Veda İçin Yağan Yağmur – Mahmut Bektaş

Veda İçin Yağan Yağmur* 

 

Döndüğümüzün akşamıydı.

İki yabancı gibi, birbirine uzak kıyılara iliştik. Gidilecek başka yer olsaydı, ikimizden biri o an çekip gidecekti sanki. Bir tutsaklık anıydı yaşadığımız. Hücrelerinden başka gidecek yeri olmayan iki mahkûm gibiydik. Ne bir söz çıktı ağzımızdan, ne anlamlı bir bakış, ne isyan ne de öfke. Kanıksadığımız bir yabancılıktı bu, hiçbir zaman kurtulamadığımız.

Koltuğun iki ucuna ilişmiştik. Yaşamın iki ucuna ilişen iki yabancı gibi. Zoraki bir birliktelikten çok şey çıkardı ama bizden hiçbir şey çıkmadı. Hayır, doğru değil bu. İkimizden çıkan, içi bir türlü doldurulamayacak olan koca bir boşluktu. Uçurumdan üzerimize doğru yuvarlanan bir koca sessizlikti. İkimizi yutmaya hazır. Sadece ikimizi mi? Tüm geçmişimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi de içine alarak bizi yutacak olan koca bir sessizlik.

Ne kadar süre orda oturduk, bilmiyorum. Tek hatırladığım, birbirimize doğru bir kez olsun dönmeyişimizdi. Birbirimize bakmıyorduk. Baksak ne görebilirdik ki? Birbirine bakan iki kişi birbirini bulmaya çalışır ya da birbirlerinde bulamayacaklarını bildikleri halde gene de o şeyi bulmak için birbirlerine bakmaya devam ederler. Bunu biri umar, bu umusuyla öbürüne bakar, öbüründe aradığını bulmaya çalışır. Öbürü de kendisine doğru bakana dönerek, ya da gizliden gizliye onu izleyerek, onun kendisinde ne bulmaya çalıştığını merak eder. Gerçekte bulduğu nedir? Bunu ancak hiç kimse bilebilir. Çünkü ne bulduğumuz ne de bulamadığımız sadece baktığımız kişidir. O hem tüm bulduğumuz hem de tüm bulamadığımızdır. Bu ilişki çok mu gerekliydi, bilmiyorum ama artık birbirimizden bulabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığına inanıyorduk ya da hiçbir şey bulamayacağımıza o kadar emindik ki, böyle bir çabaya bile girmeye gerek duymuyorduk. İşte tam da böyle bir andı, aramızda yaşanan ya da bir türlü yaşanamayan.

İlk defa o an bittiğini hissetmeye başladım. Bitmesi gerekiyordu, bitmezse sonsuza dek karşımızdakine hiçbir şey bulamayacak gözlerle bakacaktık. Hiçbir şey bulamayacağına o kadar emin olan iki çift gözün esiri olacaktık. Her bakışın yeni bir umut, yeni bir bilinmezlik olduğunu unutan iki göz bebeğinden ibaretti gözlerimiz. Ne birbirimizi ısıtabiliyor, ne de birbirimizi yakabiliyorduk.

Bakışlarımız varla yok arasında bir yerdeydi, bakmasına bakıyorduk ama birbirimize değil. Birbirimizi delip geçiyordu gözlerimiz. Bir başkasına mı değiyordu artık gözler, bunu hiçbir zaman bilemedim.

En sonunda sen başka bir odaya bense başka bir bilinmezliğe ilerledim. Girdiğin odalar, çıktığın odalar seni yeni bir sen yapıyordu ve ben o seni hiç mi hiç tanımıyordum. Her odaya girişin yeni bir belirsizlik oluyordu, konuşulmayan, paylaşılmayan bir vedaya dönüşüyordu her giriş çıkışın. O odaya son girişin hala gözlerimin önünde. Odaya girdin, sanki uzun bir yolculuktan gelmiş biraz dinlendikten sonra yoluna devam edecekmişsin gibiydin. Tek isteğin deliksiz bir uykuydu sanki. Birden benimle göz göze geldin. Gözlerinin benimle olan o karşılaşmasında ne buldun bilmiyorum ama ağzından çıkan tek söz git artık  oldu.

Çayın demlenmesi gibi, kuluçkaların olgunlaşıp, civcivlerin yumurta kabuklarını kırıp hayata merhaba deyişleri gibiydi. Başka bir söze de gerek yoktu. Gözlerimi yanıma alarak çıktım o gençliğimin geçtiği kapıdan, yürekten, sıcaklıktan. Çıktım ve yürüdüm.

Keşke bir yağmur yağıyor olsaydı. İçimde ne var ne yok götürürdü, siler, yıkar, paklardı beni. Ama o an bana çok gerekli olan yağmur hiç yağmadı. Kirimle baş başa kaldım. Yapış yapış bir sıcakla baş başa yürüdüm. Apış arasından gelen pis koku nasıl katlanılmaz bir basınç ve iğrelti yaratırsa işte öyle bir iğreltiyle yürüdüm. Yürüdüm yürüdüğümün farkında olmayarak. Her adımda daha da kirlendim, daha da iğrendim. Koku katlanılmaz bir haldeydi ve ben arkama bakamadan yürüyordum. Yoldan geçenlerle göz göze gelmemek için  küçüldükçe küçülüyor, top top oluyordum. O an bir uçurum olsa hiç çekinmeden atlayacaktım, içimdeki yâri kendime alarak yardan atlamaya hazırdım. Oysa ne yağmur yağıyordu, ne de atlamak için bir yar vardı. Tek yapabildiğim kokuma biraz daha alışarak, o kokuyu duyumsamaz hale gelmekti. Ben de bunu yapmıştım işte.

Şimdi git artık sözünle yüzleştim. Gittim ve geriye bir kez daha bakmıyorum. Gittim ve kendi kokumla baş başa kaldım.

Gittim, şimdi yağmur da yağıyor, yıkandım, üstümde iğreti duran ne varsa çıkardım attım. Yağmur yağdı ben yağdım. Ben yağdım yağmur hızlandı, o kadar hızlandık ki tüm kir pas gitti üzerimden, içimden, bakışlarımdan, gözlerimden.

Gözlerimi yeniden sana diksem ne bulabilirim?

Gözlerimle kendimi yeniden görsem ne bulacağım? Bunu görmek için daha çok yağmur yağacak, ben yağacağım. Belki işte o zaman, kendimi bulacağım.

Kendimi tekrar bulduğumda, yağmurlar tekrar yağacak, işte o an ben de sana veda edeceğim. Söylenememiş tümcelerimle seninle ve geçmişimle hesaplaşacağım, barışacağım ve hepinize, herkese ve her şeye veda edeceğim. Bu hesaplaşmadan ve vedalaşmadan kendimi alıp gideceğim. Kendimi alıp kendime gideceğim…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2010

Bunu paylaş: