Geniş Denizler – Tuğçe Duysak

Geniş Denizler* 

Buraya onunla ilgili uzun ve benim için değerini tam olarak anlatamayan cümleler yazmak istemedim. Çünkü o benim için çok farklı, şüphesiz herkes için, ama benim için Atatürk çok daha farklı.

Aileden biri gibi, samimi… Onunla ilgili düşüncelerimi, hissettiklerimi sınırlamadan hep saygı ve her şeyden önce sevgi duyduğum biri. Bunun için en çok anneme ve ilkokul öğretmenim İsmet Öğretmen’e teşekkür etmem gerek sanırım. O küçük, hayattaki gerçeklerin tam olarak farkına varmamış benliğimde bana Atatürk’ü sevmeyi, okumayı, insan olup ülkem için bir şeyler yapmayı öğrettikleri için bu teşekkürlerim.

İdealist olmayı Atatürk’ü sevmeyi hep İsmet Öğretmenimde gördüm. Öyle çabalardı ki bizi aydınlatmak için… Okumamızı, yüksek okullarda okumamızı söylerdi. Bu ülkenin okumaya ihtiyacı var deyip, öyküler, şiirler okurdu bize. Atatürk geçerdi kimilerinde, Atatürk’ten bahsederdi ardından hayat bilgisinde, matematikte, Türkçede. Bir farklı bakardı, gözlük camlarından görebildiğimce. O’nu o zamanlar Atatürk’le tanış zannederdim. Bir yakını, arkadaşı ama çok sevdiği  biri  çünkü  ben  sadece  annemden  bahsederken  öyle  bakardım. İkinci sınıfa geçip, matematik hesabım geliştiğinde anladım Atatürk’le tanışamayacak kadar genç olduğunu. “Nasıl da sevebilmişti?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Çocuk aklıyla zor tabi karşılıksız sevgiyi anlayabilmek. Oysa daha yeni yeni anlıyorum karşılıksız olmadığını, etrafımızda gördüklerimizin, bu Cumhuriyetin onun, İsmet Öğretmenime, bana, anneme sokaktakileri, sana sevgisi olduğunu. O, Türkiye Cumhuriyeti seviyordu, ona tutkuyla bağlıydı. Uğrunda her şeyi yapabilecek kadar! İşte bu noktada eksik parçaları tamamlıyorum. Ülkesini ve üzerinde yaşayanları ölesiye seven birini kim sevmez? Bunu ilkokulda da sorardım. İsmet Öğretmenimin televizyon izlemeyen, şalvarla dolaşan,  Atatürk’ü dinsiz görüp, ondan nefret eden insanlardan bahsetmesinden sonra kendime sormuştum “ insanlar onu neden sevmez” diye. Yine şimdi daha iyi görüyorum nasıl sevemediklerini. En gerçekçi yanlarıyla ele alsak bile yine nasıl sevmez insan Atatürk’ü? Despot, baskıcı, ateist, kendini beğenmiş gibi klişe kelimelerden başka nasıl tanıyorlar, kimler tarafından tanıyorlar, kimler Atatürk’ü batırıp Humeyni’yi yüceltebilecek kadar sığ yaşayabiliyor? Maalesef bu soruların cevaplarını verebilecek kadar büyüdüm. Bu tüm olanları görüp bir şeyler yapmaya çalışacak kadar geniş denizlerdeyim. Küçükken sıradan Atatürk’ün portresine bakarken dalıp gittiğim maviler gibi geniş. O zamanlar onun bizi izlediğini zannederdim her yaptığımızı gördüğünü bilirdim, bazen gülerdi bazen kızardı sanki. Sınıfta bir sorun olduğunda yalan söylemeyi bile düşünmezdim o beni izledi diye. Tanrı gibi bir şeydi o zamanlar benim için; düzen sağlardı insanları mutlu ederdi.

Şimdi İsmet Öğretmenimden, annemden, okuduklarımdan, gördüklerimden yola çıkarak yol almaktayım. Öyle zorlu, öyle yıldırıcı ki bu yol bazen birini arıyorum. Beni ve düşündüklerimi, yapmayı planladıklarımı seven, karşılıksız, benden gerçekleştirmeyi planladıklarımdan başka hiçbir şey beklemeyen…  İşte o zamanlar o maviliklerin için Atatürk geliyor. Küçük hayalperest Tuğçe’nin tanrısı, gerçekler içerisinde yolunu çizmeye çalışan Tuğçe’nin dostu.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2008

Bunu paylaş: