Bizi ayıran nedir? – Özgür Keşaplı Didrickson

Bizi ayıran nedir?* 

(Bu yazı aslında bir eposta listesine gönderilen bir iletidir. Eposta iletisi olarak Türkçesinin pek fena olmadığını düşünerek dar zamanımı, iletinin Azizm’de yayımlanabilmesi için gerekli 1-2 düzeltme ve açıklama yapmaya ayırıyorum. Gazete yazılarıma bile ara vermek zorunda kaldığım bu dönemde anlayışla karşılayacağınızı umuyorum).

Merhaba,

Geçen gün Nâzım Hikmet’in “Büyük İnsanlık- kendi sesinden şiirler” kitabındaki söyleşisinde, gençlerle ilgili söylediklerini ilk kez okumuş ve onu daha çok sevmiştim. Bir yazıda kullanmayı düşünmüştüm çünkü ülkemizde ne çocukların ne de gençlerin (oysa başka ülkeleri korkutan gücümüz değil miydi?) doğru sevildiğini düşünmüyorum. Gençlerin önünün kapatıldığının da pek çok alanda şahitiyim. O yüzden bu iletiye (Genç bir dalgıcın  feryadını içeren bir ileti diyelim)  iliştirmek istedim kendiminkini.

Bir süre önce bu listeye (dalış rehberiniz isimli bir eposta grubu) gelen bir  iletiyi görünce şaşırmıştım. Ne olduğu önemli değil, tahmin edilebilir (Yunus tutsaklığıyla ilgili bir iletydi). Aslında neye şaştığım tahmin edilemeyebilir o yüzden açıklamak gerekebilir ama artık ülkemizin bu ortamında konulara uzaktan bakmak; ana sorunla uğraşmak, çözüm için gerekenleri yaparken de yine ona göre ilerlemek gerekir. Mesela artık insanları ayıran ya da birleştirenin Kürt, Türk, eşcinsel, dinsiz, şu, bu olmaları olmadığını anlatmak gerek ki ilerleyelim. İnsanlık değerleri ile yaşayanlar için bu tip şeyler hiç önemli olmadı zaten ama ülkemizde sorunun en tehlikelileri de kapıda.

İnsanlar bencil olan ile olmayan; para için her şeyi yapan ya da yapmayan gibi evrensel ortak değerleri ile ayrılıyorlar gerçekten. Dikkatimizi dağıtanlara inanmayalım. Artık dalış, kuş gözlem, doğa koruma gibi şeyler de ancak bu dikkat dağınıklığına hizmet eder oldu. Bu açıdan baktım son iletilere (Dalış camiasında da hareketli bir dönem geçiriliyor ancak ben tartışmalar, gelişmeler hakkında fikir sahibi olacak kadar bilgi sahibi değilim) Sevinilecek yanı da böylece gördüm. Aynısı çünkü kuşçular arasında, edebiyatçılar arasında, gazeteciler arasında, her yerde yaşanıyor. Bakın mesela şu şarkı bunu kanıtlar;

http://www.youtube.com/watch?v=69XbTAwLK1Y

Olur da bağlantı açılmazsa gönderdiğim, Güldünya isimli çok güzel bir şarkıya da sahip, kadınlara yönelik şiddet konusunda önemli çalışmalar yapan – özcesi söz söylemekten çekinmeyen- Aylin Aslım’ın “Sen mi?” şarkısı. Lütfen  bağlantı çalışmazsa bir şekilde dinleyin. Sözleri iyi gelecektir. Artık  sözün bittiği yerde olduğumuzu da hatırlatacaktır. Artık durum budur ve eylem zamanıdır. Çünkü ben bazen iş listeme bakıyorum da, Frida Kahlo ile ilgili kitabın yanlış çevirisi* (Kimseyi zan altnda bırakmamak için hangi kitaptan sözettiğimi, çeviriden örnek cümlelerle birlikte aşağıya ekledim) gibi içinde mesleğim dışındakiler de olmak üzere yapılan kamuoyu kandırmalarını bildirmek için gereken zamanı bulamıyorum. Hiç birimiz bulamayız. Mümkün değil. O yüzden artık tek tek kimseyle uğraşıp onları onurlu, ahlaklı olmaya çağıramayız sanırım. Hukuktan bu ortamda ne bekleyebiliriz? Ancak, tabii  bizim bu zamansızlığımız, yılgınlığımız ya da ucuzluk karşısında donmamız nedeniyle birileri de çok yol aldılar. Daha almasınlar.

Atatürk‘ün manevi mirasçıları (“akıl, bilim”… hani ne yazık ki pek  benimseyeni olmayan mirası) olmaya çalışanlar ayrıca şu davranış biçimini de örnek alırlar değil mi? Büyük önderimiz, zaferden sonra, İzmir’de merdivenlerde ayağının altına serilen Yunan bayrağına basmayı reddetmiş, sadece  bayrağa değil aynı zamanda bu kişinin saygısızlık yaptığı Yunanlara da saygısı nedeniyle bayrağı merdivenlerden kaldırtmış olmasını…Bir insan aslında temelde bazı şeyleri kendisine olan saygısı nedeniyle yapar ya da yapmaz değil mi? İnsanın kendine olan saygıdan mahrum olması ne acı bir şey.

Bir yerde AKP’nin (tabii karşı devrimin çocuğu ve sonucu olarak) yarattığı ortamda aslında kendilerine saygılarını yitirmişcesine (eşim ve ben en çok buna şaşıyoruz) emek çalanlar; bir yanda da boğulmak üzere olan iyi insanlar… Ekmek kutsaldır değil mi? Hatta kültürümüzde yerde görülse öpülür kenara konur. Emek de öyle değil mi? Belki de iki kelimenin bu denli benzemesinin nedeni bile simgesel olarak aynı şey olmalarıyla ilgilidir.

İşportada bile kopya ürünlere marka basılıyor. Marka da sahte ama işte  ne demek istediğimi anlıyorsunuz tabii ki değil mi? Daha dürüst o insanlar. Üstelik çoğu aç olduğu için bunu yapıyor.

Dalış, kuş gözlem, dağcılık vs vs bu gibi etkinlikleri yapmak biraz da para istiyor. Sonra  işte  dünyanın, Türkiye’nin altı  üstüne  getiriliyor. Para yanında derneklerde mikrofon arkası var, ülke genelinde bazen ün de var, çoğu kisinin sevgilisi, karısı, çocuğu, evi, arabası da var. Yetmeyen nedir? Neye  doyulmuyor? Bence en çok içinde mutsuz olan insanlar böyle davranır.  Çocuklar mesela arkadaşlarının elindekini beğenir, bir şekilde alır bazen.  Elinden oyuncağı kapılan çocuk üzülür, ağlar ama doğru eğitilen, sevgiyle, saygıyla büyütülen bir çocuksa yeni bir oyuncak bulur, gidene bir noktadan  sonra takılmaz. Ancak diğer çocuk onu başka bir oyuncakla mutlu görürse bu  kez onu almak ister. İlk çocuk bu olayda acı çekse de pek yara bere almadan çıkar bu işten. Ya da yaraları sonraki benzer durumlarda daha donanımlı olmasını sağlar. Ben hep kim eline bir şey alırsa onu isteyen ama elde edince de mutlu olmayana üzülüyorum. Türkiye’de çocuklar ağlayınca her istedikleri veriliyor genelde. Sevgili Erdal Atabek‘in yazılarını takip ediyorsanız bu konudaki kaygılarını ve genel durumumuzla nasıl ilgili bulduğunu da okumuşsunuzdur.

Ancak ben “acaba geçmişte ne yaşadı da böyle oldu?” diye anlamaya çalıştığım ve üzüldüğüm bu tür çocukların büyük halleriyle uğraşmaktan bunaldım. Büyüyünce çözümler zor. Kendileri durumu fark edip çözmeye çalışmalılar. (Psikoloji bilimine çok saygı duyuyorum. Bizi güneşli günlere ulaştıracak büyük bir rehber o. Bilgi kirliliğine yol açıyorsa anlatımım lütfen eleştirin, düzeltelim) Ancak onların bir de kardeşleri var. Bu türden kişilere yaptıklarını yapabilme cesaretini verenler, onlar her mikrofon aldığında, ne dese alkışlayanlar…

Onlar nasıl da birbirlerini destekliyorlar ve ortalığı bulandırıyorlar değil mi? Bizler de biraz daha desteklesek birbirimizi. Ve zamanında. Hem o zaman “birisinin sıfatı, bir konudaki deneyimi vs vs “ nedeniyle ne yapsa yine de övülmesi (ve yanlış yapma hakkı dahi olması, uzman olmadığı konularda bile hemen taraftar toplaması) gibi durumlara ve bence çok tehlikeli olan vasat ile olmayanın ayrılamaması durumlarına da el atılabilir. Ancak bu ortamda sadece sular bulandırılıyor ve tabii ki bilimin özünde olan şüphe nedeniyle, hele bir de konunun uzağındakiler şaşıp kalıyor. Gereken kişiyi desteklemiyor belki de. Ben birisine bir zararla sonuçlanmayacağı sürece eşim bir şeyi yanlış söylerse karşımdaki faşist vs bile olsa doğruyu o söylediyse “faşist doğru söylüyor” derim. Eşimin de kafasına herhalde bir tuğla düştüğünü düşünür ve sonra onunla ilgilenirim vs vs.

Bu eposta listesinde bir süredir yaşananlar (hararetli yazışmalar oldu, bilgisiz olsam da hemen her konudaki her tartışmada yaşanan tuhaflıkları gördüm) bir diğer bilinçli dikkat dağıtma olayının örneği mi acaba diye düşünmeden edemiyorum. Ülkemizde saygı çok azalmış. Ben o yüzden biraz da koşa koşa geri  geldim Alaska’ya. Ülkemizde  birisi  sizi nerdeyse ezecek olur  ve siz ona korkudan küfürlü bir söz etseniz siz daha suçlu sayılırsınız. Bunu bizzat yaşadım kaç kere. Üstelik küfür etmemiştim. Minibüsün altında kalacaktım ve “sen nasıl bir insansın” dedim söföre, linç ediliyordum minibüste. Hani minibüs türbanlı da ben değilim gibi bir durum da yoktu. Bugüne dek çözemedim nedenini ve yeni örnekler geldi sonra.

Okumuşlar (ülkemizde sıklıkla görülen aşağılık kompleksine sahip mürekkep yalamışlar diyelim) daha sinsice yapar. Terbiyesiz davranışlar yaparlar, emek çalarlar vs vs ve siz sonra onlara karşı bir ses ederseniz sadece onlar değil, onların müminleri de ya size karşı cephe alır ya da size mesafe alır. Zaten  onların da istediği budur. Bırakın politikayı edebiyatçıların hasları bile mümin okur istemez ( Bu cümleyi hiç sevmedim ama yerine yenisi gelmiyor akla, napalım…) (Ferit Edgü’nün “Ders Notları” ya da “Yeni Ders Notları” kitabında böyle bir şey yazar, bir sürü yazarın okurları ile istediği ilişki de budur zaten) Küfür her zaman kötü ise, eh tabii ki onursuz davranışlar da her zaman kötüdür değil mi? Ne yazık ki çoğu kez onursuz davranış önce yapılıyor.

Ev içinde, insanların arkasından bile pek küfürlü konuşmam ben. Sınırlı sözcüklerim vardır. İngilizce’de belki en fazla o hani 7den 77ye herkesin enternasyonel küfürü olan “fuck” derim çok. Dille oynayanlar için bilindik küfürler zaten siniri almaya yetmez ki. Bana yaratıcı da gelmiyor hem. Ancak demek istediğim, bir gün sessiz yalakalar, sessiz onursuzlar ile tepesi atmış küfürbaz onurlu insanlar arasında seçim yapmam gerekse sadece seçim  yapmam, ben de Türkçemizin elverdiği ölçüde küfürlere destek olurum.

Vasatlıktan çok rahatsız olan biri olarak vasatlığı konuşabileceğimiz günlerin gelmesini sabırla bekliyorum. Bu bir savaşsa eğer düşmanların onursuzluğundan çok bunaldım. Hadi artık onları yok edelim.

Moneyball’u izlediniz mi bu arada? Senaryosu, alt metni ile çok çarpıcı. Nefes almak ve rahatlamak isteyenlere…

Kafasına bir kurşun yerine göğsüne beş kurşun yemiş yunus severden sevgiler…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2012

Bunu paylaş: