Film, Fotoğraf, Kimono, Dans, Tez, Fotosentez, Azıcık Hegel ve Biraz da Bonibon – Hamdi Murat Karakütük

Instagram profilime tam adı “Soviet Gallery & Deutsch.Und” olan İzmir’deki bir oluşumun şöyle bir reklamı düşüp duruyor.

Sanat eğitimini İzmir’de almış ve bu işlerle iştigal eden biri olarak böylesi oluşumların varlığı (sorunları bildiğimden mütevellit) hoşuma gidiyor. Eminim buralarda kendisine yer bulamayan birçok yetenekli insan, işlerini sergileme fırsatı da buluyordur. Ne ki sitelerine girip haklarında bilgi almak istediğimde tipik bir kültür kriziyle karşılaştım. Galerinin Türkçe tanıtımı yok, neden yok, böyle daha mı havalı oluyor bilemiyorum…

Şimdi, işbu reklamda bolca bulunan gramer ve semantik sorunlarından ve kültürel boy seviyemizin ahvâlinden bahsetmek istiyorum zîrâ gönderiyi okurken kafam epeyce karıştı.

“Post” yani Türkçesiyle gönderideki yazıdan bazı kısımları alıntılamak istiyorum: “disiplinler arası kültürel bir harmanla oluşturduğu kişisel sergisi… ” cümlesine şöyle bir derkenar düşelim “interdisciplinary” Türkçesiyle “disiplinlerarası” birleşik yazılır. Sonrasında şu soruyu soralım: Bu cümleyi ve dahî tüm yazıyı neresinden düzeltip nasıl anlamalıyız? Zîrâ Hegelyan Diyalektiğe kültürel harmanla dayanmış bu kişisel sergi bir de bize doğu batı sentezi sunuyormuş. Büyük lafları, kuramları buradan göründüğü kadarıyla temelsiz kullanan bir reklamla karşılaşıp durmak revâsı olsa gerek sözü edilen şu sentez. Tanıtım mı yorum mu kritik mi anlaşılmayan; mantık ve söylem ve yazım hatalarıyla dolu bu özensiz cümle harmanlarını mı hak ediyor işin muhatapları… Neyse alıntılamaya devam edelim nitekim iş hem teknik ve biçim hem de içerik bakımından gittikçe absürt bir hâle bürünüyor:

“Film & Fotoğraf & Kimono sergimizde film ve fotoğraf çekimlerimizde kullanılan kimonolar da yer alacaktır. ‘Synthsis’ filmi içinde yer alan her ayrı bir sahneden ayrı bir etkinlik düşüncesiyle 4 hafta içinde 4 ayrı programı da dahil ettik.”

Alıntılarken bile mütemadiyen düzgününü yazmaya yeltenir halde buluyorum kendimi. Bu denli sorunlu ve mesnetten münezzeh bir biçimin içerdiğinden ne kalite beklenir emin değilim. Daha doğrusu bu, aslında biçim ve içeriğin yer dahî değiştiremeden yığınak halini alması değil de nedir? Bu yazıyı sanatçısı mı yazmış, o tam olarak ne sanatçısıymış, böyle şeyler yazmışsa ona sanatçı mı demek lazımmış (?) kararı düşünebilenler kendine fısıldasın. Bu yazıyı İzmir’deki galerinin zaten Türkçe diline tenezzül etmeyen reklam ekibi mi hazırlamış, eğer öyleyse “sanatçı” disiplinlerden faydalanıp ülkenin en derin konularından birini gösterme iddiası yüzünden bunu okuyup anlamamaya fırsat mı bulamamış?

Şükrü Özçevik‘i ilk kısa film denemesi olan Sistemin İpleri adlı projesinin post-prodüksiyon aşamasında tanıdım. Yanılmıyorsam 2014 ya da 2015 seneleriydi. İstekli, azimli, heyecanlı bir arkadaştır. Favori yönetmenleri vardır, organizasyon ve market(ing) becerileri İzmir standartlarının üstündedir. Sonraki film, tanıtım ve vlog işlerini de biraz biliyorum. Kısaca kendisi yönetmen olmak için çok çalışmaktadır, ayrıca bu işlerin yaygınlaşması konusunda da çok çalışmaktadır, fotoğraf çeker, tanıtım çeker, festival de kovalar diğer bir deyişle kast etmediğim yerlerdeki eleştirilerin muhatabı değildir. Lakin son yıllarda özellikle son 10 yılda video film ve Sinema sektörlerinin internetin de katkılarıyla aşırı ucuzlaması ve demokratikleşmesi zannediyorum kimi emekçilerinde bir yarılmaya yol açıyor ve bu yarık gittikçe büyüyor. Bu bir kimlik ve kanalizasyon krizi ve ülkeme de çok uygun düşüyor. Genç yönetmen adayları ya da bizdeki âmiyâne karşılığı ile “kısa filmciler” varlık, görünürlük, iletişim ve motivasyon eksikliği yüzünden bir kafa karışıklığı ile kimlik sorunu yaşıyorlar. Yönetmen, senarist, yapımcı, kurmaca filmi, belgeselci olmayı geçtim bu doğaldır nitekim ekip ve imkân yoktur diyelim. Ama festival sektörünün bir postmodern gayya kuyusu bir mantarlaşma halini alması bizim mahalle auther’lerimizi komple sanatçı yükünün altına sokuyor. Üstelik işin organizasyon, reklam ve pazarlama kısmında mâhir olanları kendilerine sanatçı unvanını kolayca yamamaktan geri durmuyorlar. Eskiden bu sorun sadece GSF ve RTS içinde olurdu. O zaman da bu tornadan rahatsızdım lâkin şimdi dünyanın her mahallesinde bir festival var. Patır patır film topluyor İnternet platformları. “Rec” ve “stop” düğmesine basıp bir kurgu çıktısı alıp festival kovalamanız kâfî ki artık bunu bile sizin için yapan toptancılar var. Şükrü Özçevik özelinde bunları anlatmamın sebebi kendisine verdiğim değer ve samimiyetine güvenimdir. Bilirim ki gece gündüz bu işlere koşturmaktadır, benim esas eleştirim bu piyasalaşmaya olduğu örnekliği göstererek olumlu olanı hatırlamaktır. Film tanıtımı, pazarlaması yapmak ve müspet sonuçlarla bir sanatçı imajı yaratmak kolay mıdır bilmem ama bu işler ciddi olması gereken işlerdir.

Gidin, ben de fırsat olursa giderim ama eleştirmeyi sorgulamayı unutmayın lütfen. Bir filmin içindeki malzeme ve aşamaları sergi haline getirmek ve kolektif yapısından kendinize paylar çıkarmak etik mi sorun. Bu noktada filmle ilgili hiçbir bilgi vermemek, onun yerine The Fifth Element çakması gibi süslü bir afiş tasarlamak, üzerine sanki İlber Ortaylı‘dan işitilip Kurtlar Vadisi vecizeleriyle harmanlanmış da bilimkurgu üslubuna dönüştürülmüş gibi bir söz yazarak muhatabında arabesk bir kiç etki bırakmak nedir diye sorun. Şunu sorun mesela, biçimi söz gelimi afişi bu kadar iddialıyken içeriği de aynı derecede işçilik barındırıyor mu? Photoshop, illustrator ucuz ve görece kolaydır ama içeriğin biçimi yani filmin plastik tasarımı onunla bırakın aynıyı acaba yakın senkronlarda mıdır? Biçimim simleri biraz kazınacak gibi olsa içerik hakkında da belki konuşabilirdik lâkin heyhât. Dilerim sanatsal ve düşünsel anlamda daha ayakları yere basan işler vesile olur bu yazdıklarım. Galeriler ve sanatçıları da daha itinalı ve güzel işler yaparlar…

Bunu paylaş: