Leon: Üç Baba Bir Elektra – Hamdi Murat Karakütük

Leon Filmindeki Dürtüsel Kurama ve Dişil Oedipal Kimi Göstergelere Dair

Fransız senarist, yönetmen ve yapımcı Luc Besson’un Hollywood’daki ilk işi; Leon. Filmin, Amerikan Sinemasında, kültür dünyasında dolayısıyla ahlâkında; yaratıcısının milliyetine lâyık bir sansasyon ve stilizasyon ile yankı bulması hiç de sürpriz değil. Sansasyon ve stilizasyon: Hollywood’un klasik döneminden bu yana hızla tüketmeyi başardığı başat unsurlardan yalnızca ikisi. Uzunca bir vakittir dünyanın farklı yerlerindeki kaliteli, aşkın, sansasyonel, üslup sahibi isimleri ithal edip büyük stüdyolarda kendine has sistemiyle uysallaştırarak (iğdiş ederek) Amerikanlaştırmak ve dünyaya pazarlamak konusunda epeyce başarılılar. Şimdilerde İnarritu, Nolan Kardeşler, Cuaron gibi isimler tamamen Amerikanlaşmıştır ama ben bu ithal isimlerin en önemlilerinden ve ehlileştirmesi (biçim ve derinlik açısından) en kolay olanlarından birinin hatta ilkinin hep Luc Besson olduğunu düşünmüşümdür. Leon filmi de en güzel ispatlarındandır; bir yanda Fransız estetiğinden payını almış çekimler, Avrupa esintileri ve içeriksel manada cesaret barındıran yaklaşımlarla hoyratlıklar, diğer yanda mükemmel kadrajlar, melodram unsurları, gizil Amerikan Rüyası, karizmatik ağır ağabeyler (kovboylar) ve bol bol vurdu-kırdı. Ortaya çıkan şey ise istediği yere kadar gidememiş, W.A.S.P’a (Beyaz, Anglo Sakson, Protestan) toslamış, Post-noir esintili kült bir aşk ve aksiyon filmi.

Ne zaman Leon’u izlesem bir başka New York sakini anti-kahramanın öyküsü olan Taxi Driver’ı anımsarım, Travis’in dünyasının özünü oluşturan “yeni muhafazakârlığın” 90’lar sürümü hissini uyandırıyor bende. İki film arasında konuları, mekânları, kahramanları ve ahvâlleri açısından da ciddi benzerlikler kurmamak doğrusu pek kolay değil. Leon’u oluşturan unsurlar hakkında; biçimsel, içeriksel ve politik eleştiri yapmamın onu Taxi Driver ile anmamın nedeni esasen psikoloji bilhassa da psikanaliz açısından çok önemli bir kavram olan “BABA” figürüne bağımsız katmanlar üzerinden dolaylı göndermeler yapmak.

Hitchcock meşhur röportajlarında Truffaut’ya kurgulu filmler için: “Yönetmen setin Tanrısıdır” demişti. Esasen Leon: Bir filmi hem var eden hem de hadım eden direk ve dolaylı ‘Baba’ figürlerinin savaşından ibaret. Bir Hollywood şâheseri çoğu zaman, üç ‘ana’ figürün yani üç babanın filme uyguladığı baskıdan türemektedir. Yapımcı, Yönetmen ve Tanrı maskesi ardındaki Amerikan Zihniyeti bir Hollywood filmini ve o filmdeki erkek yahut erkekleşmiş kadın figürünü var eder. Bu kahraman esasen Baba yâni fedakâr, savaşçı, katil-koruyucu Erk’tir. Bilhassa da Hollywood’un suyunun suyunu sıkmaktan keyif aldığı mafya babası, kiralık katil ve ikisini birleştirip doğurduğu kriminalize olmuş göçmen portresi. Tanrılar, tragedyadaki insan-tanrının kaderi üzerinden bahse tutuşurlar ve amaç gişe tahtına oturmaktır.

Kıskanç ve acımasız tanrı imgesi; ebeveyne bilhassa da “baba” figürüne gönderme yapar. Bizim filmimizin içinde de üç baba figürü var. Bunlardan biri filme adını veren Leon. Şimdi, yapımcı, yönetmen ve Tanrı kılığına girmiş Amerikan Zihniyetinin hadım ettiği (etmekle tehdit ettiği) Profesyonel Leon’a biraz yakından bakalım. New-York’ta bir göçmen olan anti-kahramanımız Leon (ki kimi psikanalitik ve semiyotik çözümleme kuramları açısından bu kişi Besson’dan başkası değildir) çok katı kurallara sahip bir tetikçidir. New-York’a belli ki kaçtığı için gelen Leon’un (Jean Reno) okuma yazması yoktur, birçok hususta cahil kalmıştır, modern dünyanın Roma’sındaki kalabalığın içinde yalnız başına yaşamaktadır. İşvereni Tony (Danny Aiello) bir mafya üyesidir ve esasen Leon’un babası, hamisi, rehberi konumundadır, öyle ki Leon’un parası bile onda durur zira kahramanımız paradan-puldan da pek anlamaz, hırsları, lüksleri, geleceğe dair planları yoktur, o, sadece bir makinedir. Bir annesi, karısı, sevgilisi, kızı yoktur. Her şeyini belli ki daha çocuk yaşta kaybetmiştir ve yenisini yerine koyacak gücü olduğuna inanmaktan vazgeçmiş, korkmuş sonunda da bir bitkiye dönüşmüştür. Ta ki monomitinin olmazsa olmazı olan esas macerasına çağrılana kadar.

Bu maceraya çağırılmadan önce onun dönüşümünü mümkün kılan süreci ve gelecekte ne ile karşılaşacağını göstermek adına filmin girişine dönelim. Filmin girişindeki hava çekiminden itibaren izleyiciyi kontrol altına almaya çalışan yönetmen; kamerayı-gözü âdeta yarışmayı kazanıp hedefine yapışan bir sperm gibi kullanıyor ve Tony’nin spagetti restoranına girerek tanıtım sekansını bitiriyor. Tanıtılan New York ve onun zıt yüzleri ve gittikçe bir göçmen mahallesine çekiliyoruz sonunda ise vajinamsı restoran kapısına giriyoruz. Alice’in gözlerine sahibiz girişte ve tavşan deliğinden içeri giriyoruz tıpkı ergenliğin sancılarında kendini ararken fantezi âlemlerine kaçan ve orada bulduğu maceranın peşinden merakla giden bir kız çocuğu gibi. Mekânın camında neon pembe renk domuz sembolü görüyoruz. Aynı pembe domuz imgesini Mathilda’yı neşelendirmek için Leon’un kullandığı fırın eldiveninin tasarımında göreceğiz. Rüya Sembollerinde domuzun esasen doğurganlık ve anne sembolü olduğunun altını çizelim. Freud ve Dürtü ekonomisi kuramı söz konusu olduğunda psikanaliz dairesindeki her şeyin cinsel olduğunu söyleyelim. Bu bağlamda filmde seyirciye gösterilen psikanalitik açılardan ve bunların bazı dürtüleri harekete geçirme durumundan söz etmeliyiz. Başlangıçta psikanalitik detay planlarla Leon’a dair parçalar görürüz. Anlıyoruz ki filmde en önemli uzuvlar eller ve en önemli organ ise dudaklar ile gözler. Daima karanlığın bir parçası gibi Leon, öyle ki içtiği süt bile onu aydınlatmaya, insanlaştırmaya yetmiyor. Görünmeyen ama hep izleyen gizli, karanlık bir ölümcül tehlike. 

Filmin aslında ana öznesi olan diğer anti-kahramanımız yani esas kızımız ise Mathilda (Natalie Portman) isimli yalnız, sorunlu 11 yaşındaki bir çocuktur. Leon filmini özel, tartışmalı kılan kısım da işte tam burasıdır. Leon ile aynı apartmanda yaşayan bu komşu çocuğu aykırı siyah küt saçları, mecburi olgunluğu, dolu gözlerle gizlice içtiği sigarası, haklı öfkesi ve yaşına oldukça fazla gelen câzibesi ile hemen dikkat çekmektedir. Yalnızdır, arayıştadır, kaçıp kurtulmak istemektedir. Bir erkeğin, kurtarıcının, oğlan çocuğunun, babanın, ailenin, aşkın hasretini çekmektedir. 11 yaşında bir kız çocuğu için oldukça fazla görünen bu hâl ve isteklerin gerekçesi ise yaşadığı cehennem hayatıdır. Ailesiyle birlikte sefil, şiddet dolu bir hayat süren Mathilda’nın yaşamı da (büyük bir eksik olan) babasının yaptığı hata ile geri dönülmez bir noktaya gelir. Babası, uyuşturucu kaçakçılığı yapan ve New York’un azılı çetelerinden birini kurmuş olan, bağımlı bir psikopatın malını çalmış basit bir torbacıdır. Malını çaldığı acımasız düşmanımız Stansfield (Gary Oldman) ise yukarıda saydığımız güçleri yetmez gibi bir de üstüne polis dedektifidir. Stansfield, malları ve intikamı için evlerini basar ve Mathilda’nın tüm ailesini katleder. Küçük kız ise yaşamak için Leon’un dairesine sığınır. Kötü, narsist üvey kız kardeşini, silik (iktidarsız) babasını, ilgisiz üvey annesini kaybetmesine çok aldırmaz ama bakıcılığını (anneliğini) yaptığı küçük erkek kardeşinin ölümüne çok üzülür ve intikam yemini eder.

İşte filmin serim bölümü buradan sonra başlıyor. Görünürde bu bir intikam hikâyesi. Asıl ilgilenmek istediğimiz nokta filmin psikanaliz açısından okunduğunda barındırdığı cinsel, oedipal ögeleri. Nitekim filmde de Mathilda karakterinin fallik fantezilerine, Oedipal dönemine dair bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Freud’un ‘kadın’ gelişimiyle ilgili çok çalışması bulunmadığından bulunanlar da erkek merkezci bir bakışı öncelediğinden eksiktir diyebiliriz. Önce Freud, Dürtü Kuramı çerçevesinde oğlan çocuğundaki Oedipus kompleksi fikrini ortaya atmış devamında Jung ve ikilinin ardılları kız çocuğunun Oedipal sürecindeki gelgitleri fikrini geliştirmiş ve ortaya Elektra Kompleksi çıkmıştır. Şimdilerde Dürtü Kuramı çerçevesinde Oedipal evre: Dişi ve erkek çocuğu üzerinden okunmaktadır.

Filmde ailesi olarak gördüğü ve kendisini adadığı oğlan kardeşinin öcünü almak için cinayet işlemek isteyen küçük bir Elektramız (Mathilda) var. Zalim kız kardeş ve anneyi yâni rakiplerini dişil enerjisiyle devreden çıkarmış ama bu trajedide bağlandığı tek erkek faktörü de kaybetmiştir. Baba eksikliği çeken ve kötü meme ile beslendiğinden anne istemeyen Mathilda aradığını; hayatını kurtaran kiralık katil Leon’da bulur. Daha ilk karşılaşmalarında Mathilda, merdivenleri çıkan Leon’u isterik gözlerle süzer! Göz çukurunda şişen skopofilik dürtü, oral yolla yani ağzından çıkan bir “merhaba” sözcüğü ile kısmi boşalım sağlar, yer değiştirme mekanizması daha ilk karşılaşmadan işlemektedir. Gözlerini meşhur oval gözlükleriyle genelde saklı tutan ve naif unsurlar barındıran tetikçimiz de aslında işi-karakteri gereği bir (voyeristik) röntgencidir. Bu durum hayata karışmasını önleyen bir avantaj da sağlamaktadır kendisine ama işte ilk temas Mathilda tarafından gerçekleştirilmiştir. Leon döner ve küçük kıza içtiği sigarayı neden sakladığını sorar! Kız da binanın ispiyoncularla dolu olduğunu, babasının bilmesini istemediğini, yeterince sorunları olduğunu söyler. Leon yaklaşıp Mathilda’nın yüzüne eğildiğinde kızın gözündeki morlukları görürüz. Bunlar babanın bıraktığı izlerdir. Ne olduğunu sorduğunda ise bisikletten düştüğü cevabını alır. Giderken kız ondan sigara içtiğini babasına söylememesini ister.

Filmde de Mathilda’nın zaaflarından en başat olanı içtiği sigaradır. Karakterimiz yaşadığı stres, şiddet, acı ve mutsuzluklara dayanabilmek için mi sigara içmektedir? Hayır! Sigara onun otoriteye, kendileri her şeyi yapan ama çocuklara yasaklayan riyakâr ailesine karşı takındığı bir tavır mıdır? Biraz! Esasen karakterin bu kötü alışkanlığı özenmenin, Fallus eksikliğinin bir sonucu. Kötü meme ve oto-erotizm sürecinde gelişmiş olabilecek oral fiksasyonun bir sonucu olması da kuvvetle muhtemel. Sigara bir fallus ikamesidir ve sonunda yine bu gizli fallusa sahip olma arzusu kızın elinden baba tarafından alınacaktır hem de kanı dökülerek. Bol bol sigara içilen Klasik Fransız filmlerinin bu yönüyle sinemanın oral dönemini yansıttığı söylenir bizim filmimiz de yarı Fransızdır, ayrıca ensest tabusuna da en cesur yaklaşan sinema yine Fransız sinemasıdır. Sigarasıyla, kıyafetleriyle, saç stiliyle, tavırlarıyla, kelimeleriyle örtmek istediği şey aslında kadın değil henüz bir çocuk olduğu gerçeği.

Sinemadaki insan üzerinden modellenen dürtü türlerinden biridir çocuk. Büyüklere ve onların zekâsına göre tasarlanmış olan evren ya da rasyonalite için daim tehdit unsurudur. İfrat ya da tefrit bir yönelişin sembolüymüşçesine ya onları çok severiz yahut korkarız. Nitekim dürtü modeli olarak yansıtıldığında çocuk esasen insan değildir, tekinsiz, irrasyonel, ele geçirmeye yahut ele geçirilmeye müsait bir figürdür. Mathilda’da aslında yaşı ve yaşamı arasındaki zıtlıkla bu yanımızı harekete geçiriyor. O, koşan, gülen, sigara içen, ağlayan bir tabu. Henüz 11 yaşında ama kendini kadın gibi gösteren tehlikeli öğeler barındırıyor. Oldukça sancılı bir cinsel geçişin eşiğinde travmalardan örülü bir hayatın kafa karıştırıcı, rahatsız edici, irkiltici sembolü. 

Mathilda’nın Leon’a duyduğu merak, kurtarıcılık ve aşk ile sahiplik duygularını psikanalitik olarak okumaya, onun kafasındaki “baba” imgesi ile karşısındaki arasında bulunan mesafeyi kısaltmak isterken bize gösterilenlere bakmaya devam edelim. İkinci karşılaşmalarında Mathilda babası tarafından yine şiddet görmüştür. Burnu kanamaktadır çünkü babası gerçekleri öğrenmiştir. Buradaki burun kanaması esasen menstrüasyon (âdet) durumuna gönderme yapmaktadır zira kız, kanı Leon’a göstermemeye çalışır, bu durumdan utanır. Tam da bu anda Leon, ona kanını silmesi için bir mendil uzatır. Artık kız çocuğunun öteki ile ilk ciddi teması gerçekleşmiştir aynı zamanda oğlan (Leon) çocuğunun da öteki ile ilk teması gerçekleşmiş olur. Devamında Mathilda aslında iyice gözlediğini anladığımız Leon’a devamlı içtiği iki kutu sütü marketten alıp getirmeyi teklif eder. Bu bir randevudur.  

Leon ve Mathilda arasındaki süt meselesi, varlığın ilk gelişim sürecindeki anne sütüne, hayatta kalmak için sarınılan memeye yani Leon’un çare oluşuna göndermedir nitekim Leon’da kızdan sigarayı bırakıp kendisi gibi süt içmesini yani yaşamasını ister! Oto-erotizm doyumunu devamlı yaşıyor gibiyiz, sütler karakterin (Leon) masum tarafına da gönderme yapıyor oedipal dönemdeki anne tutkusu ve arayışına da. Bu durum bize Leon’un oto-erotik dönemde oral fiksasyon geliştirmiş olabileceğine dair bir ipucu da veriyor. Filmde dikey süt kutularını Leon’a götüren Mathilda esasen kabul görmek için penis benzeri bir fallik imgemi kuşanıyor, süt dolu iki göğüs temsili olabilir mi örneğin? İlk kısmi doyuma bolca göndermenin olduğu ve bu türden aşırı okumaların yapılabileceği sahnenin paralelinde kızın ailesi katlediliyor. Bir yol seçimi ve bedel mevzubahis.

Dürtü ekonomisi üzerinden Mathilda’nın kişisel gelişimine daha yakından bakalım. Ailesi bilhassa da babası tarafından itilip kakılan Mathilda Fallus’u olmadığını, annesinin de kendisi gibi fallustan yoksun olduğunu bilmekte bu yüzden de yalnızlık dönemi içerisinde bulunmaktadır. Ailedeki iki kadına sonsuz bir nefret beslemekte onları da kendisiyle aynı tiksindirici, eksik, aşağı noktada görmektedir. Üvey anne ve ablasının başarısızlıklarından bahsederken psikanalitik olarak onların bir fallusu olmadığını söylemeye çalışmaktadır. Babasının devamlı bir tehdit ve korku unsuru haline gelmiş oluşunu kızını reddedişiyle açıklamalıyız. Onu döver, tokatlar atar tüm bunlar birer yırtılma, kopuş, parçalanma hallerinin göstergeleridir. 

Mathilda ablasının dayağından kaçarken ve annesinden yardım dilenirken aniden kapısını açtığı tuvalette babası ile annesini seks yaparken görür. Primal Seen (ilksel bakış) bir halde tiksinti içinde donakalır. Primal Scene (ilksel sahne) bir sekans bu. Anal kastrasyon takıntısına da gönderme yapıyor Mathilda için nitekim bu psikanalitik sahne tuvalette geçtiği için daha da sorunlu, etkili hale geliyor. Dışkının bedenden ayrıldığı yerde yani iğdiş ediminin öğretildiği yerde bir de ebeveynlerini sevişirken yakalıyor. Adeta anal dönemindeki bir travmanın kapısını aralamışçasına kalakalıyor tuvalet kapısının önünde. Hayli travmatik olan bu durumda babasının saldırganlığına ve annesinin çocuklarına karşı ilgisizliğine tanık olan iki kız görüyoruz. Mathilda donakalırken, ablası bu sahnenin acısını kız kardeşinden çıkararak baş ediyor durumla. Freud, Primal Scene durumunu genital anlamda ilksellikle, ölümcül mücadelelerle, türler arası ilişkiyle bağdaştırıyor. Biliyoruz ki filmlerdeki tuvalet sahneleri anal dönemde anne-baba tarafından bütün yasakların geri dönüşüne dair bir izlek barındırıyor. Tuvalet eğitimi konusunda sınıfta kalan bu iki ebeveynin ölmesi de aslında beklenen bir durumdur. 

Konumuza dönersek tüm bu şiddetin ve travmatik unsurların evin rutini olduğunu anlıyoruz. Bu durum hem üvey ablanın hem de Mathilda’nın erken büyümesine, penis eksikliğinin getirdiği cesarete daha çabuk kavuşmasına, olgunluğu ve kadınsılığı bir silah olarak kullanma yeteneklerinin gelişmesine vesile oluyor. Nitekim filmde Mathilda’nın Leon’u iknâ etmek ve etkilemek için devamlı kadınsı numaralara başvurduğunu görüyoruz. Şu aşamaya kadar önce öz babasından taciz, şiddet, travma gören Mathilda kastrasyon tehditlerine alışık hale gelmiştir. Daha sonra ikinci bir kötücül baba figürü olan Stansfield gelip ailesini katletmiş ve kızda kesin bir kastrasyon edimi gerçekleştirmiştir. Bu durumu elinde sütlerle Leon’un kapısı önünde yalvarırken açıkça görürüz.

Dört aşamalı dişil fallik dönemin ikinci aşaması olan yalnızlık evresinin izlerini görüyoruz Mathilda’da. Kötü bir babanın reddedişleriyle, kastrasyon tehditleriyle, rakiplerinin baskılarıyla hayatta kalmaya çalışmaktadır ve büyümek yine de babanın fallusuna ortak olmak istemektedir. Orijinal annesine daha doğrusu kaçtığı annelik gerçeğine gelince bu duruma bakışını üvey annesine yaptığı “domuz” yakıştırmasından anlıyoruz. Domuz’un bok gibi koktuğunu söylediğinde Leon’un mutfağındaki hayali domuz hakkında söyledikleriyle karşılaşır. Domuzun iyi ve faydalı olabileceğinden bahseder. Bu, kız için kurtarıcı, dönüştürücü babanın anne şefkatini olumlaması gibi görünür. Kısa sürede Mathilda için Leon’un açtığı bu gayriihtiyarî kucak, yeni babası tarafından Fallusa davet gibi algılanacaktır. 

Leon ile beraber Etkin Dişil Fallik Döneme giren kız kısa sürede bu dönemin üçe ayrılan ilk aşamasına geliyor. Katliam günü Leon’a aldığı sütlerle dairesine girdiğinde onun silahlarını buluyor. Bu, fallusu gören kız çocuğunun büyülenme aşamasıdır. Derhal zaten arzuladığı Leon’un fallusuna ortak olmak istiyor fakat Leon tarafından da reddediliyor. Leon’un temizlikçi (tetikçi) olduğunu öğrenince kendisi de temizlenmenin (fallus arayışının, baba ile cinsel ortaklığın) yolunun buradan geçtiğini düşünüyor ve ondan işini kendisine öğretmesini istiyor. (Film boyunca kızın bilhassa da aşk – ilişki isteği daima reddediliyor gibi görünüyor ama aslında son derece aktif, dürtüsel bir işbirliği içindeler.) Aralarındaki bu masum gibi görünen fakat aslında son derece ölümcül olan cinsel gerilim ve çekim gitgide yükselecektir.

Ailesinin öldürüldüğü o gece Leon’un yatağında uyumak üzere olan kız, söyledikleriyle duygusal, cinsel bir etki yaratmıştır ardından Leon’un elini tutar fakat iki planda gösterilen bu el tutma sahnesi Âdem ile Havva’nın cennetten kovuluşunun resmedildiği Sistina Şapeli tavanındaki freske gönderme yaparcasına cinsel temasa işaret etmektedir. Tüm bu durum karşısında Leon afallar, bunlar açıkça yakınlık, görünür olmak, düzenin sarsılması, sorumluluk, aile kurma gibi durumların belirtisidir. Bu kız çocuğu gölgeye ışık tutmak istemekte, onu görünür kılmaya çalışmakta, psikanalitik olarak cinsel ilişki beklemektedir. Oysa adam şaşkınlıkla ve hayranlıkla izlediği kızın beklentilerine karşı yoğun bir bastırma içerisindedir. Fakat biliyoruz ki bastırılan cinsel dürtüler önünde sonunda daha korkunç bir şekilde geri dönerler ve öldürmeye yahut intihara yol açarlar.

Mathilda uyurken Leon’u karanlık salonda güneş gözlüklerini takmış düşünür halde görürüz. İçerideki kızın bu adam tarafından bir tehdit olarak algılanışına şahit oluyoruz. Leon hızla kalkıp kızın başına gidiyor ve susturuculu tabancasını (fallusun organ değeri) ona doğrultup öldürmek istiyor. Bu bir kastrasyon tehdidi çünkü karşı taraftan da benzer bir tehdit hissediyor. Leon’un kara renkli, kara susturuculu bu 9milimetreliği bir penis imgesi. Dik ve sivri olduğu için değil elbette. Stan ve çetesi aileyi katletmek için geldiğinde Voyeristik bir dürtü ile onları kapı deliğinden izleyen Leon’u hatırlayalım. Dürtünün kaynağı göz iken çete üyelerinden biri kapıya yaklaştığında deliğe dayadığı şey 9 milimetrelik tabancası oluyordu. Skopofilik olan, genital olan ile yer değiştiriyordu. Kutuların, enstrüman kılıflarının içine sakladığı bu silahlar adamadın erkeklik göstergeleri, savunma araçları yani fallik öğeleri. Kızı öldürmek ve rutinine dönmek istiyor ama derinlerde bir yerde esas arzusu bu rutinden kurtulmak ve onunla birleşmek.

Mathilda, Leon’un tüm reddedişlerine ölümcül hamlelerle karşılık vererek amacına ulaşmış ve onunla kalmayı başardığı yetmez gibi ailesinin intikamını almak için tetikçilik işini öğretmeye de ikna etmiştir. Bu bir cinsel eğitim sürecidir, ikilinin bu yolculuklarında bir kız çocuğunun geçirdiği cinsel kimlik dönemlerini aşama aşama görürüz. Leon, tıpkı bir baba-öğretmen-koca gibi kendisinden yaşça küçük, anatomice eksik olan kadını eğitmeye, sert talimatlarla öğretmeye başlar ki tüm bu durumlar ensest yasağına yapılan açık göndermelerdir. Birlikte baba-kız rolüne bürünerek bir otel odası kiralarlar ki bu durum da kaçamak ilişki, gizli çift, yasak olanın keşfi gibi durumları içermektedir. Leon’un Mathilda’yı başından beri ölümden koruması hatta bu uğurda ölmesi bize ensest yasağının, imkânsız aşkın, Oedipus ve ceza kavramlarının etkin olduğunu gösteriyor.

Yönetmen ve eğitmen Tan Tolga Demirci’nin de belirttiği gibi filmdeki teras sahnesi de yatak odası gibi tasarlanıp sevişme izlenimi veren kamera hareketleriyle çekilmiş. Demirci: “Bu sahnede hayli dürtü salınımı var! Sniper dürbünü: Voyeristik dürtünün toplandığı bir yer! Sniper’in kendisi de bizatihi cinsel organ olarak gösterge zincirine dâhil oluyor! Sniper ise bir penis, fallik dürtünün toplandığı ayrıca bir fallik öğe! Reno’nun silahı kıza sunması, Mathilda’nın fallusun’un simgesel değeriyle kuşatılmış olmasına gönderme yapıyor! Ateş edene kadar ki tüm atmosfer, kamera hareketleri, nefes alıp verişler, erkeğin bilgece yol göstericiliği, talimatlar, göz planlar, yakınlık, dikkat her şey cinsel bir gerilimin tasarımı gibi sunulmuş, sekans bütünüyle adeta bir sex sahnesi! Nihayet kız tetiğe basıyor ve diğer adamın üzerinde kırmızı renkli boya patlıyor! Kız tam ateş ettiğinde libidinal dürtü, yıkıcı dürtüye dönüşüyor! Vurulan adamın karnına yakın bir yerde sahte bir kan lekesi görüyoruz. İşte buradaki kan aslında bekâretin bozumuna gönderme yapıyor olabilir! Dürbünü kapat, perdeleri kapat, utanç, kıskançlık, ölüm korkusu! Gerçek mermilerle yapmak istemesi artık kadın olduğunun göstergesi!

Mathilda’nın Oedipus’una devam ettiğimizde bu sahnenin gerçekten de bir bekâret bozumu olduğuna ikna oluyoruz zira buradan sonra ikili gerçekten de bir çift gibi davranıp birbirlerine dönüşmekte, beraber hareket etmekte, gittikçe birbirlerine ısınıp birbirlerini değiştirmektedirler, bu bir ilişki aşamasıdır. Adeta fallusa ortak olmuş gibi hisseden Mathilda esasen çok tehlikeli bir oyun oynamaktadır. Leon, kıza temizlikçilik (tetikçilik) öğretmekte, kız da evin ve onun özel ihtiyaçlarını görmektedir. Adeta evlilik gibidir durum, ortak rutinleri oluşmuştur. Mathilda, Leon’a bir oyun-eğlence fikriyle gelir. Düşündüren ve hafızayı geliştiren bir oyun fikrini ortaya atan Mathilda çeşitli ünlülerin taklidini yapmaya başlar. İlk ünlü ise şarkıcı Madonna’dır ve kalçasıyla ünlenmiştir. Küçük kız, günlük kıyafetlerinin üstüne siyah iç çamaşırları geçirip Madonna taklidini yapmakta ve ünlü şarkısı “Like a Virgin”i seslendirmektedir. Şarkının sözlerinde anlatılan; çölleri geçip bir şekilde başaran, ne kadar kaybolduğunu hiç bilmeyen, çok yorgun ve eksik olan, hüzünlü, üzgün, elde edilmiş bir kızın sonsuz aşkını bulma, onun yanında, o ilk kez dokunduğunda bir bakire gibi hissetme, onun için saklanmış olma durumu. Koruyucu erkeğine bütün aşkını, sakladıklarını veren bir bakire imajı. Şarkının klibinde de genç kızın (Madonna) koruyucu erkeği meğerse bir aslanmış. Tıpkı bizim (aslan) Leon gibi. Devamında ise Marilyn Monroe’nin başkan J. F. Kennedy’ye söylediği seksi ödüllendirme şarkısı gelir. Hemen ardından sinemanın önemli baba figürlerinden de olan Chaplin’in Şarlo’su. Kızın kimlik bunalımlarında geçiş yapmak istediği rol modellerin ve bunların ikilinin arasındaki ilişkiye yaptığı katkının izlerini görüyoruz. Libidinal yatırımını yaptığı imajlar bize Mathilda’nın dişil yanıyla ilgili bilgiler veriyor.

Filmin önemli metaforlarından biri de Leon’un hiç yanından ayırmadığı ve en iyi arkadaşım dediği bitkisi. Kökleri olmadığı için kendisine benzettiği bu bitki Leon’un Wonderland’ı, içinde huzur bulmak istediği fallusu, dönmek istediği sessiz, mutlu anne rahmi. Mathilda tıpkı bitkisi gibi kendisini de sulamasını istiyor Leon’dan büyümesi için. Ardından Leon elindeki su şişesiyle onu ıslatıyor. Bu sulama ve kaçış sahnesi önce banyoda ardından ise kırık kapılı bir gardıropta bitiyor. Bu da Freudyen açıdan bakıldığında hayli dürtü salınımının olduğu bir ilişki sahnesi.

Leon’un Mathilda’yı akranı bir oğlandan kıskandığını gördüğümüz sahnede çift yeni bir aşamaya geçmiştir. Leon, Mathilda’dan ölmemesini yani kendisiyle yaşamasını, sigaranın temsil ettiği tüm kötücül, güvensiz yanlarını geride bırakmasını istemiştir. Hemen akabinde Mathilda’nın kan renkli bir yatağa mest olmuş bir halde uzanıp Leon’a aşkını itiraf ettiğini görürüz. Bu esnada Leon’un emdiği süt burnundan gelir. Leon hislerinin kanıtını sorduğunda karnına dokunur Mathilda. Karnında, sıcacık bir hissin olduğu anlatır. Daha önce hep bir yumrunun olduğunu şimdi ise bu yumrunun geçtiğini söyler. Leon bu durumu anlayamaz zira o anatomik bir eksiklikle doğmamıştır. Mathilda için bu an aslında filmdeki en önemli anlardandır. Yine de gerçeğin farkındadır ve Mathilda’ya belli etmese de benzer dürtülerini bastırmaya uğraşmaktadır. Dışarıdaki halinden bu açıkça anlaşılmaktadır. Mathilda için ise bu bir tür orgazm gibidir, karakterin kast ettiği ve bir tür rahim kistine benzeyen his (yumru) esasen vajinaya yapılan atıftır. Onun kanayan bir yara, kesik, eksik bir parçanın ağzı olması durumundan azadelik halidir. Eksiğinin tamamlandığını, hasedini yaşadığı parçaya kavuşmuş gibi hissettiğini anlıyoruz. Artık kadındır, doğurgandır, rahmi olduğunu hissetmektedir, domuz artık o kadar da pis kokmamaktadır. 

Dişil fallik dönemin en yıkıcı anlarından biri yaşanmaktadır. Hislerinin karşılığını bulamayan, çekip giden adama sinirlenen, onun kendisine ve yavrusuna bakmayacağı şüphesine düşen kadının öfkesi! Mathilda pencereden aşağıdaki kaçar adım uzaklaşan Leon’u seyrederken aklından hiç de rasyonel şeyler geçmemektedir. Bir fallusun eksikliğini öncekisinden daha yoğun yaşamaktadır. Otel müdürüne Leon’un babası değil sevgilisi olduğunu söyler, ortalığı karıştırmak için elinden geleni yapmak ister gibi bir hali vardır. Devamında oteli terk eder ve travmasının kaynağı olan apartmanlarına yani olay yerine geri döner. Bu aşamada intikamına yönelerek görev kadını olmaya tekrar karar veren Mathilda, Leon’un fallusuna ortak olma edimini bastırmaya çalışır fakat başaramaz. Leon’un ilgisini çekmek için daha da kadınsılaşır, hislerine cevap bulamadığı her girişimde de daha taşıdığı ölümcül risk fazlalaşır, Leon ise iyiden iyiye köşeye sıkışmakta aslında sonuna yaklaşmaktadır.

Filmin devamındaki tüm bilinçli ve bilinç dışı mekanizma sözünü ettiğimiz dişil oedipal süreci destekler halde ilerliyor. Mathilda’nın Leon ile üstü kapalı başlayan cinsel gerilimi restorandaki şampanya randevusundan sonra iyice ana düzleme çıkıyor. Dişil oedipal sürecin has babası Leon ile ilgili asıl kısım da burada son bulmalı. Bu aşamadan sonra Leon’un da eril oedipal sürecinin tutarlı şekilde ilerleyerek sonunda yıkıcı bir şekilde ölümüne, parçalanışına neden olduğunu görüyoruz. Ensest yasağı gereği tüm sıkıntılar halledildiğinde Leon’un da hayatta kalmaması, ölmüş olması gerekmektedir. Eylem üzerinden gerçekleşen en güçlü dürtü boşalımlarından biri olan öldürme halinin sonunda Leon’un ölümüne yol açtığını görüyoruz dersek yanılmış olur muyuz? Hem evet hem de hayır. Evet, çünkü hayatını bununla kazanan karakterimiz esasen başından bu yana bu sonu arıyordu kendine. Dürtünün yıkıcı, ölümcül yanını arzuluyordu içten içe. Bu ölüm arzusu, kişide yaşamı da barındıran bir imkânsızlık (varlık ya da yokluk) halini doğurur. Hayır, çünkü Leon’u öldüren hatta ölüm ne demek parçalayan şey ensest yasağını delmiş (delmeyi düşünmüş) olmasıdır. Böylesine bir kötücül iste sonunda mutlaka cezalandırılır. Zaten hikâye asıl Mathilda ve bilinçdışında onun çağırdığı haydutların ailesini öldürmesiyle başlayan Fallus arayışının hikâyesidir.

Freud’un Dürtü Ekonomisi Kuramınca Dişil Varlığın Dürtüsel ve bilhassa da Falik Dönemine Leon filminde Mathilda üzerinden değinmeye çalıştık. Bu bağlamda filmdeki en şedit, en güçlü babaya da kısaca değinelim. Bu öyle bir baba ki filmi Lacanyen açıdan okusak ortaya çıkacak yepyeni anlam ve sorunları barındırıyor iki yanında. Mathilda’nın iki babasını da elinden alan ve bu aşamada kendisi de dürtülerinin kurbanı olarak yok olan 3. baba Stansfield! Lacancı perspektiften okusaydık Tony’nin spagetti restoranı ile başlayan süreci, örneğin restoranın kendisini ve Leon’un kolunda var ettiği domuzcuğu imge değer olarak alıp kumbara-banka diye yorumlayabilirdik. Tüm süreci özneleşme, ötekileşmeden Fallus ile sıyrılma çabası ve iktidar ilişkileri bakımından ele alabilirdik. O zaman Stan ve onun temsil ettiği Devlet Baba, iktidar ve kurulan düzenin çarpıklığı, sistem daha başka hale gelir, kötü adamlar ucu bambaşka yerlere dokunan derinlikli kimliklere dönüşebilirdi. Şüphesiz film üzerinden hem Lacanyen hem Jungiyen hem de Foucaultyen perspektiflerden çok değerli okumalar yapılabilir. Freudyen açıdan kısaca yorumlayacak olursak tekinsiz, fırtınadan önceki sessizlikte tehditkârca sırasını bekleyen kararsız bir madde ile karşı karşıyayız. Beethoven dinleyen, sınır tanımayan, kötü meme ile beslenmiş olması son derece muhtemel bu kaçakçı narkotik dedektifi en üstteki eril kastrasyon tehdididir. Korkulandır nitekim Freud’un ve Jung’un fobilerle ilişkilendirdiği hayvan temsilleri üzerinden konuya bakacak olursak köpek maskeli bu adam esasen kötü babadır. Rahatsız edilmekten hiç hoşlanmaz ve yalanın kokusunu almakta çok yeteneklidir. Adamlarından biri bu özelliği 6. hissi var diyerek tanımlar, o kötü bir köpektir. Dehşet verici ve kurbanlarını koklayan bir canavar babadır Stan! Mathilde ile yine anal döneme gönderme yapan bir mekânda erkekler tuvaletinde yüzleşir. Kızın erillik üzerinden babasına benzemeye çalıştığı son uğraş alanıdır burası. Bu yüzleşmeden de sağ çıkan Mathilda artık çözülme dönemine girmiştir. Sırtlan gibi, çakal yahut kurt gibi olan baba ise Leon’un peşindedir. Nitekim sonunda sürüsüyle aslanı avlamaya gider ve herkes kaybeder.

Finalde Mathilda’nın Latent dönem sonrasında dişil oedipal süreçlerden olabilecek en az zararla kurtulmuş olduğunu yaptığı tercihten anlıyoruz. Leon’un izinden gidip bir tetikçi olmak yerine okula kaydolup sorumluluk sahibi, yaşına uygun kız çocuğu gibi davranıyor. Elbette bunu yapabilmek için ateşten geçmiş, katarsise uğramış olması gerek. O, üç babayı da birbirine kırdıran, eksikliğinin, fallustan yoksunluğunun hesabını herkesten soran, Elektra hikâyesini tersten yazdıran modern bir Elektra.

Bunu paylaş: