Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi – F. Utku Deniz

Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi* 

 

Büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ü andığımız bu ayda büyük önderin her alanda devrimlerinin mimariye yansımalarından bahsetmek istiyorum.

Tanzimat Dönemiyle birlikte Osmanlı toplumu batılılaşma yönünde değişme sürecine girmiştir. Ülkemizdeki politik-sosyal, kültürel değişme ile birlikte mimari eserler alanında da kendini göstermiştir. Avrupalı mimarların Türkiye’ye gelmesiyle yerli mimar ve yabancı mimar çekişmesi başlamış ülkemizdeki siyasi değişmeler ve yönlendirmelerle ulusal mimarlık hareketleri başlamıştır.

Cumhuriyet Dönemi Türk mimarisi doğal olarak bir süre Osmanlı mimarlık geleneğini sürdürmüş I. Ulusal Mimari hareketinde Osmanlı’dan esinlenen taş  ve çini bezemeleri görülmektedir.

1930’larda ulusal mimarimizde yabancı mimarların eylemleri görülür. Yabancı mimarlar ile birlikte çağdaş yapı yöntemleri ülkemize aktarılmaktadır.  Özellikle önemli miktardaki kamu binalarının yabancı mimarlar tarafından yapılması ve yabancı mimarlara avantajlar sağlanması eleştiri konusu olmuştur. Yabancı mimarların yetiştirdiği Türk mimarlar da zamanla dünyadaki yenileşme hareketlerini takip ettikleri görülür.

Günümüz Türk mimarlar ise sosyal konulara eğilirken, yeni mimarlık arayışları yoğunlaşmıştır. Teknolojinin gelişmesi yeni mimari yöntemlerin kullanılmasını gerekli kılmaktadır. Bunun sonucunda özgün yapılar ortaya çıkmaktadır.

“1908 yılı II. Meşrutiyet sonrasında, özellikle İttihat ve Terakki Fırkası’nın siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alandaki girişimleri içinde, bulunduğu dönemin koşullarını ve yapısını en çok belirleyen, kesit veren noktalardan biri  de mimarlıktır. Özellikle İttihat ve Terakki Fırkası’nın başlıca düşünürlerinden biri olan Ziya Gökalp’in ekonomi, siyasal, felsefe, hukuk, din, dil alanında geliştirdiği düşüncelerin zamanla güç kazanması yaygınlaşması, mimarlık alanında uygun bir ortam yaratılmasına olanak sağlamıştır. Kısa zamanda Milli Mimari, Milli Mimari Rönesans’ı, Milli mimari Üslup’u Neoklasik Üslup olarak adlandırılan I. Ulusal Mimarlık akımı geçerlilik kazanmıştır” (Sözen, 1984:27).

“1908’den itibaren özellikle Ziya Gökalp’in yazıları ile uyandırılan milliyetçilik hareketi, mimarimizi etkileyebilecek bir durum göstermiştir. Batıda öğrenim görmüş bazı mimarlarımız yeni bir mimari yaratmak istediler. Böylece batı mimarisini etkilerinden kurtulmak isteyen çabalar görüldü ve Osmanlı Mimarisinin klasik döneminin eserleri inceleme konusu oldu.” (Turani,1992:673).

“Türkiye’de milli bir mimarlığın doğuşu Cumhuriyet Dönemine  rastlamaktadır.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle anıtsal yapıların Osmanlı uyruklu Ermeni ve yabancı mimarların elinden çıktığı görülür. İstanbul, bu gibi yapıların en çok görüldüğü kentti. Balyan ailesi, Gaspare Fossatti, Raim-ondo, d’Aronco ve Jachmund gibi ünlü Ermeni, İtalyan ve Alman mimarları İstanbul’daki bu anıtsal yapıların pek büyük bölümünün yaratıcılarıydılar. Cumhuriyetin Ziya Gökalp ile başlayan Türkçülük akımı sanatın yanı sıra mimarlığı da etkiledi. Bazı Türk mimarları Avrupa’daki gelişmeleri izlemek yerine, Neoklasik bir davranışla Osmanlı dini yapılarının dekoratif mimari elemanlarının etkisi altında ulusal bir mimarlık yaratma çabasına girdiler. 1910’larda başlayan bu akım, Cumhuriyetin ilanından sonra da genişledi.  Ankara’nın  Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olmasıyla burada yoğun bir şehircilik ve mimarlık çalışmalarını başladığı görüldü” (Tuğlacı, 1989:1076).

“Ankara bir bozkır kasabasında genç Türkiye Cumhuriyeti başkenti haline gelirken Türk ve gerekse yabancı mimarlar tarafından imar edildi (Hermann Jansen). Bu arada mimar Kemalettin Bey, Gazi Terbiye Enstitüsü ve Devlet Demir Yolları merkez binalarını, mimar Vedat Bey (tek), Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Ankara Palas binalarını inşa ettiler.

“Clemens Holzmeister’in gelişi Ankara mimarisine apayrı bir görünüm kazandırırken Türk mimarisine de ayrı bir yön verdi. Bu Avusturyalı mimar, 1927–1933 yılları arasına rastlayan bir faaliyet döneminde Milli Savunma Bakanlığı (1928–1930), Genel Kurmay Başkanlığı (1929–1930), Ankara Ordu Evi (1930–1933), Ankara Harp Okulu (1930–1935), Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü (1931–1932), Ankara Merkez Bankası (1931–1933), İçişleri Bakanlığı (1932–1933),  Ekonomi  ve  Ticaret  Bakanlığı  (1933–1935),  Yargıtay   (1933–1934), Emlak Bankası (1933–1934), gibi eserler verdi. Bu arada Türk Mimarı Seyfi Arkan tarafından da Ankara’da Sümerbank Genel Müdürlüğü binası inşa edildi.” (Tuğlacı,1991:1076).

Kuşkusuz son Osmanlı döneminde yapılan önemli mimari ürünlerin tasarımlarına temel olan tutumun 1923’te Cumhuriyetin  kurulmasıyla bırakılması düşünülemezdi. Ziya Gökalp’le başlayan Türkçülük akımı sanatta, özellikle mimari ürünlerin biçimlenişlerinde de kendini duyurmuş bazı Türk mimarları tarafından Avrupa’da 1905’lerdeki gelişmelerden tamamen uzak Neoklasik bir davranışla, klasik Osmanlı Dinsel yapılarının dekoratif mimari elemanları kopya edilmiş, “ulusal bir mimari” yaratmaya çalışılmıştır. Bu davranış daha önce de belirttiğimiz gibi ülkemizde de yabancı mimarlar tarafından  da  benimsenip,  bu  anlamda  uygulama  yapılmıştır.  XIX:  yüzyılın elektik davranışların bir davranışların devamı olan bu dönemde, bölgesel ulusal öğelere mimari ürünlerin biçimlendirilişinde daha çok yer verilmiş,  böylece Türk mimarisi Neoklasik Dönemi başlamıştır. Bu dönemin en ünlü mimarları olarak Vedat ve Kemalettin Bey’leri görmekteyiz. Vedat ve Kemalettin Beylerden başka 1882’de kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi ailesine çıkan geç mimarlar da bu akımın savunucuları olmuştur. 1927’lere kadar Türk mimarisine egemen olan bu davranış daha sonraları ülkemize eğitim ve uygulama amaçlarıyla gelen yabancı mimarların etkisiyle duraklamıştır.

1927 yılından sonra, yabancı mimarlar ülkemizde değişik açılardan etkilerini duyurmaya başlamış, bu birçok açıdan yeni gelişmeleri birlikte getirmiştir. Gittikçe sayıları aratan yabancı mimarlara karşı, Türk mimarları, onlara sağlam olanaklar olmadan varlıklarını sürdürebilme yolu aramışlardır. Burada iki yönlü bir gelişme gözlenmektedir. Bunlardan bir bölümü, Ulusal Mimarlık Akımına bağlı kalmışlardır. Diğerleri ise, devletin her alanda yapmak istediği yeniliklere uygun, uluslararası mimarlık anlayışını ülkede egemen kılmaya çalışmışlardır.(Sözen, 1984;167).

Milli mimari ile ilgili kıpırdanmaların, yabancı mimarların etkisi karşısında milli kapasiteyi   ortaya   koymak,   milli   kabiliyeti   ispat   etmek   arzusu    şeklînde belirlendiğine şahit oluyoruz. Takriben 1937’den itibaren gelişen etki, 5–6 yıl içinde, özellikle de yeni yetişen neslin şiddetli protesto ve tenkitlerine muhatap olabilecek bir seviyeye ulaşmıştır. Buna rağmen dönemde devlet teknik bürolarının yabancı mimarlarla dolu olduğu ve belediyelerin de kent planlaması için yabancı mimar aradıkları gözlemlenmiştir.

Belirli dönemlere ayrılarak değerlendirilen Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı, belirtildiği gibi Osmanlı İmparatorluğunun mimarlık ortamına bir süre bağlı kalmıştır. Son Osmanlı döneminde, önemli mimarlık ürünlerini tasarlayan, Cumhuriyet döneminde de eylemlerini sürdürmüşler, uygulamaların dışında eğitim kurumlarında da görev almışlardır. Dola olarak, kısa sürede böyle bir ortamın değişmesi olanağı da sınırlı kalmıştır. 1920’li yılların sonuna kadar önemli değişiklikler olmadan, savaş sonrasının Anadolu kentleri, Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın etkisinde yetişmiş mimarlar tarafından, gereksinim duyulan yapılarla donatılmıştır. Oysa 20. Yüzyılın başlarında mimarlık alanındaki köklü değişmeler, dünyanı değişik yerlerinde etkisini göstermeye başlamış kısa sürede büyük yaygınlık kazanmıştır.”(Sözen,1984:359).

“1850–1900 arasındaki dönemin Osmanlı mimarlığının düşünsel arka planında görsel açıdan Batıya benzeme kaygısından daha karmaşık güdü yoktur. 1900 sonrasında gerçekleştirilecek olan mimarlığın kendi yaklaşımını tarihsel düşünce planında biçim dili olarak onlardan büyük oranda farklılaşsa da, düşünsel açıdan Batılı ve moderndir. 19.yüzyılda Batıda yalnızca yeni yapı türlerini, tekniklerin ve üslupların ithal eden Osmanlı mimarlığı yüzyıl dönümünden başlayarak artık Batının mimarlık düşüncesinde de adım adım nüfus etmiştir. Ya da mimarlık sadece yapılabilir olmaktan çıkıp, düşünülebilir olmaya da başlamaktadır”(Tanyeli,1998:65).

Mimarlık eylemi Cumhuriyetle birlikte kökten bir değişikliğe hemen uğramamış, son Osmanlı Devrinin mimari anlayışıyla, devrin mimarları kendilerini birden Cumhuriyetin içinde bulmuşlardır. Osmanlı devrinin sonlarında,  ulusal mimari akımı, böylece Cumhuriyet devrinde de varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde yabancı mimarlara tepkiler dikkati çekmektir. Oysa daha III. Selim devrinde, Melling’in gelişi, sonra Balyan ailesinin bütün mimari eylemleri ellerinde tutuşuyla, yabancı ve azınlık mimarların egemenliği pekişmiş, bu durum uzun yıllar değişik biçimlerde sürüp gitmiştir. Yabancı mimarların ağırlıklarını duyurdukları yıllarda, Sanayi-i Nefise, Mühendishane-i Bahr-i vev Berr-i Hümayun Mektepleri’nin kurulması gene de bir  dereceye kadar mimarlık eğitimine ağırlık verildiğinin birer kanıtıdır. Ne var ki çalışmaların yanı sıra mimarlık alanında tutarlı bir yolun izlendiği   söylenemez.

XIX. Yüzyılda, batı seçmeciliğinin ürünleriyle donanan büyük kentlerimiz, XX: yüzyılın ilk çeyreğinde özellikle Ziya Gökalp;’in Türkçülük akımının etkisiyle, bu kez Osmanlı dinsel yapılarının dekoratif mimari elemanlarından oluşan  ulusal bir mimari geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu bir yerde XIX. Yüzyılın eklektik davranışlarının başka bir anlamda devamıydı. Bu dönemde mimar Kemalettin, Vedat, Vedat Muzaffer, Arif Hikmet, Mongeri gibi adlar ve bunların ürünleri dikkati çekmektedir. Yeni bir mekan anlayışından uzak, dekoratif öğelere yoğun şekilde yer veren çalışmalara karşın, dünyada yeni gelişmeler bu yıllara somut şekilde kendini duyurmaktaydı. 1910–1927 yılları arasında bu “İlk Mimari Dönemi’nin en belirgin yanı, ulusal bilinç yaratma çabasıdır. Oysa mimarlık eylemini biçim “yaratma”, “tek bir ürün” olarak ele almam, çağın anlayışının dışında bir olaydı.

1930–1940 arasını “İkinci Ulusal Mimariye Geçiş Dönemi” olarak nitelendirebiliriz. Bu dönemde yabancı mimarlara tepkiler başlamış, uluslararası mimari tutumun ulusal duyguyu ve yüzyıllar boyunca gelişen toplumun estetik kabullerini dile getirmediği ileri sürülmüştür. Bu kez Osmanlı dinsel yapılarının dekoratif elemanlarına karşılık, sivil mimarimize eğilinmiştir. Yeni bir araştırma döneminin başlaması, birinci ulusal mimari akımından daha ileri bir adımdır. Bu dönemin düşüncelerini yansıtan mimarlara arasında Sedat Hakkı Eldem dikkati çekmektedir. Ayrıca uluslararası gelişmelerin paralelinde, oldukça değişik tutumda mimarlar olarak da Bekir İhsan Ünal’ı ve Seyfi Alkan’ı görmekteyiz. 1937–1938 yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretim üyeliği yapan Bruno Taut ise, ilk kez topluma yönelik projeler geliştirerek, çağın gelişme çizgisini yurdumuzda da yansıtmaya çalışmıştır.

1940–1950 yılları arasında yabancı mimarlara tepkiyle birlikte “İkinci Ulusal Mimari” diyebileceğimiz bir dönem başlamıştır. Bu dönemde Sedat Hakkı Eldem, Emin Onat, P.Bonatz, E.Egli, M.Elsaesser gibi yerli ve yabancı mimarları görmekteyiz. Yerli mimarların yanı sıra, yabancı mimarlardan bazılar da ulusal mimari anlayışında ürünler vermişlerdir. Kuşkusuz bunun başlıca nedenlerinden biri, Almanya ve İtalya’daki paralel gelişmelerdir. Yabancı mimarların bazıları bu etkileri yurdumuza taşımakta rol oynamışlardır. Bütün bu dönemin arasında gene de bir ölçüde ayrılık vardır. Ayrıca bu dönemin sonlarına doğru ulusal mimari akımının öncüleri olan kişilerde bile, bu değişme kendini duyurmuş. Adalet Sarayı yarışmasında olduğu gibi, uluslararası bir rasyonalizm yavaş yavaş ağır basmaya başlamıştır.

“Bugün memleketimizdeki yapılar nitelik ve nicelik bakımından yetersiz, yapı tekniği ile son derece ilkeldir. Durum yalnız köy yapıları için değil, şehir yapılarının büyük çoğunluğu içinde böyledir. Bunun sebepleri çok çeşitlidir. Son yıllara kadar şehirlerde dahi kendini hissettiren teknik eleman yokluğundan, bugün dahi henüz bu konulara yeni yapı yöntemlerine eğilen teknik eleman azlığına kadar birçok sebepleri saymak mümkündür. İnşaat sektörünün bütün alanlarda mevcut olan aksaklıklar, halkın refahını ve yaşama seviyesini en yakından  ilgilendiren  sosyal  yapılarda daha  fazla hissedilmektedir.  Bütün  bu problemler ortada dururken Türk Mimarlık topluluğunun görevi, günün modasına uygun formların araştırılmasından çok, toplumumuzun gerçek yapıların araştırılması yolunda olmalıdır. Yani, bugün dillerden düşürmediğimiz “araştırma” sözünü biçimsel bir araştırma olarak anlamak hatasından kurtulmak zorundayız”(Hasol,1965:117).

  1. yüzyılın ortalarından başlayarak günümüze kadar ise, siyasal, toplumsal, ekonomik koşulların da etkisiyle, dünyadaki tüm gelişmelerin doğrudan veya başka biçimlere ülkemize yansıdığı görülmektedir. Bu kez her yeni akım ve eğilim, daha önceki dönemlerdeki gibi belirli gecikmeye değil, kısa süre sonra yansımasını bulacak, bir anlamada özgür bir mimarlık ortamı yaratacaktır. Ancak tüm bunlara karşın, sağlıksız kentleşme, geçmiş değerlerin bilinçsizce ortadan kaldırılması çabaları, sorunları gittikçe büyüyen bir mimarlık ortamını gündeme getirmiştir. Bu olumsuzlukların yanı sıra mimarlık alanında ilginç denemeler özgün araştırmalar, yeni arayışlar da birlikte gelmiş, bir bakıma mimarlık toplumsal yapımızın bir göstergesi olmuştur”(Sözen,1984:360). KAYNAKÇA:

SÖZEN, Metin-TOPAN, Mete

1973 50. Yıl Türk Mimarisi, Türkiye İş Bankası Yayınları II. Baskı, İstanbul

TUĞLACI, Pars

1991 Çağdaş Türkiye, Cem Yayınevi, Cilt-2, İstanbul

TURANİ, Adnan

1992  Dünya Sanat Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul

*https://issuu.com/azizm/docs/edergikasim2008

Bunu paylaş: