Kiler – Sude Özben

Kiler*

Annem evdeki kileri boşaltmaya başladığında beş yaşındaydım. Toz tutmuş, rutubet kokan o eski raflardaki çoğu şeyi çöpe atmıştı. Asla bir geleceğe sahip olamamış (ve olamayacak) o içlerinde ne olduğu unutulmuş kavanozlara veda etme vakti gelmişti. Tüm geçmişi de çöpe attığını zannediyordu belki de bu çektiğim acılara saygınlık katan mekânı yok ederek. Anneler yaptıkları hataların üstlerinden böyle mi gelirler her zaman? Sonrasında günün birinde parçalanma yazgısı ile kurulmuş rafları sökmeye başladı, büyük bir gürültü ile. Duvardan sökülüp yere düşen tahta parçalarının hüzünlü sesi çok aşinaydı kulaklarıma. Annem kileri tamamen boşalttığında beş yaşındaydım, yaz yağmurlarıyla süslenmiş bir Ağustos akşamında.

Evdeki kilerin duvarları maviye boyanmıştı, açık maviye. Gökyüzünün en masum tonuna. Yeryüzüne bahşedilmiş hafif yellerin sokaklarda süzüldüğü, güneşin yakıcı sıcaklığının hiç var olmamış gibi bizleri terk ettiği bir gündü. O gün annem mutfakta üzerinde pembe güllerin olduğu mor yemek önlüğüyle yemek yaparken ben de odamda kelebeğimin kanatlarını boyuyordum. Hissettiklerimle kelebekler ve papatyaların olduğu masum bir dünya yaratırdım o zamanlar, bilinçaltım tamamen hayatın iyi yönlerine teslim olmuş gibiydi. Buz gibi bir durgunluk vardı annemle aramda, Ağustos sıcağı eritemiyordu bu faili meçhul örülmüş duvarları. Chopin’in besteleri evin duvarlarına sürünerek koridorlarda dans ediyordu. Klasik müzik susmazdı bu evde, yer döşemelerine sinmişti geçmişten kopup zamanla beraber sürüklenen besteler. Neden bilmem, her bestenin ardında farklı bir ıstırap hissetmişimdir, belki de hissettiğim sadece bestecilerin yürek sıkıntılarının sanatlarına yansımasıydı. Annem kendi kendini sakinleştirip kontrol altına almak için kullanıyordu bu büyüleyici sanatı. Evdeki açık mavi duvarlı kiler oyuncaklarla ve yeni mobilyalarla doldurulduğunda yeni yıla girmeye hazırlanıyorduk. Bir de, benim için gelecek olan arkadaştan bahsediliyordu hep.

Annem gün geçtikçe şişen karnıyla yılbaşı ağacını süslüyordu. Ben sessizce Beethoven’in haykırışlarına aldırış etmeden benim için yaptığı tuhaf kurabiyeleri yiyordum. Birden karşı konulamaz bir istekle kafamı sola çevirdim ve kilerin kapısını tam karşımda gördüm. Ürkütücü bir aşinalık sinmişti kapıdaki tahtalara. Annemin elindeki kırmızı porselen topu yere düşürmesiyle gözlerimi ona bakmamak için büyük bir çaba sarf ederek daldığı yerden çekip önüme diktim. Çok tanıdık geldi bu paldır küldür düşüp kırılan porselenin sesi. Titreyen alt dudağımı annem görmesin diye elimdeki kurabiyeyle gizledim. Annem tek kelime etmeden odadan çıkarken ben kızaran gözlerimi görüp görmediğini merak ediyordum.

Yeni yıldan dört ay sonra annemi yine hastaneye kaldırdılar. Karnı çok şiştiği için gitmişti fakat daha önce hastaneye kaldırılma nedeni bu değildi. Endişelenmedim, yüz hatlarına hasret kaldığım bu kadınla ilgili alıştığım ikinci şey yokluğuydu. İlkiyse yüreğime titizlikle işlediği korkuydu. Onun yanında ağlayamazdım. Yeni yıla girdiğimizden beri bana bakmak için gelen üçüncü bakıcı uyuyakaldığında, merakımı yenemeyip o gökyüzü duvarlı kilerin önüne oturdum. Bu odada beni çeken bir şeyler vardı, hatırlayamadığım ama hissedebildiğim bir şeyler. O zamanlar geçmişimin beni kovaladığını bilseydim kaçardım ondan, bense üzerine yürüdüm. Parmaklarımı eski tahta kapının üzerinde gezdirdim, kalp atışlarım hızlanıyordu. “Yap” dedi bana biri, “cesur ol” diye fısıldadı öteki. Yavaşça ayağı kalkıp kilerin kapısını açtım.

Eskiden ciğerime dolan tozlardan eser kalmamıştı kilerde. Elimi ayıcıkların ve oyuncak arabaların üzerinde gezdirdim. Tam bir tanesini alacaktım ki bakıcının uyarırcasına öksürdüğünü duydum, elinde kurabiyelerde kapıda dikiliyordu. Aç değildim, “Hayır” diyebildim sadece. Bunun üzerine endişeyle geri döndü, mutfakta telefonla konuştuğunu duydum. Çok geçmeden geri gelip yemezsem üzüntüden ağlayacaklarını söyledi. “Yeme” dedi bana biri, “seni kandırıyorlar” diye fısıldadı öteki. Ölü irademle bakıcının elindeki tabağa gelişigüzel vurdum, tabak düştü ve o aşina sesle bin bir parçaya ayrıldı.

Akşam annem ve babam eve geldiğinde odamda cezalıydım, papatyalarımla konuşuyordum. Annemin odası hızla kapandı, o an aylardır kulaklarıma aşina gelen sese zihnimde çok yaklaştım, kapının sertçe çarpması… Tam bunun üzerinde düşünüp daha derine inecektim ki, henüz ayıkken, odamın kapısı birden açıldı ve babam çık dışarı diye gürledi. Tabağı kırdığım için bakıcıdan özür diledikten sonra soğuk bakışlar eşliğinde kurabiyelerimi yemeye başladım. Uykumu getiriyorlardı ve zihnimde annemin yüzünü biraz daha siliyorlardı her seferinde, nefret ederim o ekşi kurabiyelerden. Beş yaşındaydım ya daha, nereden bilecektim kurabiyelerin içinde ilaçların olduğunu.

Annem kilerde hıçkırıklara boğulmuştu o ilkbahar gecesi. Bense sessizce boyumdan büyük merdivenleri tırmanarak odama çıkıyordum ki, annemin sesinin kesildiğini fark ettim. Bacaklarım titremeye başladı, ben arkamı dönmeye fırsat bulamadan kilerin kapısı açıldı ve annem ateş saçan gözlerini üzerime dikti. Adını çoktan unuttuğum Tanrı’ya tam yalvaracaktım ki pijamamın kapüşonundan geriye çekildim ve yere düştüm. O an düştüğüm yerde her kaburgamın kırılıp göğüs kafesimde yaptığı ağrıyı hayatım boyunca unutamayacağım bir acıyla hissettim. Nefesimin kesildiği an korku tüm bedenimi kapladı ve üç saniye içinde gözlerimi karanlık bürüdü. Görme yetim geri geldiğinde kendimi kilerde buldum, annem çok kısa bir sürede beni sürükleyerek kilere atmıştı. Annem delirmiş gibi o özenle hazırladığı odayı dağıtırken titreyen sesimle sadece “Anne, lütfen” diyebildim ki gürültüden duyulduğundan dahi emin değildim. Gözyaşları boğazında düğüm olmuş gibi boğuk bir hıçkırıkla “Gelmiyor sana arkadaş falan.” dedi ve yüzüme bakmadan odadan çıktı. Kapıyı çarpmasıyla yediğim kurabiyelere rağmen geçmişi hatırlayabildim, aylardır hatırlamaya çalıştığım ses kaosu, kilerin kapısının çarpmasına bağlıydı. Sonrasında ip söküğü gibi süregelen süreçte, sırada ne olduğunu hatırlamam beni büyük bir dehşetle tüm o korkudan sıyırdı ve ayağa dikti. Kesik kesik alınan nefeslerimi umursamadan annemin kilitlediği kapıya vurmaya ve haykırmaya başladım. “Anne, lütfen!”

“Lütfen ışıkları kapatma…”

***

Görsel: Edvard MunchHasta Çocuk (detay / 1886)

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi111

Bunu paylaş: