Fazıl’dan Che’ye Özgürlük ve Aydınlık – Gökhan Baykal

Fazıl’dan Che’ye Özgürlük ve Aydınlık* 

Başka türlü bir şey benim de istediğim Can Baba gibi. Kahvede Tırtlar Vadisi muhabbeti yapmak değil de Picasso konuşmak mesela. Ve burası gibi  olmayacak istediğim memleket, Fazıl Say’ları sanatını ve ne demek istediğini anlamadan sorgulanmadığı, yargılanmadığı bir yer…

Gerekirse anasını da alıp gidebilirdi sevgili Fazıl Say ama bunu yapmadı. Neden? Çünkü O ülkesini çok seviyordu. Kimsenin söylemeye cesaret etmediği (edemediği) şeyleri söylemişti ve bana kalırsa çok ta iyi etmişti. Kimi kendini bilmezler Fazıl Say’ın bu beklenmedik ama haklı çıkışına ağır tepkiler vermişti  e nede olsa %47’lik kesimde yer alıyorlardı, işte bu yüzden böyle densiz  düstur edenlerin haddini bildirmek gerekiyordu. Sırf karşıt görüş diye linç edilebilirdi Fazıl Say ama o böyle riskleri bile göze almıştı çünkü her zaman aydınlıktan yanaydı… Tıpkı katledilen hâkimler gibi. Adaletini kendi sağlamaya çalışanlardan çok çekti güzel ülkem. Herkesin söz hakkı olduğunu unutmak, kendinden farklı düşüneni katletmek vacip oldu galiba ülkemde. Ne de olsa  şeriat yasalarıyla yönetiliyoruz değil mi aziz dostlar? Aslında ne yapmak lazım biliyor musunuz aziz dostlarım? Anamızı da alıp gitmek lazım bu ülkeden bakalım neler oluyor sonra ne yapabiliyor o malum %47 ve onlardan oy alıp tahta çıkanlar. Gerçi böyle bir şey yapsak bayram ilan olunurdu herhalde  Türkiye Cumhuriyeti’nde, istekleri gibi at koştururlardı kesin. Neyse bu mevzu üzerine yazmaya devam edersem 301 arkamdan gelir yakalar beni, en iyisi konuyu değiştirmek…

Buradan sonra yazıyı nasıl çevirebileceğime dair en ufak bir fikrim yok, hep beraber izleyip göreceğiz. Biraz Ernesto Che‘den bahsedelim bari konuyu bağlamak açısından doğru bir tercih gibi sanki. Kimdir bu Commandante dedikleri adam? Ne yapar ne eder? Ya da ne yaptı ne etti vakti zamanında? Hadi bakalım biraz Ernesto’dan bahsedelim, ilerleyen bölümlerde de yazıyı Fazıl Say’a bağlarız bir şekilde.

Efendim Ernesto Che adlı zat-ı muhterem Arjantin’de doğmuş vakti zamanında (1928), astım hastasıymış, çocukken çok kez ölümlerden dönmüş bu hastalık yüzünden, derken bir gün doktor olmaya karar vermiş ve başlamış okumaya… Okumuş ta okumuş, hiç bıkmamış okumaktan, derken bir gün arkadaşı Alberto Granada ile şu Güney Amerika Kıtası’nı gezelim bizim külüstür motosikletle de görelim bakalım neler oluyor burada demişler. Atlamışlar külüstür motosiklete vermişler kendilerini yollara, tabi bu arada okula da ara vermek zorunda kalmışlar.

Bu tur ona, Latin Amerika’nın sömürülen köylülerini yakından tanıma fırsatı verdi. Che, 1953 yılının Mart ayında üniversiteyi bitirmiş doktor olmuştu. Venezüella’daki cüzam kolonisinde çalışmak üzere anlaşmıştı. Buraya gitmek için çıktığı yolculuğu sırasında Peru’ya da uğradı. Orada yerliler hakkında daha önce yayınlanmış bir incelemesi yüzünden tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Hapisten çıktıktan sonra Ekvator’da bir kaç gün kaldı. Burada Ricardo Rojo adında bir avukatla tanışması hayatının dönüm noktası oldu. Che, Venezüella’ya gitmekten  vazgeçip,  Ricardo  Rojo  ile  birlikte  Guatemala’ya  gitti.  Devrimci Arbenz Hükümeti sağcı bir darbe ile devrilince Arjantin büyük elçiliğine sığındı. İlk fırsatta ihtilalcilerin safına katıldı. Faaliyetlerinden dolayı elçilik binasından çıkartıldı. Guatemala’da kalması tehlikeli bir durum alınca Meksika’ya gitti. Ernesto, Guatemala’da birçok Kübalı sürgün ve Fidel Castro‘nun kardeşi Raul ile karşılaşmıştı. Meksika’ya geçtiğinde ise Fidel Castro ve arkadaşları ile tanışarak Küba devrimcileri safında yer aldı. Daha sonra Granma gemisiyle Küba’ya hareket etti ve savaşın sonuna kadar en ön safhada yer aldı.

Devrim sonrasında Binbaşı Ernesto Che Guevara Havana’nın la Cabana Kalesi’nin komutanlığına getirildi.1959 yılında Küba vatandaşı ilan edildi. Bir süre sonra silah arkadaşı Aleida March ile evlendi. 7 Ekim 1959’da Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atandı. 26 Kasım’da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirildi. Böylece Che ülkenin mali işlerini yüklenmiş oluyordu.

23 Şubat 1961’de Küba Devrim Hükümeti bir sanayi bakanlığı kurarak Che’yi bunun başına getirdi. Ancak Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirildi. Daha sonra az gelişmiş ülkelere çeşitli seyahatler yapan Che, sömürülen halkları ve emperyalistleri daha yakından tanıma fırsatı buldu. Bu durum Che’nin savaşçı yanının tekrar canlanmasına yol açtı.

Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermişti.1965 Eylül’ünde bilinmeyen ülkelere doğru yola çıktı. 3 Ekim 1965’de Fidel Castro, Che’nin ünlü veda mektubunu Küba Halkına okudu.

…Ve ölüm Che’yi Bolivya’da Higueras yakınlarında yakaladı. Barrientos’un askerleri O’nu 7 Ekim 1967 gecesi Hieguras yakınlarında kıstırdılar. Bacağından ağır bir yara aldı ve Hieguras’da bir okula hapsedildi. Kimsenin karşısında eğilmedi. Ve 9 Ekim günü Barrientos’un kiralık katillerinden Mario Turan’ın dokuz kurşunuyla can verdi.

Commandante‘nin hayatını kısaca özetledikten sonra bir iki olaydan dem vurup yazımı sonlandırmak istiyorum. Che ne için savaşmış efendim? “Özgürlük” ve “aydınlık” için evet sadece “özgürlük” ve “aydınlık” için. Peki, Fazıl Say ne için böyle konuşmalar yapmış? Tabi ki “özgürlük” ve “ aydınlık” için…

Che’de Fazıl’da aynı şey için savaştılar, Amerika’nın baskısına  boyun eğmemek, karanlıkta kalmamak için. Güney Amerika ülkeleri için karanlık güçler diktatörlerdi Türkiye için ise yobazlar, aradaki tek fark bu bence sevgili okurlar.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergisubat2008

Bunu paylaş: