Son Satır – Ersin Yurtseven

Asım bir kâbus ile uyandı. Kendine gelmesi dakikalar aldı. Çığlık atmadığı için defalarca şükür etti içinden. Atsaydı asıl kâbus o zamana başlardı. Başkasının uyuma zamanından bir dakikanın bile boşa gitmesinden sorumlu olmak istemiyordu. Çadırından hemen çıkmadı. Aslında çıkmasa daha iyi olacağını düşündü başta. Kafasını sağına çevirdiğinde kaygısızca uyuyan arkadaşını gördü. Kendisinin de yapması gereken buydu ama rüyasında çığlık atan kızının sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyordu.

İki kişilik olan çadırından arkadaşını uyandırmamaya çalışarak çıktı. Üstüne fazladan bir kıyafet alma isteği duymadı. Güneş olmamasına rağmen dışarısı sıcaktı. Yan yana kurulmuş çadırların aralarından geçti. Nöbet değişim sırasının geldiğini zanneden nöbetçinin sevinci Asım’ın üstündeki gecelik yüzünden uzun sürmedi. İkisi de tek kelime etmedi. Asım nöbetçiye başı ile selam verse de homurdanma dışında bir karşılık alamadı. Asım’ın silahsız şekilde kamp alanından uzaklaşmaya niyeti yoktu. Kendini diğerlerinden yeterince uzakta olduğuna inandırdıktan sonra bir ağacın dibine oturup sessizce ağlamaya başladı. Nöbetçi ağlamayı duyduğu halde hareket etmediği için Asım ileride yeterince sessiz olduğunu zannedecekti.

Kahvaltıda yine patates vardı. Grup daha varmadan nüfusu 0 olmuş köyden bulabildikleri sadece patates olmuştu. Özenle kötü yapılmış gibi duran patatesleri 30 kişi afiyetle yemeye koyuldular. Asım, yemeğini kötüleyenin tabağına tüküren Mümtaz’ dan bir kepçe daha patates istedi. Mümtaz’ın gözünde yükselmek bir yana kalan 2 çuval patatesin yakın gelecek hakkında kötü hisler uyandırması yüzünden istediği fazladan patatesi afiyetle yedi. 

Yemeğini bitirdikten sonra çadırı toplamak için geri döndü. Kendinden hızlı davranmış olan çadır arkadaşı çadırın olması gereken yerde durmuş Asım’a bakıyordu. Okan özünde iyi çocuk sayılırdı Asım‘a göre. Okan, çadır arkadaşlığından önce televizyonda muhabirlik yapıyordu. Gerçi işini sevip sevmediğini kendisi de pek bilmezdi ama yaratıklar kameramanını yemeden önce daha iyi bir hayatı olduğunu söyleyebilirdi. Okan’ın son haber görevi denizde görülen tuhaflıkları haberleştirmek için İtalya’nın Baia delle Sirene sahiline gitmek olmuştu. Haberi meslektaşları gibi hazır kaynaktan alıp değiştirebilirdi ama haber daha ajansa İtalyanca gelene kadar öyle değişmişti ki anca çocukları kandırabilirdi o haber ile. Basın kartı ile giremediği sahile çeşitli kimlikler ile girdi. Çıkması girmesinden çok daha zor olmuştu. İtalya hastalık yüzünden neredeyse tamamen kırılmıştı. Bilinmeyen bir sebepten dolayı sivillerin beklenenden de hızlı ölümü dünyanın gözünü oraya dikmesine yok açmıştı. Yapılan açıklamaların toz pembeliğinin yanı sıra basına dünya liderlerinin internet üzerinden devamlı yaptıkları toplantı bilgileri sızıyordu.

Okan gazeteci olarak araştırmaya gidemediği sahile uzun zaman önce kazanılmış tatil hakkını alamadığı davalar ile uğraştıracak bir turist olarak gitti.

Geldiği sahil kayalıklar tarafından hilal şeklini almıştı. Çoğunlukla kayalık olan bu alanın sahili 6 insan boyunu aşmayacak uzunluktaydı. Alanı küçük olmasına rağmen güneşlenmek için düz kayalıkların üstüne şezlonglar kurulmuştu. Dünya çapında devam eden virüs nedeniyle konuklar şezlongların üzerine plastik koruyucu geçiriyorlardı. Kameraman, içinde profesyonel kameranın olduğu çantasını sabitleyip güneşlenmenin keyfini çıkardı. Okan da kendi gözleri ile görene kadar daha önce orada kalanlardan muhabbet ederek bilgi almaya çalışıyordu. Sahilde insanlar ile dip dibe gelmese de otel içinde maske ile belli bir mesafeden konuşuyordu. Günlerce süren çekimler ve popülarite yükseltmek içinmiş gibi görünen hikayeler dışında ellerine bilgi geçmedi. Tam tek avuntuları iyi bir tatil gibi görünen görevden dönmelerine 2 gün kala sahil bir yaratık tarafından saldırıya uğradı.  Yaratığın boyu 5 katlı ev kadardı. Defalarca atılan pençe darbeleri her seferinde insanlara denk geliyordu. Yaratık, insanların bir kısmını yedikten sonra kalanları suya çekti. Olay yerinden yapılan canlı yayın ile halk saklanmaya çalışan yaratıkları öğrendi. Kaçmak için, savaşmak için, devletin bir şeyler yapması için, kırıp dökmek ve yağmalamak için insanlar ayaklandı. Küçük yaratıkların karaya bastıkları gün Okan çoktan İtalyan zırhlı polis aracı ve araca sığdırabildiği kadar destekçi ile savaşa hazırdı.

Okan genelde son görevinden kalma zırhlı İtalyan polis forması ile gezerdi. Bu şekilde kendini daha iyi hissediyordu. Asım, Okan’ın eskiden polis olmadığını bilen ve yaşayan nadir insanlardandı. Asım, arkadaşının ısrarcı bakışlarının devam ettiğini fark ettiği için erzak kutusundan aşırdığı fındıklardan bir kısmını cebinden çıkarıp uzattı. Okan belinden çıkardığı copu oğluna kızan annenin salladığı parmak gibi sallarken kendisine hava kattığını düşündüğü bir tonda konuştu.

Beyefendi, sizi bağımsız ordunun envanterini yağmalamaktan tutukluyorum.

Al bunu tutukla. Asım avcunun içindeki fındıklardan birini parmaklarının arasına getirip kazandığı manevra ile Okan’ın ağzına attı. Tutturamasa da Okan çimen üzerinden alırken konuşmaya başladı.

Demek rüşvet ha. Hmm. Zaten fındıklar için bakmamıştım sana. Şu sıralar normalde olduğundan daha asık suratlısın. Yerinde olsam. Ki zaten aynı durumdayız. Son günlerimi kuşa böceğe bakarak ve etrafa gülücük saçarak geçirirdim.

Kesinlikle dostum. Karnı parçalanmış bir bedene emanet gibi sallanan suratın gülüyor olması dünyayı daha iyi yapacak.

Yine heyheylerin üstünde demek. Zaten ne zaman indiler ki. Harekete geçsek iyi olacak. Tankı çalıştırdıklarını duyuyorum. Bu sefer silahını kendin taşı. Belki ben ve gülen suratım zamanında yetişemeyiz sana.

Asım yerden tüfeğini aldı. Beli yolda vereceği acı seanslarının prömiyerini başlattı. Asım ve Okan grubun kalanının arasına karıştılar. Belirli bir düzene bağlı yürümüyorlardı. Daha çok geziye çıkmış liseliler gibi kendi aralarında gruplaşıp sohbetler eşliğinde devam ediyorlardı. Asım, Okan, Deryanur ve Gaye gruba uydurdukları adımlarını birbirlerine bitişik tutuyorlardı. Gaye bir konuşma başlatmak istiyordu. Kalabalığın farklı dillerden oluşan gürültüsü, kendileri katılmadıkça rahatsız edici olarak kalacaktı. Fakat konuyu nereden açarsa açsın kendilerini Asım’ın evini veya Milano savaşını konuşurken bulacaklarını biliyordu.  Kendini yaprakların çıkardığı seslere bıraktı. Yapraklara bakarken ayakkabıları dikkatini çekti. Bu ayakkabıları konaklamak zorunda kaldıkları alışveriş merkezinde bulmuştu. Dağ bayır demeden rahat gidiyordu onun sayesinde. Diğerleri tankı dışarıda bırakmamak için kapıyı yıkma uğraşlarında oldukları için onlar için de bakmıştı ama bulduğunda kendisini teşekkür yerine moda şakaları karşılamıştı. Anca yola çıktıkları zaman teşekkür edebilecek kadar konuya hâkim olabildi mini ekibi.

 Okan, sessizliğin oluşturduğu huzursuzluğu bozmak için mesleğini kullanmak istedi. Arapların bir gece önce konuştukları ilk kurşun patladığında kuzeye kaçma planlarını anlattı. Asım’ı ilgilendiren kaçmalarından daha çok kaçtıkları yön oldu.

Neden kuzeye gitmek istiyorlar?

Kuzeyde, Moskova’da şartlar o kadar düzelmiş ki neredeyse tekrar normalleşmişler. Toplanmak ve son siperi oluşturmak için sürekli yayınlar yapılıyormuş. Bizim gibi ne kadar küçük gruplar varsa oraya yönlenmiş.

Peki, silah patlayana kadar bekleme sebepleri neymiş. Hem silah patladığında nereye koşarsan koş hepimizin sonu aynı. Gözü kapalı mayın tarlası oynar gibi ilerliyoruz. Herkese söyleseler bizim de hedefimiz olur.

Hedefimiz var dostum. Liderliği ciğerinin fazla hava almasına bağlı şu arkadaş bizi Karadeniz’e götürüyor. Tekrar bir filo kuruluyormuş.  İlk olarak yaratıkların tam hâkimiyet kuramadıkları düşünülen Karadeniz’de üstünlüğümüzü koruyacağız. Sonraki adımlarda ise bizi Akdeniz bekliyor. Derya iyi misin?

Tekrar ülkemin yanından geçeceğim. Normalde buna sevinmem gerekirdi. Değil mi?

Türkiye 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkeydi Derya. Göreceklerimizin seni üzmesi normal.

Di derken! Ne demek ülkeydi? Ne çabuk vazgeçtin!

Deryanur un sesi ile kalabalık sustu. Deryanın nefret dolu ifadesi etraftakilerin meraklı bakışları ile bozuldu. Çoğu daha onun ne dediğini bile anlamadı ama sesinin tonu ve vücut dili etraftakilerin olayın büyüyeceğine dair tahminde bulunmalarına yetti. Deryanur zamanında kendine engel olarak etraftakileri yanılttı.

Sessizlik kendini tekrar farklı dillerdeki mırıldanmalara, rüzgâra ve tankın gürültüsüne bıraktı. Asım’ın dayanamadığını gören Gaye iki silah taşımayı teklif etti. Bu şekilde daha havalı olduğunu söyledi. Hava kararmaya başladığında bir şehre varmışlardı.  Okan nerede olduklarını tahmin etmeye çalıştı ama bulamadı. Şehir tıpkı öncekiler gibi bomboştu. Tabelalar, afişler, ne kadar yenebilecek boyutta şey varsa bu şehirde yokluğu fark ediliyordu. Yağmalayanların insan olmadığı açıktı. Yemek arayışları bir süre daha açlıktan ölememeleri ile sonuçlanacaktı. Öncü yaratıkların bulunma ihtimaline karşı uyunacak alan iyice arandı. Güvenliğinden emin olunan alan içerisindeki binalara dağıldılar. Asım eşyaları yük aracından çıkarıp yüksek bir binanın ikinci katında bir daireye yerleşti. Asansör çalışmadığı için aynı binada kalacak olanlar yardım etti.

Okan bir süre sonra Asım ın olduğu eve geldi. Etrafı dolaşanlara katılarak yeni bilgiler almıştı. Asım ile bir süre sohbet ettiler. Asım artık yolculuğa alıştığından bahsetti. Artık normal yaşamı olmuştu ceset soyup yaratıkları görmemeye bağlı yaşamak. Evini bile bir an düşünmediğinden bahsetti dakikalarca. Okan ise intikam almak isteğini anlattı. Milano‘da yaşananların tesadüf olmadığını ve bu savaşı kazanabileceklerini anlattı. 

Asım evindeydi. Ceketini koltuğa bıraktı. İşten yeni gelmiş olmalıydı. Eşini çocuklarına ders çalıştırırken buldu. Eşi gözlerinin içine baktı. Eşinin gözleri suya dönüşmüş gibi yere akmaya başladı. Evin dışından silah ve yaratık sesleri geliyordu. Çocuklarından birinin kanatları çıktı ve karısına saldırdı. Diğer çocuğunun ise derisi taşa dönüştü ve yardım dileyerek Asım’ın üzerine yürümeye başladı. Asım gözlerini açtığında gürültü durmadı. Tankın hantal hareketlerini ve kesik kesik ateş edişini duydu.  Asım yataktan hızla doğruldu ve Okan’ı uyandırmaya gitti. Koridordan geçerken evin sallanması ile dengesini kaybetti. Tutunmaya çalıştığı şey elini kesti ve hızla kafasını yere vurdu.

Deryanur ev arkadaşını uyarmakta Asım dan daha başarılıydı. Deryanur hazırda tuttuğu sırt çantasını aldı. Silahını beline taktı. Hazır olduğundan emin olmak için Gaye ’ye baktı. Tam kapıyı açtıklarında Gaye birden Deryanur’u durdurdu.

Dur. Şunu duyuyor musun?

Neyi?

Tankın sesi kesildi. Sanırım kaybediyoruz.

Eee yani? Son kurşun sesine kadar devam edeceğim. İstersen sen kal burada

Deryanur gelecek cevabı beklemeden dışarı çıktı. Hızla merdivenleri indi. Gaye bir süre olduğu yerde dikeldi. Binadan çıktığı anda yemek olacağını biliyordu. Merdivenlere doğru ağır ağır yaklaşırken hemen solundaki kapı hızla açıldı. Korkudan az kalsın pala bıyıklı, vücudunun çoğu kıllar ile kaplı ve yarı çıplak aşçıyı vuracaktı.  Aşçının adını bilmiyordu ama Türk olduğunu çorbasının soğuk olduğunu anlatmaya çalıştığında aldığı hakaretlerden biliyordu. Adam hızla merdivenlere doğru koşarken çarpışmamak için geri çekildi. Gaye o anda daha uyuyanların olabileceğini aklına getirdi. Belki birkaç dakika daha kendini yaşatacak fikre kendini tamamen kandırarak sağındaki kapıya yaklaştı. Sonuçta yapacağı şey kaçmak değildi. Diğer insanları uyararak dışarı çıkmaktan daha yararlı olacağına iyice kendini inandırdığı sırada kapının kilit yerine ateş etti. Kapının arkasında birinin olup olmadığını bilmeden yaptığı hareketin sonuçlarını düşünmeye kendini fazla kaptırmamaya çalışarak içeri daldı. Gördüğü manzara karşısında şaşırmaya bile vakit bulamadı. Yerde bir ceset kanlar içinde yatıyordu. Yaratıkların çoktan binaya girmiş olduklarını düşünerek bir kısmını az önce parçalamış olduğu kapıyı geri kapattı. Tek tek odaları dolaşmaya başladı içerideki yaratığı bulmak için. Yatak odalarını gezerken dış kapının açıldığını duydu. Dışarıdan da tek ses gelmiyordu. Koridorda ilerlerken yaratığın yerdeki cesedi bütün olarak yutmaya çalıştığını gördü. Defalarca ateş etti. Elleri acıdan tutamaz ve kulakları çınlama dışında bir şey duyamaz olana kadar devam etti.

Asım kendine geldiğinde yatakta uzanıyordu. Kendi kendine tuhaf bir rüya olduğunu mırıldandı. Dikilmiş elini ve vücudunun çeşitli yerlerindeki sargıları görünce rüya olmadığını anladı. Rüya olduğuna emin olduğu kısım dışında tek hatırladığı Okan’ ı uyarmaya gitmiş olmasıydı. Kımıldamanın verdiği acı yüzünden dakikalarca beklemenin ardından Gaye yanına geldi. Kapıdan uzaklaşmasına rağmen yatağa fazla yaklaşmayarak konuşmaya başladı.

Tekrar Dünya ya hoş geldin.

Bir türlü gidemedim zaten. Asım gülmeye çalıştı ama çıkardığı sesler inilti olarak son buldu.

Çok zorlama kendini. Zaten şu an yaşıyor olman imkânsız olmalıydı. Yine de yaratıkların sadece canlıları yediğini bildiğimden…

Beni yediler mi?

Daha çok boğazında kaldın diyebilirim. Gaye içten bir gülümseme verdi ve karşılığında acı ile karışık gülümseme aldı. Asım neler olduğunu sordu. Gaye bir sandalyeye oturduktan sonra cevap verdi.

Aslında ben de pek bilmiyorum. Dışarı çıktığımda ortalık sessizdi. Kimseler de yoktu. Belki seni tedavi edebileceğimi düşünerek birkaç malzeme aldım etraftan. Yürüyebilir misin? Burada fazla kalamayız. Sanırım bu gelenler sadece yenebilecek eşya bulmayı bekliyorlardı.

Asım biraz yüzünü ekşitti. Kollarını zar zor yukarı aşağı yaptı ama bacaklarında hareketlilik yoktu. İkisi de bir süre sessiz kaldı. Gaye silahını işaret etti ama Asım kafasını hayır diyecek şekilde salladı.

Sanırım seni birkaç defa vurdum.

Ben kısa yoldan ölmeyi kastediyorsun sandım.

Deli misin? Koca bir yük kamyonumuz var. Tekrar yürüyene kadar orada kalırsın. Bacaklarının sorunu çok değil. İçindeki kurşunları da hemen almadım fazla kan kaybetmişsin. Belki dışarıdakilerden uyumlu olan vardır.

Sen bütün bunları nereden biliyorsun? Seni botanikçi sanıyordum.

Bir ara Youtube’da nasıl yapılır videosu izlemiştim.

Asım cevap veremeden tekrar derin uykuya geçti.

Okan araba ile öndekileri kovalıyordu. Biri bile arkasına bakmadan koşan 5 kişiydi avı.

Araba ile iki tanesini ezdiğinde üçüncü hafif sayılabilecek bir sıyırma ile kurtuldu. Üçüncü kişi daha hafifçe doğrulmuşken yediği kurşun ile kalıcı olarak yere geri yattı. Okan önünde duran iki korkağa baktı. Silahlarını atmaları emrini verdi. Korkudan çekemedikleri silahlara yere atarken son kez dokundular. Okan ilk sorusunu sordu.

Radyo nerede?

 Vurduğun o adamda. Lütfen kıyma bize. Allah aşkına senin hiç mi acıman yok. Neden saldırıyorsun bize. Üstümüzde hiç para yok. Radyo için adam öldürülmez.

Evet, radyo için adam öldürülmez ama kaçmak için de aylardır birlikte yatıp kalktığın insanlar ölüme terk edilmez. Nöbet sırasının sizlerde olduğunu biliyordum.

Demek sen de bizdensin. Lütfen. Seni kuzeye götürürüz. O aptal radyo olmasa bile biliriz yolu.

Okan birer kurşun sıktı. Radyoyu eline aldığında çoktan pili bitik olduğunu fark etti. Yine de yanına aldığı radyo ile tekrar şehrin yolunu tuttu. Yol kısa olmasına rağmen yol boyunca arkadaşlarına neler olmuş olabileceğini düşünecek fırsatı olmuştu. Gece yürüyüşünü bölen gözcünün koşarak kaçışı ve tankçıyı uyandırması arasında arkadaşların yanına dönme fırsatı bulamamıştı. Nöbetçi kaçarken diğerlerinin yanlarında tuttukları alarmları çaldıracak aleti de yanında götürmesi çok zaman kaybettirişti kendisine. Herkesin zamanında kalkamayacağını bildiği için nöbetçinin peşinden araba ile gitme kararı vermişti. Tembih ettiği gibi yaratıkların şehre girmeye yakın olduklarında açılacak tank atış seslerini nöbetçilere ulaşamadan duymuştu. “İyi koşuyorlar” dedi kendi kendine. Altındaki külüstürün teklemesine ve bir süre izlerini kaybetmiş olmasına aldırmadan.

Okan geri döndüğünde Gaye Asım’ı yük kamyonuna bindirmeye çalışıyordu. Gaye ye yardım ettikten sonra yerde ceset aradı. Fakat bir tane bile ceset yoktu.  Canlı veya ölü Deryanur‘u bulmayı umuyordu. Canlı canlı yemiş oldukları tahmininde bulundu Gaye. Okan sinirlerinin bozulmasına rağmen araca atlayıp yola devam etme konusunda zaman kaybetmedi. 

Yola devam ederken tekrar yatıklara denk gelmediler. Asım şaşırtıcı biçimde iyileşip eskisinden daha sağlıklı oldu. Bel ağrısından bile eser kalmadı. Yönlerini nereye çevirecekleri konusunda çok kez oturup tartıştılar. Bataryası doldurulan radyo da sürekli çağrılar yapılıyordu. Çöllere ve dağlara kaçan insanlar savaşacaklar için özel silah yaptıklarını söylüyorlardı. Kuzeyde tekrar medeniyet yüzü görme fırsatları vardı. Belki Asım üzerinde olumlu faydası olan canavar kursağındaki macerayı a anlatabilir ve bu konuda araştırmalar yapıla bilinirdi. İnsanların karada devamlılığını sağlamanın son cephesi görünen bu alanın nüfusa ve nitelikli ellere ihtiyacı vardı. Bir yandan ise Karadeniz üzerinde hâkimiyet kurulmasının ardından Tiren Denizi üzerine yapılacak saldırılar ile yaratıkların köklerini kurutacaklarına inanan büyük savaşçılara katılabilirlerdi. Bu iki seçenek dışında gidilebilecek seçenek görünmüyordu.

Gaye doğrudan merkezlerine gitmeden önce araştırma yapma taraftarıydı. Hatta evde öldürdüğünden istediği önekleri almıştı bile. Okan ise sadece intikam istiyordu. Asım’ın tek istediği yaşamaktı ve nereye giderse gitsin bunun olmayacağını biliyordu. Gaye’yi Moldova sınırı olduğunu düşündükleri bir yerde Moskova’ya giden bir gruba bırakma kararı aldılar. Bulgaristan ve Hırvatistan tarafından gelenler vardı grup içinde. İçlerinde Türk olanlardan biri Okan a filonun Karadeniz i çoktan aldığını ve İstanbul boğazında olduğunu söyledi. Yaratıkların Marmara üzerinde dayandıklarını söyledi.

Asım’ın tekrar tekrar değiştirdiği kararı gruptaki yemeklerini yemiş olanların harekete hazırlanmaya başlamaları sırasında Moskova’ya gitmek olarak kaldı. Okan’ın kararı kesindi. Diğerlerin gidişini izledikten sonra doğuya doğru ilerlemeye devam etti. Çalışan araba bulması gittikçe daha kolay oluyordu. Sanki bazı insanlar sırf Okan’ın işini kolaylaştırmak için arabalarının içinde ölmüşlerdi.

Okan yolun kalanı boyunca kimseye rastlamadı. İyice gitmek istediği yere yaklaşınca bırakılan işaretleri gördü. Vardığında ise kendisini liman yerine surlar karşıladı. Bir an surların denize karşı olduğunu düşündü ama bu mantıksızdı. Eğer öyle olsaydı çoktan doğuya gidenler dışında insan görmesi gerekirdi. Bir de onların yıkılmamış yapılarını. İyice yaklaştıktan sonra kalabalığın arttığını ve tabelalarda araba ile devam etmenin yasak olduğunun yazdığını fark etti. Metrelerce uzaklaştığında arabasının yanından geçtiğini görmesine sebep olacak bir karar aldı. Kurallara uydu.

Surların belli yerlerinde insanların yoğunlaştığını fark etti. Başta insanların bekletildiğini sansa da sıraya girdiğinde çok beklemeden içeri girebildiğini fark edecekti. Surların içinde gezerken o yoğunluğun değişmese de belli bir hızla içeri aktığını görecekti. Virüsün henüz geçmemesinden dolayı dip dibeyken kaskının önünü indirdi. İnsanlar hangi devletin kaldığını hangisinin çoktan gittiğini bilmeseler de polis zannettikleri Okan’ı fazla ittirmemeye çalışıyorlardı. Surların içindeyken konuşma fırsatı bulduğu kişilerden surların İstanbul dan Estonya’ya kadar uzadığını öğrendi.  Bu Avrupa boyunca uzanan bir sur demekti. Bu sur farklı noktalardan aynı anda başlanmış ve kısa sürede her noktanın birleştirilmesi planlanan bir projeydi anlatılanlara göre. Sur robotlar ve robottan daha pratik çözümlere sahip insanlar ile doluydu. Okan’ın gözlemleyebildiği kadarıyla işin kas ki bu durumda demir gerektiren kısmını robotlara, beyin gereken kısmı da insanlara kalıyordu. Surların içinde yatacak yer, sağlık yardımları ve mühimmat tamamlama imkânı vardı. Okan için en önemlisi televizyon vardı surlarda. Televizyondan dünyada olup bitenleri öğrenmeyi bekliyordu veya en azından eski filmlerden izleyip gemi hazır olana dek başka şeyler ile ilgilenmeyi.

Televizyonun olduğu yer geniş bir alandı. İki metre ötedeki inşaat havasından eser yoktu. Dışarıdan habersiz olan biri buranın otelin eğlence alanı sanabilirdi. Ekran duvarın tamamını kaplıyordu. Televizyonda Boeing B-52H’in Kuzey Atlas Okyanusu üzerinde uçuşu gösteriliyordu. Uçağın çeşitli yerlerindeki kameralardan yayın yapılıyordu.  Bir süre sonra kendilerinin de bineceği gemilerin yaratıklara açtıkları ateşlerin montajlanmış halindeki atışları gösterildi. Bazıları ağzı açık izlemeye devam etti. Tekrar uçak gösterilmeye başlandı.  Denizde hareketlenmeler başladığında seyirciler de hareketlenmeye başladı. Dev bir yaratığın sudan fırlayıp uçağa ağzı açık gelme çabasında ağzına nükleer bomba bırakılışı tüm haşmetiyle ekranda verilirken insanlar ayağa kalkıp alkışlamaya başladılar. Görüntülerin devamının olmaması Okan dışında pek diğerlerini rahatsız etmiş gibi değildi. Görüntülerin hemen ardından takım elbiseli biri konuşmaya başladı. Ekranın neredeyse tamamı alt yazılar ile doluydu. Bazı izleyiciler okuyabilmek için yaklaştı. Kişi ekranda sesini bir yükseltiyor bir düşürüyordu. Genel olarak yaratıkların hiç şansı olmadığına dair söylemleri vardı. Geminin hazır olduğuna dair sesler yükseldiğinde Okan çoktan televizyondan sıkılmış durumdaydı.

Deniz yeni serilmiş çarşaf gibi düzdü. Geminin arkasındaki dalgalar uzaklaşamadan kayboluyordu. Denizcilere moral olması için sürekli şarkılar söyletiliyordu. Kimsenin susması istenmiyordu. Kimi ritim tutuyor kimi ise sesinin gürültüde bastırılacağına inanarak avazı çıktığı kadar bağırarak şarkı söylüyordu. Bir süre sonra teker teker gemide bulunduğu düşünen milletlere ait marşlar çalındı. Gemidekiler eğitimli denizci değildi. Bunu kaptan biliyordu. Gerçek denizcilerini uzun zaman önce kaybetmişti. Gemi tek pençe darbesi ile dağılabilirdi. Bunu da kaptan biliyordu. Eski gemisi bir pençede dağılmıştı. Şimdi ise koca savaş gemisini pati yatına çevirmişti. Nicelerin oturup ağladığını görmüşlüğü vardı kaptanın. 

Gemi hızla rotasını çevirdi. Okan neredeyse dengesini kaybedip düşecekti. Bir şey bulundu diye düşündü. Bu düşüncesini unutacak kadar uzun süre aynı yönde gittiler. Günler boyunca kendi kendine eğlenenler dışında parti havasından yoksun ilerlediler.

Hava açık ve deniz normale yakın gibiydi. Okan denizde olmaya iyice alışmış ve bir an önce hedefe ulaşmayı ister duruma gelmişti. Top atışları başladığında sevincinden ağzı kulaklarına varıyordu. Top atışları bir süre devam etti. Daha seyrek atışlar yapmaya başlarken hızını arttırdı. Geminin iyice yaklaştığında yaratıkların sesleri duyulur olmaya başlandı. “Yaratıkları İstanbul boğazından daha ileri atacağız” diye bağırdı denizcilerden biri. Okan’ı o anda tuhaf bir his kapladı. İleriyi görebilecek bir pencere bulmak için önüne geleni iterek ilerledi.  Açık alandan dışarı baktığında gördüğü Türk sancağı ve her atışta toprağın rengini değiştirecek güçteki karadan açılan ateşler Okan’ın tüylerini diken etti. “Keşke Derya da bunu görebilseydi” dedi kendi kendine. O esnada geminin yüzeyine çıkma sinyalini duydu. Top atışları kesilmişti. Kendilerinden istenilen suya atlamak ve ellerindeki silah ile olabildiğince doğru bir atış yapmaktı. Tek hakları olacaktı. Doğru yapıldığı takdirde 40 metrelik bir yaratığı öldürebilirlerdi. Fakat sonrasında ne olacağından kimse bahsetmemişti. Okan kendi silahı ile güvertede dururken etrafına baktı. Bazıları geri geminin gövdesine kaçmaya çalışıyordu fakat karşılarına çıkan sert adamlar denize girmezlerse ömürlerinin iki dakika daha kısa olacağını söylüyordu.

Okan bunun bir son olduğunu biliyordu. Kendi sonuydu. Yanındakilerin sonuydu. Arkadaşlarının güvende olmalarını diledi suya yaklaşırken. Bu bir son olabilirdi fakat dış etkenlere rağmen kendisi istemişti bu sonu. Silahını koluna sabitlerken kendini süper kahramanın son kapışma öncesindeki hazırlığındaymış gibi hissetti. Denize yaklaştıkça zaman yavaşladı. Veya zihni olabileceğinden çok daha hızlı çalışmaya başladı. Etrafındakileri hissetmez oldu. Sadece intikam hırsı vardı içinde.  Ömrünü buna adadığını düşündü. Hayır, ömrünü insanlara adamıştı. Yaratıkların öncesinde de insanların iyiliği içindi yaptıkları şimdi de. İnsanların mutlulukları, huzurları için uğraşmıştı gazetecilik yıllarında. Ben bir asker olarak ölmüyorum dedi kendi kendine. Bunu derken havada olduğunu fark etti. Zaman yavaş da olsa akmaya devam ediyordu. Ayakları gücü yettiğince hızlı götürmüştü kendini. Kendinden önce atlayanların son cümle kurduklarını hatırladı. Atlamadan önce bazıları ülkeleri için bağırıyordu. Artık olmasalar bile o kişiler var oldukça var olacaktı adını haykırdıkları ülkeler. Adını haykırdıkları ülkeleri ile birlikte suya gömülmüş oldular. Bazıları ise sevdikleri için atlamıştı. Avazları çıktıkları kadar sevdikleri için bağırmışlardı. Okan ölmeden önce bir şeyler söylemesi gerektiğini düşündü. Dünya’dan ayrılmadan kuracağı cümlenin diğerlerinden farklı olacağını biliyordu.  Belki tarihe yazılmayacaktı ama kendi yazdığı tarihin son satırları olacaktı. Bunu düşünürken yaratıklardan birinin üstüne doğru geldiğini ve bir yandan da boğulmak üzere olduğunu fark etti. Yaratık kendisine iyice yaklaşmışken tetiğe bastı. Suyun yüzeyi çıkamayacağı kadar yüksekteydi ve silahı kendini daha aşağı çekiyordu. İçini korku kapladı. Tereddüt içinde öldü.

Okan tahmin edilebileceği gibi tekrar yüzeye çıkamadı. Diyeceği şeyleri bulamadan gitmişti. Bunu düşünmek için çok geç kalmıştı. Uğruna uğraştığı çok şey vardı ama bunlardan biri bile aklına gelmemişti. Hayatı boyunca önemini soğutacak olaylar ile karşılaştığı amaçları olmuştu. Hayatının birçok noktasında duraksamıştı. Yine duraksayarak ölmüştü.

Gemisi kendisi öldükten dakikalar sonra battı. Ardından bir başka gemi daha geldi. Gemiler gün boyunca gelmeye devam etti. Televizyonda aynı bombardıman uçağı gösterilmeye devam etti. İnsanlar savaşmaya devam etti. Hiç dinmeyecekti savaş. O gün tarihe büyük yenilgi olarak geçecekti fakat savaş hiç bitmeyecekti. İnsanların mücadelesi şekil değiştirse de ölmeyecek kadar güçlüydü.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi150

Bunu paylaş: