Birden Fazla Adı Olan Kadın – Ezgi Sandal

Birden Fazla Adı Olan Kadın*

Savaşlar, katliamlar, baskınlar ve kadınlar!

Acılar, ayrılıklar, devlet analık-babalıklar (!) …

Kararları siyasi ve askeri kalemler altında bir kız çocuğunun hayatını tayin etmek… Dört bir yana dağılmış mahşer çığlıkları içinde kız çocukları…

Devlet. Tamam! Devlet devlet olsun, ama ana-baba olmasın kendi ayırdığı çocuklara. Önce bir kız çocuğu; korkusu, ürkekliği, yitikliği, yetimliği saçının pisine, örgüsüne bulaşmış. Teninden damlıyor özlemi! O saçları usturaya vurdular, işte o zaman içinde belirdi 80lik, 90lık Hacer, Xazal, Heranuş, Tamar ve nicelerinin kayıp öyküsü. Unutmakla unutmamak unutamamak arasında seyretti ömürleri.

Çok kan emdi Anadolu toprağı, yağmur yağdı kan ağladı toprak.

Yalınayak çok yolcu taşıdı Anadolu toprağı, her adımda kendi toprağından bir adım koparak.

Adına çok yazıldı, maniler, şiirler, deyişler. Hep bildik Aşık Veysel’in Kara Toprağı‘nı.

Mermiler, mayın, silah, dinler, servet, ölü, kemik… Acılar gömüldü, adlandırıldı, anlamlaştırıldı, paylaşıldı, ölündü, paylaşılamadı ama en bilip de bilmediğimiz; çok ‘utanç’ taşıdı bu toprak! Altında da, üstünde de… Tarihimizde gömdüğümüz utançlar yerin kaç kat altına uzanıyordur acaba? O kız çocuğunun gözyaşının bir damlası, alnından akan terle buluşup toprağa düştüğünde kaç kat daha yerin altında saklanıyordur utanç?

Toplumun çürüdüğü bu anlarda, kadınların sessiz ama müessir trajedileri başladı.

Yıllar sonra ekranlarda gördük yüzlerini, yüzündeki çizgilere baktık, baktıkça ekranda büyüdü yüzleri. Aklınca duygu sömürüsü olsun diye yakın çekim yapan kameraman, fonda acıklı bir müzik ve akan gözyaşını yavaş çekimle donduran efektler yapıldı. Böyle yapılınca daha mı çok ders alındı, daha mı çok etkilendi toplumun çürüyen vicdanı? Magazinsel ağlatılar oluşturulmaya çalışıldı bu topraklarda, amaç anlamak değildi, ağlatmaktı… Siyasi çıkarlara uşaklık eden toplumun her bir kolu işin içindeydi, işlerine geliyordu, işimize geliyordu. Savaş çığlıkları atan bir toplumun, sözüm ona barışsever çocukları, barışı rozet olarak görmekten ileriye gidemez. Yıllardır öyleyiz!

“Bizim toplum çok duygusaldır, bağrına basar.” Başkalarının acıları üzerinden duygu türetmekti bu. Duyguları sündürmek, politik, dinsel, toplumsal yönlere çekip gündemdeki boşlukları mağrurca doldurmak. Bunlar kodlandı bize iktidarlardan.

İşte! Ekranda, anlatıyor! Aç sesini

Ailesinden ayrılmış bir kız çocuğu, asker bir aileye veriliyor, veyahut valiye, polise, sonuç olarak devlet-i (!) temsil ailelere… Adı değiştiriliyor, kendine yabancılaştırılıyor, saçları kesiliyor, ördürülüyor, kaçıyor, ailesini arıyor, ağlıyor, ağlıyor… Bu böyle gidiyor.  Bizleştiriliyor (!), ama ırkıyla hep ötekileştiriliyor habersizce…

O kız çocukları yaşlanmış suratlarıyla, yaşadıklarını anlatır karşımızda! Belki unutmak için kaçarcasına anlatır anılarını. Belki de yaşanmaması için bir daha o günlerin… Kurtulmak için yükünden… Belki bu toprakların utançları kusması gibi … Belki yitik olduğu günlerde, kendini bulmak için. Son bir kez…

Dinliyoruz, bakıyoruz, ama o karşımızda anlatıyor. Tam karşımızda durmuş, bu topraklarda ‘Birden Fazla Adı Olan Kadın’lar ağlatılarını anlatıyorlar bize. Bakıyoruz. Ama işte karşımızda ağızdan çıkan kelimeler, ses-anı birliği etmiş sözler, tümceler yukarıda durduğu gibi karşıdan sesleniyor bize.

Biz hala karşıdan bakıyoruz

Savaşların, kıyımların, acıların içinden çıkmış ‘Birden Fazla Adı Olan Kadın’ … Tüm bu yaşananlar sanki kendi hatasıymış gibi, mahcubiyet içinde anlatıyor gerçekleri.

Aynı anda Paris’te bir kadın aşık oldu.

Yüksekova’da şehit verildi.

Ünzile reklamlara çıktı.

İktidarlar şanlı tarihleriyle (!) aymazlığa vurdu.

Obama, oval ofisine geçti.

Fonda hala acıklı bir müzik ve biz hala karşıdan bakıyoruz Heranuş’a, Hacer’e, Xazal’a, Tamar’a, Ayşe’ye

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2012

Bunu paylaş: