındaki tüm tabuları yıkar.

Afrodit, Adonis’e doğar doğmaz aşık olur ve onu herkeslerden kaçırıp yeraltında saklaması için Persephone’ye verir. Fakat Persephone de Adonis’e aşık olunca iki tanrıça arasında kavga çıkar.”

http://birgunbiryerde.blogspot.com.tr/2012/09/ask-algsn-degistiren-tanr-adonis.html

Bu kavga sonunda yaban domuzu saldırısı ya da ayağına diken batması sonucu ölen Adonis’in kanının değdiği her yerde açmış “Adonis laleleri”. Metinlerde çiçekten “Mersin lalesi” olarak da söz edilmiş. Düşgücümüzü besleyen mitolojik öyküler olmasa ne yapardık?

Çizen: Hendrik Goltzius

Çiçeklere dönersek, kırmızı olanının (Cinlalesi) bilimsel ismi Adonis flammea; “kuşlalesi” ya da “kandamlası” olarak bilinen, çiçekleri kızıl, turuncu olanın bilimsel ismi ise Adonis aestivalis imiş.

Yürürken pek çok başka çiçeğe daha rastladık. Tanımlayamadıklarımızın bir kısmını facebooktaki Flora grubuna sordum. Sık sık karşımıza çıkan ilginç çiçek bir tür sütleğenmiş.

Euphorbia rigida, sütleğenlerden biri Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Bir ara Gülbike köyde oyun oynadıkları bir bitki gördü. Meğer yaprakları giysilere yapışıyormuş.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Cılandıras Köprüsü’nü de gezdik aynı gün. Köprünün üzerindeki demir korkuluğun çirkinliği ve Türkçe yazılar (Hoşgeldiniz gibi) çok üzdü ve sinirlendirdi bizi. Kanatları lacivert-bordo bir arı ve üzerinde dolandığı “patlangaç” bitkisi, istense orasının ne kadar güzel bir yer olacağını anlatır gibiydi. Çirkinlikle sarılı olduğumuzda yanıbaşımızdaki bitkilerden güç almak gerekiyor işte.

Patlangaç, Colutea sp Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Uşak’a dönerken hayatımda ilk kez haşhaş tarlası gördüm. Annem de daha önce görmemiş. Tarlaya attık kendimizi, uzun süre çıkamadık. Ülkemizde en sık bulunanın bilimsel ismi Papaver somniferum imiş.  Aşağıdaki kaynağa göre “Papaver kelimesi” Latince “gelincikgiller familyası” anlamına geliyormuş.  “Somniferum” ise “uyku verici” “rüya gördürücü”.

http://tucaum.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/280/2015/08/tucaum6_7.pdf

Çizen: Peter Esser

Haşhaşın kapsülünden alkoloid, tohumundan yağ elde ediliyormuş ve Uşak’ın haşhaş üretimde önemli payı varmış.

Aşağıdaki kaynaktan “Ülkemizde çok eski dönemlerden beri yetiştirilmiş. Orta Anadolu’da Hititler döneminde (M.Ö. 2000 yılları) ekilmiş. Evliya Çelebi 17. yüzyıl Anadolu seyahatlerinde İç Batı ve Batı Anadolu’daki haşhaş tarlalarından söz ederek buraya “Afyon Diyarı” adı vermiş”.

file:///C:/Users/Pc-256/Desktop/6913-27059-1-PB.pdf

Haşhaşlı çörekler çocukluğumun en güzel anıları arasında yer alır. Burhaniye’nin İskele mahallesinde henüz liman yapılmamış, deniz doldurulmamışken oraya kahvaltı yapmaya giderdik. Tahta masalarımız hemen deniz kenarındaydı ve balıkları izleyerek kahvaltı ederdik. Aile dostumuz Mualla teyze kendi yaptığı haşhaşlı çöreklerden getirirdi. Başka hiç bir yerde yemediğim için onları Mualla teyze ile özdeşleştirmiştim. Sanırım bizi her ziyaretinde yanında getirecek olması heyecanlandırırdı bizi.

Sonra, kardeşim Eskişehir’de yaşarken yeniden girdi hayatımıza haşhaşlı çörekler. Eskişehir kültüründe önemli bir yere sahiptiler sanırım.

Justin Kurzel‘in yönettiği Assasin’s Creed (Suikastçının itikadı) filmini izlerken eşimden öğrenmiştim “assasin” kelimesinin haşhaştan geldiğini ve çok şaşırmıştım. Geçenlerde Rimbaud‘nun kitaplarına daldım yeniden. “Illuminations”ın “Esriklik Sabahı” bölümü “İşte Haşhaşiler çağı” diye bitiyor. Can Yayınlarından çıkan (1993) “Cehennemde bir mevsim- Illuminations” kitabını çeviren Özdemir İnce not düşmüş. Haşhaşiler, esrar içirilerek suça yöneltildikleri için Şeyhülcebel (Hasan İbn Al-Sâbbah. Ölümü: 1124, Alamut, İran) denen şeyhin müritlerine verilen admış. Fransızca “kaatil” anlamına gelen l’assasin sözcüğü buradan gelmekteymiş. Nedeni bir yana bırakalım kimsenin “normal şartlarda” birini öldürmeyeceğinin altını çiziyor sanki bu bilgiler. Dinci gericilik gibi, haşhaş vb maddeleri almadan,   kendinden olmayanı yok etmeye yönelecek insanların olduğu tehlikesine de işaret ediyor. Tarlanın ve Rimbaud’nun sözcüklerinin güzelliği buralarda fazlaca düşünmemi engelliyor. Bitkinin, kelimenin çağrıştırdığı imgelem dünyasında yol alırsak, şiirin kendisinin esriklerin diyarına yolculuğu garanti ettiği kesin değil mi?

Özgür Keşaplı Didrickson

24 Nisan

Selçuk

Bugünlerin en üzücü haberlerinden birisi İstanbul, Akıntıburnu’nda çok sayıda yelkovanın oltalara takılarak ölmesiydi. Büyük olasılıkla balık sürülerinin peşinden giderek kıyıya yakın bölgelerde beslenen yelkovanların hem ağlardan kurtarılması hem de yenilerinin aynı duruma düşmemesi için yetkililerin harekete geçmesi için pek çok kişi çalışmış. Böylesine ciddi bir durumun hızla tespit edilip üzerine gidilmesi çok önemli, umut verici bir olay olarak etkiledi beni. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz.

Özgür Keşaplı Didrickson

26 Nisan

Uşak

Uşak’ta, neredeyse en geniş ve en yoğun trafiği olan caddenin ortasında karşılaştım ve şaşırdım. Hemen neler sattığını saymaya başladı bana. Köyünden çıkıp gelmiş, bir şey almamak olmazdı. Epeyce de sohbet ettik, yumurtaları torbaya koyarken.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Perihan Keşaplı

27 nisan

İzmir

Godetyalar refüjlerde yerini aldı, pek narin gözüküyorlar ama onlara  “yer açelyası” da deniyormuş, dayanıklılarmış. Kelebek kanatları gibi çiçeklerin yaprakları. Tanrının bir kelebek olduğunu düşünen halklar da varmış. Bu çiçekleri seviyorum, bir arkadaşıma sordum en sevdiğin çiçek hangisi diye. “Hepsi!” dedi. Haklı ne biçim soru soruyormuşum.

Fotoğraf: Jnn

Yeşim Öndül

28 nisan

Bozcaada

Benim de “Alaska’nın kültürü ve sanatında yabanın izleri” isimli bir sunuş yapacağım 4. Doğa Buluşması için Bozcaada’daydık. İlk gün Habbele Plajı’nda kumsal temizliği yaptık. Birkaç noktası dışında çok kirli görünmeyen bir plajdı ama elime torba alıp temizliğe giriştiğimde şok geçirdim. Genel olarak kirliliğin boyutlarını, durumun ne kadar kaygı verici olduğunu tahmin ettiğimi sanırdım ama işte yine de şok geçirdim. Temizliğe başladığım noktadan bir iki adım öteye geçebilmek ne çok zaman aldı! Uzaktan görünmeyen pek çok atık taşların, kumun arasında gizlenmişti. Büyük, görünür çöplere hiç ulaşamadan daha “görünmez” olan çöpleri toplayıp durdum.

Hepimiz ne çok çöp üretiyoruz, ne çok plastik atık. Bireysel olarak daha az tüketmek, daha az ambalajı olan ürünler almak ve geri dönüşüm yapmak artık pek de anlamlı görünmüyor bana. Daha geçenlerde ölüsü karaya vuran bir kaşalotun (Moby Dick romanındaki tür) midesinden 29 kilo çöp çıkmıştı. Her yerde midesi plastikle dolu ya da boynuna balıkçı ağları dolanmış hayvanlar vuruyor kıyıya. Besin zincirine giren kirlilikten bizler de etkileniyoruz. Nüfus öyle kalabalık ki bir tek bizlerin sorumlu davranmasıyla yeryüzünün acıları anlamlı şekilde dindirilemeyecek. Marketlerde hızla daha fazla ürün (özellikle pratiklik adına) ve daha fazla ambalajlı ürün yerini alıyor. Bu ürünleri üretenler üzerinde de baskı kurmamız gerek ki insanlar istese de şimdiki kadar çöp üretemesin. Sanırım en azından haftada bir çevremizde temizlik yapmamız zorunlu olsa bu baskıyı kurma adına daha güçlü olabilirdik.

Temizliği denizin renginden, bitki  örtüsüne çok güzel bir plajda yaptığımız için hemen akla geliyor; Kumsallar kirli olduğu sürece kullanıma kapansa. Herkes yüzebilmek için temizlik faaliyetlerine katılmak durumunda kalsa…Kurallar alışkanlıkların edinilmesi açısından da çok yardımcı oluyor. Kimi yabancı ülkelerde çöp, izmarit atmanın cezası var. Belki de bu nedenle daha temizler ki yine de hiç bir yer olması gerektiği kadar “temiz” değil.

Özgür Keşaplı Didrickson

29 Nisan

Bozcaada

Sunuşumda kültürlerinde kuzgunun önemli bir yere sahip olduğu Tlingit kabilesinden, genel olarak Kuzeybatı Pasifik sahili  yerlilerinden söz ettim. Bozcaada’da çok sayıda küçük karga var. Selçuk’ta ve pek çok yerde de böyle ama adadakiler insanla daha yakın mesafede olmaktan çekinmiyorlar. Belki de bu nedenle ada kültüründe küçük kargaların önemli bir yeri var. Ne kadar özel, güzel bir durum.

Şarapların üzerinde, turistik eşyalarda sıklıkla yer almış küçük kargalar. Ve elbette, en hoş şekilde sokaklarda…

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

30 Nisan

Bozcaada

Bozcaada kalesi yine rüzgârla karşıladı bizi. Tarihle, muhteşem renkli denizin buluştuğu kalede olmak yine çok güzeldi. Deniz Gevenlerinin arasında olmayı da çok özlemişim.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Perihan Keşaplı

Assos

Günün en güzel anı yolda yürüdüğümüz sırada kenardaki ağaçta bıyıklı ötleğendi görmemizdi. Sesini duyunca geldiği yöne kulak kesildim. Yürüyenler nedeniyle kısa sürede uçup gideceğini sandım ama öyle olmadı. Uzun süre ağacın dalında gezinerek öttü. Ağaca baktığımızı görenlerin bir kısmı durdu, neye baktığımızı söyledim. Aralarında en ilginci takım elbiseli bir adamdı. Uzun süre durdu, kuşla ilgilendi. Ötleğenle ilgilenmenin yanısıra ağacın hangi tür olacağına dair tahminlerinden de söz etti. Elinde çantası da olmasına rağmen uzun süre aynı noktada durup ötleğeni izlemesi gerçekten çok ilginç bir görüntüydü.

Bıyıklı ötleğenin güzelliğini tarif etmemeli belki de. Bir video paylaşmalı.

Assos’ta denizi, sualtı dünyasını hep soluyor insan. Özellikle girişteki lokantaların duvarlarında kocaman balık kuyrukları var. İlk gençlik yıllarımdı sanırım, hayatımda ilk kez bir kılıçbalığı görmüştüm orada. Burun kısmı aşağıda olacak şekilde asılıydı bir lokantanın dibinde. Hem büyük hem de ilginçliğiyla sadece öykülerde yer alan bir balık gibi geldiği için etkilemişti beni.  Hemingway‘in ünlü “Yaşlı adam ve deniz” romanının da etkisi var kesinlikle. Filmini izlemiştim küçükken. Filmde yer alan yelkenbalığı (marlin) benzerliği yüzünden kılıçbalığı olarak aklımda kalmıştı yakın geçmişe kadar.

Besin zincirinin tepesinde yer alan pek çok avcı tür gibi kılıçbalığı da aşırı, yasadışı avcılık gibi tehditlerle karşı karşıya. Üstelik avı için kullanılan akıntı ağları (drift net) onlara takılan pek çok deniz memelisinin de  ölümüne yol açıyor. Böylesine güzel türlerin azalmasına, yok olmasına izin verecek miyiz gerçekten?

Bir otelin girişinde de midyelerden oluşan bir denizatı resmi gördüm. Onlar kılıçbalığına göre daha uzaklardaki masal diyarlarından geliyorlar kesinlikle.

Fotoğraf: Özgür Keşaplı Didrickson

Özgür Keşaplı Didrickson

2 Mayıs

Uşak’ta yürürken güzel bir bahçesi olan, kendisi de güzel bir ev dikkatimi çekti ve hep düşündüğüm şeyi anımsattı. Ne çok yeri güzelleştiren zenginlerin bahçeleri, kimi zaman bir de evlerinin mimarisi. Güllerle, ağaçlarla kaplı bahçeler kamusal alana taşıyor, onu etkiliyor. Tuhaf şey aslında. O bahçelerden dışarı bakarsak çevredeki bakımsız evler, kamusal alanlara reva görülen estetik yoksunluğu da onları etkiliyor. Ancak her “güzel” evin ruhu var mıdır? Var olduğu yere ait midir? Her bakımsız ev “çirkin” midir? Sokaklar kimindir?… Bu soruları sormak ve yanıtını aramak için yürünür biraz da.

Özgür Keşaplı Didrickson

4 Mayıs

Yoncaköy, Selçuk

Ne zamandır görmediğim güzel çiçeğin adı “altın tabakta kuru kahve” imiş. Annem söyledi. Böyle güzel bir isimle karşılaşınca Latinceyi unutmak gerek.

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Meğer kuma düşen yağmur damlalarının ayakları varmış, ayaklarının da izi…

Fotoğraf: Perihan Keşaplı

Özgür Keşaplı Didrickson

Azizm Sanat Örgütü olarak doğadan zannedildiği kadar uzak olmadığımızı düşünerek, bu düşüncenin yarattığı umutla “Dirimbilim Günlüğü” köşesini açmaya karar verdik.

Dirimbilim Günlüğü’nün her yaştan herkesin katkısıyla oluşmasını arzuluyoruz. Günlüğümüzde yer almak için yer ve tarih bilgisiyle bize gözlem ve düşüncelerinizi aktarabilirsiniz. Notlarınıza fotoğraf, çizim, video da ekleyebilirsiniz.

Bizi birleştireceğini, yaban hayata olan sevgimizle güç birliği yapmamızı sağlayacağını umduğumuz günlüğümüze katkılarınızı bekliyoruz. Notlarınızı dirimbilimgunlugu@gmail.com adresinden yayın kurulumuza gönderebilirsiniz.

Bunu paylaş: