Yaşasın Ütopya – Ersin Yurtseven

Merhaba yoldaş. Karşımdaki koltuğa oturabilirsin.  Duydum ki açıklanabilenden daha fazlasını soruyormuşsun. Elimden geldiğince yardımcı olacağım. Lütfen sözümü hiç kesmeden hikâyemi anlatmama izin ver. Benim gibi yaşlı bir kadından neler öğreneceğine şaşıracaksın

            Doğduğum yerin adı Dünya. Uzun süren savaşlar ve mücadelelerin yerine bir şekilde kusursuz düzenin geçtiği bir gezegen. İnsanlar ırk, dil veya din diye ayrılmasının bittiği bir dönemdi. Her birey insan olmak ve topluma hizmet etmek için yaşıyordu. Giydiğimiz kıyafetler vücudumuzu tam kapatacak ve birini ötekinden ayırt edemeyecek şekildelerdi. Göğsümüzün sol kısmında o anda alınan işin veya yaptığımız eylem her neyse onun anlamını taşıyan sayılar vardı. Her an her şeyimiz kaydediliyordu. Bireyselliğin en büyük felaketlere yol açacağı düşüncesi yüzünden artık kimse birbiri ile konuşmuyordu. Tüm yapılacak işlerimizi ve ihtiyacımızı tabletlerdeki mekanik ses aracılığı ile yapıyorduk. Sürekli ifade ettiği anlamı değişen sayı grupları, zihnimizden çıkmasını istediğimiz şey için kafamızın içindeki aparat sayesinde sadece bir şifre olarak ağızlardan çıkıyordu. Aynı anda ana makineye de ifade ettiği anlamı ile birlikte giden şifre, karşıdaki kişiye ulaştığında ana makine ile doğrulanarak çözülüyor ve anlatılmak istenen şey beyne iletiliyordu. Bu şekilde kimse birbirini dinleyemiyordu. Bütün bunlar sayesinde konuşmak denen güç denetim altında kalıyordu. Din konusuna geldiğimizde ise… şey. Tamamen ortadan kalkmıştı.

            Kendimi tanıdığım ilk zamanlar ile alakalı tek hatırladığım şey bir odadaki ekrandan genel kültür, ahlak ve meslekler ile alakalı bilgi aldığım. Tarihe karışmış aile kavramından ne haberim vardı ne de o konuda bir eksikliğim. Oda pek geniş olmamasına ve görünürde hiç pencere veya kapı olmamasına rağmen ferah bir havaya, spor ve aktivite saatlerinde gerekli malzemeleri veren duvarlara sahip.  10 yaşıma kadar hiç odadan çıkmadan sadece topluma uyum sağlamam için gerekli bilgileri aldım. O sıralar bilmiyordum ama her bilgiyi ne düzeyde alabildiğim, neye daha çok ilgi duyduğum hemen kaydediliyor ve ona göre yönlendiriliyordum.5 yılım ise tüm meslekleri öğrenmem ve hangisinde ustalaşacağımı seçmem için ayrıldı. Gideceğim yer için hiç kaygılanmıyordum. Tabletim tam olarak hangi numaralı yoldan gideceğimi, hangi numaralı odaya gireceğimi, hangi numaralı hareketi yapmam gerektiğini söylüyordu. Kesinlikle bu dönemde çalışmam istenmedi. O dönemde bir tek sorun vardı o da sürekli olarak soru soruyor olmam. “Neden “kelimesini kullanmam bir süre kısıtlansa da kendimi çok zorlayıp tekrar kurma çabam sonucunda kısıtlama kapatıldı. O gün de bir mesleği yakından incelemiş ve dinlenmek üzere tabletin yönlendirdiği bir odaya geçmiştim. Daha yeryüzüne çıkma iznim yoktu ama yeraltında daha görülecek bir sürü iş vardı. Yatakta uzandım. Diğer odalardan hiç farkı olmayan odada belki bir detay görürüm umudu ile etrafa baktım. Uzanmaya geldiğim yatak dışında tek eşya bile yoktu. Diğerleri ile bire bir aynı bembeyaz bir oda. Çıkmaya çalışmadıkça kapı bile görünmüyordu etrafta. Elimdeki tableti duvardaki yuvaya yerleştirip diğer tableti aldım. Yine kafamda cevaplanması gereken sorular vardı. Tableti açtım. O anda görsel bir açıklama yapmadığı için boyutu küçülmüştü. Sadece ortasında ses çıktıkça sayılara dönüşen uzun çizgi vardı. Bir de ortasında yaptığım eylemi yani yatakta dinlenmeyi ifade eden sayı vardı. Aynı değerdeki sayı benim de göğsümün sol üstünde duruyordu.

Tablet, neden dilimizdeki her nesnenin ve insanın değeri değişiyor, tek sayıya sahip olamazlar mı? Bir de kusursuz olmasına rağmen neden eşyalarımız değişiyor? Neden diğer insanlar ile konuşmamam gerekiyor?

Kayıtlara göre sana daha önce de açıklama yapıldı. Unutmuş olma ihtimaline karşı tekrar açıklama yapılacak. Değişken ifadeler kullanımda kolaylık sağladığı için kullanılıyor. Konuştuğun veya kullandığın şeylerin değişken olması kişiliğin için en iyisi. Bir nesneye veya kişiye olması gerektiğinden fazla değer yüklemek düzeni bozar.

Evet evet daha önce de söylemiştin. Ama bunu yaşamadan nasıl bilebilirim. Bu dediklerin benim için yeterli değil. Bir şeyin eksikliğini hissediyorum.

Hissettiğin boşluğu engellemek için duygularında düzenlemeler yapılacaktır.

Hayır anlamıyorsun. Bu tarif edilemez bir şey. O şeyi bilmediğim halde yokluğu bitiriyor beni.

Hissettiğin o detay aşk olarak saptandı. Üstün insan duyguları teknolojisi sayesinde zaman içerisinde yenilmiş bir hastalık. İnsanların cinsel birleşme ile üredikleri zaman diliminde neslin devamlılığı için yararlı olmuş olan ama günümüzdeki üretim imkanları ile işlevini yitirmiş bir duygu.

O zaman nasıl ben onun yokluğunda bu hale geliyorum? Sanki sadece o değil başka şeyler de var. Bunun sadece üremek ile ilgili olduğunu sanmıyorum.

Aşk sadece bir kişiye değil bir nesneye fazla bağlılık ile de oluşabilir. Diğer hissetmeye çalıştığın duygular ise kendini tam olarak tanımamanın getirdiği korku ve hüzün. Bunları hissetmen engellenebilir ama vücudunun ısrarı seni yoruyor. Kendini sakinleştirmeye çalış.

Bırak o zaman hissedeyim. Durdurma onları. Başka bir ben olabilir mi diye merak ediyorum.

Eğer sağlık bütünlüğünü koruyacak şey bu ise sevginin bir kısmını odanın solunda oluşacak olan tabloya yönlendirilecek.

O anda sol tarafta bir tablo belirdi. İçimde bir şeyler olmaya başladı. Bu kesinlikle iştahın kabarması için verilen açlık duygusu değildi ama midemde tarif edilemeyeceğim şeyler oldu. Ayağa kalktım ve tabloya ilerledim. Yaklaştıkça duygu daha da güçlendi. Yürümekte zorlanmaya başladım. Tabloya ulaştığımda ellerim ile ona dokunma isteğine karşı koyamadım. Mekanik ses birden pür dikkat izlediğim tabloya olan odağımı bozdu

Sevgi adındaki bu duygu düzen ve toplum adına olmadıkça kullanılması sakıncalıdır. Sevdiğin ve değer verdiğin şeyler senin ilerlemeni yavaşlatır. Toplumun bu kadar gelişmediği dönemde insanlar sadece sevdikleri için toplum kurallarına ve zamanında kusurlu olsa bile düzeni sağlayan devletlere karşı çıkmıştır. Günümüz teknolojisinde henüz yok edilemese de etkilerini azaltmak ve kısa süreli yönlendirmek mümkün kılınmıştır. Bakmış olduğun tablo soyut sanatın bir parçası.

Soyut sanat nedir?

Anlatılmak istenilen duyguların boya ve fırça yardımı ile duyuların ötesine hitap edilerek aktarılması.

İnsan dili dışında iletişim kurulabilir mi?

İnsan dili, ü.s(Ütopya Sonrası) dönemde kullanılmaya başlanmış bir dildir. Kendisi hariç yaygın bir iletişim şekli yoktur.

            Tam anlamadım ü.s(Ütopya Sonrası) nedir?

            Üstün düzen anlayışına sahip insanlar tarafından yapılmış devlet olan Ütopya’nın kuruluş yılını 0 olarak kabul eden takvim çeşidi.

            Peki insan dili olmadan önce ne konuşuyorlardı?

            İnsanlar ilkel olarak kabul edilen ü.ö (Ütopya Öncesi) dönemde harf tabanlı çeşitli diller üretmiş ve iletişim ihtiyaçlarını karşılamışlardır.

            O dönem dillerini duymak istiyorum. Bir örnek dinletir misin?

            Bir süre oluşan sessizlik söylememem gereken bir şey söylemişim gibi hissetmeme sebep oldu. Ben tam vazgeçecekken tablet sonradan adının müzik olduğunu öğrendiğim bir ses oynattı. Hayatımın o anına kadar duyduğum en güzel şeyiydi. Hayatımın mekanik bir ses ile geçtiğini düşünürsek buna şaşırmak yersiz olurdu. Bu kadar güzel bir şeyi daha önce duymamış olmanın kırgınlığı ile bir soru daha sordum.

            Bunu neden daha önce oynatmadın?

            Müzik, sayı tabanlı olan insan diline geçmek için vazgeçilmesi gerekenler arasında yer almıştır. Bireysel ısrar dışında çalınması yasaklanmıştır.

Ama anlamıyorum. Bu kadar güzel bir şey yanlış olamaz. Peki vaz geçilen diğer şeyler nelerdi.

İlkel alışkanlıkların özendirilmemesi adına kısıntı erişim altına alınmış bir bilgiye ulaşmak istiyorsun.

Her insan eşit demiştin. Ben de öğrenmek istiyorum.

Tablet! Özür dilerim ben, ben yanlış bir şey söylemek istemedim.

Yönetici mesleği sanat bölümü üzerine kaydının oluşturulması için sesli onayını almam gerekiyor. Ülkelerin dilleri, alışkanlıkları ve kültürleri üzerine dersler alacaksın. Öğrendiğin bilgiler ve günümüz düzenine dair yaptığın analizler insan ırkının gelişmesi için kullanılacaktır. Çok kusurlu olmadıkça her birey topluma kazandırılmalıdır.

            Evet, benim olmak istediğim kişi bu. Peki ya diğer insanlar?

            Her insan bilmesi gerektiği kadar bilmeli ve yapması gerekenleri yapmalı. Bu durum en uygar yöntemler ile gerçekleştirilmeli. Yöneticilik mesleğinden çıkabilecek, temel düzeni sarsmayacak yenilikler ile bir gün sanat diğer insanlara da ulaşabilir. Kusurlu olmadıkça yaratıcı fikirler toplum yararına kullanılmalı.

            O kararımdan sonra yıllar boyunca çok ağır eğitimler aldım. Sayı dilini tamamen bıraktım. Dili anlamam için kafama yerleştirilmiş olan aleti de çıkardılar. İpler hala ana makinenin elinde olsa bile duygularım da serbest bırakıldı. Tabletim artık kitap şeklinde gelmeye başlamıştı. Ben soru sormadıkça görev vermedi. Daha önceden belirlediğim yemeğimi yemekhanede göğsümdeki sayı sayesinde rahatça alıp yiyebiliyordum.  Eskiden matematik denen şey için kullanılan bu sayılar çok rahatsız ediciydi. Sürekli etraftan gelen sayı seslerini yöneticilik okumam sayesinde kazandığım müzik dinleme hakkım ile bertaraf ettim. Müzik, diğer insanların buna erişememesi ne yazık. Tablet bana   çok büyük bir arşivin olduğundan ve benim de arşive katkı yapacağımdan bahsetti. Gerçi hala dönemini ağır dil ile ifade eden müzikleri vermiyordu ana makine. Sadece beyin yıkarcasına mutlu insanların içerikleri vardı. 15 yaşıma basmam ve bitmek bilmeyen ısrarlarım ile birlikte biraz daha durgun ve diğer duygulara yönelik seçeneklerim oldu. Yönetmek diğer meslekler gibi olmadığından 25 yaşıma kadar beklemem gerekiyordu. En azından beklerken ders aralarında izleyecek güzel şeylerim oldu. Bütün bunların sahte olduklarını bilerek ve sanata olan hayranlıkla izledim. Aynı zamanda derslerdeki başarım sayesinde neredeyse her dildeki içeriği isteyebiliyordum. Dillerin kendi kültürleri olduğu için birbirlerine çevrilmiş hallerini izlememem tavsiye ediliyordu. Hem kim ağzı ve kelimeleri birbirine uymayan insanları izler ki. Bütün bu duygu karmaşası ve uğruna çabalanan şeyler yüzünden uzun bir süre boyunca beni bu yola sokan şeyi unutmama sebep oldu. Tamam ben ileride yöneteceklerden biriydim ama ne yapacağımı nasıl yapacağımı daha bilmiyordum. Duvardan gelen kitaplar ve bir duvarda açılan filmler. Yine hayatım sadece düzenin istediği gibi çizilen düz yolda gidiyordu. Filmlerde gördüğüm kahramanlıklar yoktu hayatımda, birlik olmak ise sadece uğruna çalıştığımız söylenen toplumdan ibaretti. Ben bunları düşünürken mekanik ses kitaptan yükseldi.

            65, bir sorun mu var.

            Omzumda gerçekten de o sırada 65 yazıyordu. Anlamını veya o anda hangi görev veya eyleme karşılık geldiğini bilmiyordum. Kafamın içinde bile yalnız kalamadığımın bilincine vararak cevap verdim.

            Kitap, artık öğrenmek istiyorum.

            Tam olarak neyi öğrenmek istediğini açıklarsan yardımcı olabilirim.

            Benden sakladığınız şeyi. Gördüğüm kadarıyla geçmişte de insanlar mutluydu. Hatta mutsuzluk sadece eğlence konusu olarak ekranlara sığdırılmış. Peki neden bunca kısıtlamaya gidildi? Ne oldu da bu kadar değiştik?

            Tam olarak anlayabilmen için sana gerçekler gerektiği ölçüde veriliyor. Geçmişe dair sadece genel kanıya vardığında yaptıkları yanlışlar ve yanlışların doğurduğu sonuçlar gösterilecektir.

            Artık sizin çizginizden ilerlemek istemiyorum bana bu düzenin kuruluşunu anlatmanı istiyorum. Bütün bu düzen ne için kuruldu.

            Bunun için hazır değilsin, benden bunu isteme. Sonuçlarına katlanman gerekir.

Hangi sonuçlar?

Gizli bilgi.

Yine mii? Her neyse, ne olursa olsun görmek istiyorum.

Kişisel ısrarın üzerine görmeye hazır olduğun var sayılacak ve tarih en gerçek hali ile karşına çıkacak. Açılan kapıdan dar alana girmen gerekiyor. Taşıtın içinde hareket ederken korkma. Canlandırma odasına geldiğinde tarih gözlerinin önünde yaşanacak. Anlayamadığın detayları sana en yakın odada ders olarak alabilirsin.

            Kitabı koymam gereken alana bıraktıktan sonra bana söylediği gibi dar alana girdim. Odaya vardığımda duvarlara kitabı almak için baktım ama duvardan kitap çıkmadı. Bu odanın hep gördüğüm odalardan tek farkı daha büyük olmasıydı. Odanın bir ucunda küçük metal bir kutu gördüm. Zarar olasılıklarını düşürme amacıyla bütün metal aletlerin kaldırıldığını sanıyordum. Metal kutunun yanına vardığımda plastik küçük kutular gözüme çarptı. İlkel teknolojinin video oynatıcıları aklıma geldi. Çok sonra öğrenecektim ki ana makine bu kayıtları kişilerin zihinlerinden alarak oluşturuyordu.  Tek tek kutuların üstündeki yazılara baktım. Farklı dillerde olay ve kişi isimleri vardı. Dillerin kendi kültürleri olduğu için bunu normal karşıladım. Çok sayıda yer ve savaş isimleri vardı. Ne çok savaşmışlar diye düşündüm içimden. Savaş hakkında tek bildiğim ise bazı konuda anlaşamayan ülkelerin uzun süren tartışmaları ve daha detaylarını öğrenemediğim çeşitli hesaplaşmalardı. İlk sırada yer alan kutunun üstünde YAŞASIN ÜTOPYA diye büyük bir yazı vardı. Arkasındaki açıklamaya göre ilkel topumdan günümüz yaşantısına benzer bir düzenlemeye geçişte önemli isimlerin yaşanmış konuşmasıymış.  Onu aldım ve oynatıcıya taktım. Birden makine duvara çekildi ve oda içinde görüntüler oluşmaya başladı.

            Odanın yeni aldığı biçimi hiç daha önce gördüğüm odalara benzemiyordu. Üstünde düzenin kıyafetlerinden olmayan biri, üstü bayraklar ve kağıtlar ile dolu bir masanın arkasında oturuyordu. Sadece filmlerde gördüğüm yaşlı yüzü oldukça kusurluydu. Bir diğer kişi de masanın ön tarafında duruyordu. Üstündeki pijamanın tuhaflığı istemsiz gülmeme sebep oldu. Bir an yaptığım şeyin çok yanlış olduğunu fark edip özür diledim. İkisinin de yüzleri ve elleri kusurlu, kıllı ve çirkin duruyordu. Ben yokmuşum gibi davranmaya devam ettiler. Masaya yaklaştım, dokunmaya çalıştığımda elim masanın içinde kayboldu. Bunun izlediğim filmlerin daha gelişmiş bir versiyonu olduğunu anladım. Küçük dikdörtgen kutu ses çıkarmaya başladı. Kutunun bir parçasını kulağına götürdüğünde bunun o zamanların iletişim aracı olan telefon olduğunu hatırladım.

            Evet, gelebilir.

            Aldığı parçayı geri yerine bıraktı. Arkamda bulunan kapının açılış sesine döndüm. İçimden düzen aşkına, gerçekten eskiden arkasında kimin veya neyin olduğunu görmeden açılan kapılar mı vardı, burunlarının bu kadar kusurlu olmasına şaşırılmamalı dedim içimden. Uzun boylu, sıska ve yine kusurlar ile dolu bir yüze sahip olan bir insan daha. Yüzünde hafif ama ürkütücü bir gülümseme vardı. Göğsünün sol tarafında Ütopya vatandaşı yazıyordu. 5 koca adımda salonun ortasına ulaştı. Bir küçük öksürüğün ardından konuşmaya başladı.

            Söze başlamadan önce, bay başkan. Sizin bu konudaki her açıklamanıza çeşitli kanallar aracılığı ile ulaştığımı ve buraya onlar için gelmediğimi belirtmek istiyorum. Çoktan doğru olanı gördüğünüzü ve gerekli imzaları atacağınızı düşünüyorum.

            O zaman bir an önce burayı terk edebilirsin Candar!

            Beni yanlış anladınız, buraya geliş amacımın sizden ne şekilde olursa olsun gerekli onayı almak olduğunu söylemek istemiştim. Siz de taktir edersiniz ki bir Ütopya için tarih kitaplarında tüm ülkelerin onayları ve büyük fedakarlıkları ile kurudu yazması bizim ikincil amaçlarımızdan.

            Bu ne cüret, general derhal tutuklayın şu adamı!

            Bunu derken pijamalı adama bakıyordu. Adının general olduğunu sandığım kişi ayağa kalktı. Belindeki metal aleti aldı. Üstünden tutup çekti ve çıt diye bir ses çıktı. Bu aleti masanın arkasındaki adama yöneldi ve bir cümle kurdu.

            Artık yetkiler sizde değil.

            Dur yoldaş, bu kadar çabuk ölmesini istemiyoruz. Şimdi durumun ciddiyetini anladığınızı düşünüyorum bay başkan.

            Beni bir tabanca ile korkutabileceğinizi mi sanıyorsunuz adiler. Durma sık. Hain. Vatan haini!

            Sesi öyle sert ve güçlü çıkmıştı ki korkup birkaç adım geri adım attım. Tam olarak ne olduğunu anlamamıştım. Ne istiyorlardı bu insandan. İlk başta odaya giren Ütopyalı konuşmaya başladı.

            Ona hain demeye hakkınız yok. Siz, milyonlarca insanı yaşamak zorunda oldukları hayatlara terk ettiğiniz an insanlığa ihanet ettiniz. Bir şans sunuldu. Dünya devleti kurulacaktı ama kişiliğinizden büyük koltuğunuz buna izin vermedi. Şimdi de altınızda deprem oluyor ve ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Hayır efendim ölmenize kesinlikle izi veremem.           

Benden ne istiyorsunuz?

Her ne kadar etkisiz olsanız da Ütopyalı kardeşlerim tarih kitaplarında bütün devlet yöneticilerin ağzından YAŞASIN ÜTOPYA cümlesinin çıktığını yazsın istiyorlar. Çocuklar iyi şeyler duymayı hak ederler değil mi?

Bunu yazarken yanında suratıma tutulmuş silahtan bahsedilecek mi?

            Bilmesi gerekenler dışında pek yayılacağını sanmam. Konumuza dönecek olursak. Sizinle öncelikle konuşarak anlaşmaya çalışacağım. Olur da başarısız olursam gerisini yoldaş İsmail halledecek.

            General İsmail bunu nasıl yaparsınız?

            Benim bir kızım var ve onun bu rezil hayatı yaşamasını istemiyorum. Beni olmasa da onu kabul edeceklerini söylediler. Hem bunu bireysel olarak kabul eden tek ben değilim.

            Bay başkan. Sizce insanlar enerji rezervlerinin neredeyse tamamen boş olduğunu öğrendiklerinde ne yapacaklar.

            Sizin yeni bir kaynak üretebildiğinizi duymuştum. Madem elinizde enerji var neden bu dert oluyor?

            Henüz çok kararsız bir yapıya sahip. Geliştirilmesi lazım yoksa cihazlara sürekli hasar verir. Bunlar milyar dolarlık hasarlar olur ve emin olun her işin ücretsiz olduğu bir Ütopya ’da bile tamir ettiremezsiniz. Sadece zamana ihtiyacımız var ve bu şu an hiç elimizde olmayan tek şey zaman.

            Tamam, diyelim ki insanları tek çatıya topladınız. Yine de değişen bir şey olmaz. Elinizdeki kaynak yetmeyecek.

            İşte bu konuda hemfikiriz. Yoksa her ülkenin sadece yöneticileri ve orduları ile ilgilenmezdik. Kısaca sadece boğaz eksiltiyoruz. Genel bir temizlik diyebilirsiniz buna.

            Boğaz kesmek, kitlesel katliam. İsimlerini istediğiniz kadar değiştirin yapacağınız haltın boyutunu veya etkilerini değiştirmiyor.

            Onların ölmesinin sebebi sizsiniz biz değil. Şuursuzca çoğalma ve verimsiz hayat şartları. Ütopya var olmak zorunda çünkü insan kötülüğü başkalarından öğreniyor. Ütopya var olmak zorunda çünkü insan ne yaşamayı ne de olduğu yaşamı seçebiliyor. Sözde sendikalarınız ve para babası patronlarınız. İşin kendisinden, veriminden öte kazanılan paraya bakıyor olmanız. Her değere para biçerken insan beyninin ezber yeteneğini karşılıksız alan reklamlarınız. Şiddet ve sapıklık sürekli olarak kendini toplum içinde yetiştiriyor ki bunda haber…

            Yeter! Bunların bir tanesi bile milyonlarca masumun katledilmesini gerektirmez.

Başlarına gelen dertlere sadece böyle olması gerekiyormuş, bu da bizim sınavımızmış diye katlananları daha doğrusu onların arasındaki katlanamayanları kurtarmak yanlış değil. Hem biz harekete geçmezsek insanoğlu acı çekerek can verecek. Bizim yaptığımız ise büyük kayıplar ile devam etmek.

             Bunun kararını vermek sana düşmez. Tanrı’yı oynayamazsın.

            Ben Tanrı’yı oynamıyorum. O varsa bile bizi bu sefalete terk etmiş olmalı veya bizim acı çekmemizden zevk alıyor olabilir. İnsanoğlu makine gücünü yükselttikçe etkisini yitirdi. Bunu tarihte bile görebilirsin. Ben daha iyisiyim. Ben insanım.

            Kafir! Biraz olsun inancın olsa insanların devamı için bile olsa bu katliama göz yummazdın.

            İnsanlığın devamı… Bitmiş doğal kaynakların arkasından bakan yöneticilerin karamsar bakışları arasında çıkan cümlelerdi. Artık toprağın verimini yitirdiğini gördüklerinde ikna oldular. Kimse bireysel mutluluğu önemsemediği için olması gereken şeylerdi.

            Bana bunu senin ayarlamadığını söyle!

            Çocukların eline oyuncak silah verenlerden daha suçlu değilim. Tamamlanması için formülün neredeyse bir yılı var ve temizliğin arkasından depodaki kaynaklar bize yetecektir. Toprak olayına gelece olursak onu diğer Ütopyalılar halletti bile.  Hem düşünsenize, sadece bir cümlenizle oğlunuz yaşayacak. Adı neydi? Fark etmez, yaşı Ütopya alımları için tutuyor.

            Başkanın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Cama doğru ilerledi. Candar, Generalin başkanı engellememesi için bir işaret yaptı.  Başkan dışarıya baktı. Yanına gittim ve baktığı yere baktım. Parkta oynayan çocuklar vardı. Mutlu görünüyorlardı. Bulunduğum zamanda fazlası yasak olan mutluluk onlar için pek sorun değilmiş gibi duruyordu. Başkan, ses tonu değişmiş bir şekilde sordu.

            Bana Ütopya’yı anlat. Oradaki çocukları. Çalışanları. Ütopyalıları anlat.

            Orada çocukların arabasına binmemeleri gereken kişiler yok. Ders çalışırken kafalarını karıştıran acaba ilerine ne olacak sorusu olmayacak. Sınav denen saçmalık ortadan kalkacak ve her öğrenci öğrenebildikleri kadarıyla, ilgilendikleri konulara ilişkin sınırsız ve tamamen doğru kaynaklara ulaşabilecekler. Herkes bilecek ki her birey bir şekilde topluma kazandırılacak ve diğer herkes ile aynı haklara sahip olacak. Başkasının kafasına basarak yükselme devri kapanacak. Çalışmak tek doğru olacak ki o da gereğince. Çalışmak ise şimdiki para kazanmak için ne dolaplar çeviririm şeklinde değil de acaba daha fazla ne yapabilirim diyen insanların rahat koşullarda yaptıkları işlerden ibaret olacak. İnsan ilişkileri de iyileşecek. Neden bir başkası sizin arkadaşınıza gösterdiğiniz değeri hak etmesin? Neden arkadaşlarınız yabancılara gösterdiğiniz saygıya laik olmasın?

            O sırada telefon çaldı. General telefonu açtı.

            Hayır, burada değil. Kendisi rahatsız edilmemek istediğini söyledi. Elbette, iletirim. Telefonu kapattı. Sayın başkan, haberlere bakmanız isteniyor.

            General eline kumandayı aldı ve duvarın bir kısmını görüntüleri aktarması için çalıştırdı. Görüntünün etrafı siyah çerçeve ile kaplıydı. Bir kişi vardı ekranda. Başkan gibi şık giyimli biriydi. Başkent düştü diye bağırıyordu. Seferberlik ilan edildiğini söylüyordu. Kendi ordularının Ütopya birliklerine katıldığını anlatıyordu.

            YAŞASIN ÜTOPYA

            Bunu başkanın dediğini düşünüyorum çünkü hemen arkasından general elindeki şeyi başkana doğrulttu. Büyük bir ses çıktı. Kulaklarım çınladı ve bir süre gözlerimi açamadım. Açtığımda ise başkanın kafasında bir delik vardı ve yerler kıpkırmızıydı. Ağlamaya başladım. O kişiyi tanımasam da içimi kaplayan korku ve üzüntü tüm bedenimi ele geçirdi. Bir süre duvarın köşesinde kafam bacaklarıma gömülü durdum. Kaç dakika orada o şekilde durduğumu bilmiyorum ama mekanik sesin beni uyarmasına yetecek k adar olduğunu biliyorum

            52.52 iyi misin? Hazır olamadığın uyarısını dinlemeliydin.

            Ben iyiyim. Sadece bu kadarı çok fazlaydı. Çok fazla. Çok fazla. Çok fazla. Çok fazla

            Birden tüm vücudum gerildi. Kısa bir süre yerde titredim. İçimdeki his kaybolmuştu.

            Üzgünüm 52. Kendine gelmen için seni şoklamam gerekti. Bir süre için tüm duyguların askıya alındı. Uzun süre tutamam. Duyguların geri gelmeden önce kendini toparlamalısın.

            Ben iyiyim. Sadece…

            52?

            Bana bir isim veremez misin? Bu sayıdan tiksinmeye başladım.

            Pekâlâ Canfeza, fiziksel ve ruhsal verilerin kendini çabuk toparladığını gösteriyor. Güçlü birisin.

            Kayıt durdurulmuştu. Başkan gibi diğerleri de kımıldamıyordu. Aralarından geçtim. Cama yöneldim. Generale benzeyen kişiler etraftaydı. Az önce parkta oynayan çocuklar şimdi başkana daha çok benziyorlardı.

            Sözlerini tuttular mı?

            Sorunu daha net sorman gerekiyor.

            Başkana ve generale verdiği sözü tuttu mu?

            En iyisi kendin görmen.

            Oda tekrar beyaz halini aldı. Duvarın içine gömülmüş olan makine yine ortaya çıktı. Bana üstünde B planı yazan kutuyu yerleştirmemi söyledi. Yapmam ile birlikte kendimi çok geniş bir odada buldum. Odanın duvarları bembeyazdı. Tıpkı, tıpkı düzenin duvarları gibi. Sol tarafımda büyük dikdörtgen bir makine vardı. Üstünde çok sayıda ışık, ekran ve girinti çıkıntı vardı. Üstünde büyük kırmızı bir düğme vardı. Sol yanında ise parlak bir tüp. Düğmenin yanında iki kişi vardı. Henüz kaydın başlamadığı hallerinden belli oluyordu. Mekanik ses yine konuşmaya başladı

            Ben o gördüğün şeyim. En azından kalan parçalarım onu andırıyor. Candar bulunduğum binlerce odalı bu yeri üretim yeri olarak kurgulamıştı. İnsanların cinsel birlikteliğine dayanan nesil yerine benim geçmem gerekiyordu. Kişiliği çok kusurlu ve diğer insanlara zararı dokunabilecek olan bireyleri seçip hemen etkisiz hale getirmem için bütün beyinlere tam erişimimi sağlayan frekanslarım bile ayarlıydı. Tüm bilgi kaynakları belleğime yüklendi fakat tek sorun vardı.

            Enerji kaynağın.

            Akıllı bir çocuksun. İzinle kaydı başlatıyorum.

            Sendeyim.

            Lafa önce Candar girdi.

            Evet ben de tehlikenin farkındayım fakat başka çaremiz kalmadı. Hem uydu ile olan bağlantıyı sonunda kurduk. Eğer çalıştırabilirsek ana makine tüm dünya ile bağlantı kurabilecek. Üretiliş amacından farklı olarak tek yapması gereken ilk açılışta tüm insanları öldürmesi.

            Eğer bu şeyi çalıştırırsak seni beni hatta yaşatmaya söz verdiğimiz yüzlerce insanı öldürebilir.

            Düşük bir ihtimal. Sığınağı etki alanı dışında tutması için ayrı bir kod girdim. Hem direniş birliklerinin burayı bulması an meselesi.

            Dünyayı mezbahaya çevirme sevdan olmasaydı belki başarılı olabilirdik.

            Sus, şu sesi duydun mu?

            Hangi sesi?

            Candar yanındakinin bir anlık dalgınlığından faydalanarak düğmeye bastı. Ardından bir süre birbirlerine baktılar. İkisi de gülmeye ve birbirlerine sarılmaya başladılar.

            Bak gördün mü bir şey olmadı.

            Ardından yere düştüler. Kan çıkmadı veya büyük bir ses ama öldüklerini anlamıştım. Bu sefer ağlamadım, hatta hiç üzülmedim. Ama bir detay dikkatimi çekti. Sonradan ters giden şeyler için uyarı amaçlı yaptığını öğrendiğim sesler ve ışıklar yükseldi. Kayıt tekrar durdu. Ana makine, kendisinin şimdiki halini görmek isteyip istemediğimi sordu. Kabul ettim. Karşıma çıkan manzara iç karartıcıydı. Artık ışıkları çok soluk yanıyordu. Yanındaki tüp sönmek üzereydi. Ana makinenin dikdörtgenlerinden eser kalmamıştı. Sanki erimiş ve sönmüş gibiydi.

            Ana makine, iyi misin?
            Canfeza, ben bozuluyorum. Bu sorun değil. Yapım amacım olan insan soyunun devamlılığını sağladım. Sığınak kusursuz insanlar ile doldu fakat şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Sen kusurlusun. Tıpkı benim gibi. Tıpkı Candar gibi. Hataları görebiliyor ve bu uğurda savaşabiliyorsun. Henüz insanlar formülü bitirebilecek veya beni tamir edebilecek düzeyde değil ama senin bana ihtiyacı olmayan toplumu yaratabileceğini biliyorum.

O günden sonra yıllar boyunca ideal toplumu oluşturmak için diğer yöneticiler ile birlikte çalıştım. Gerçi benim işim pek toplumun düzeni değildi. Benim işim sanat eserlerinin günümüze uyarlanmasıydı. Makinenin zor durumda kaldığı için kullandığı sayı dili kaldırıldı ve yerine şimdi kullandığımız dil geldi. Bir diğer işim de bu dilin sanatı desteklemesi oldu. Ne yazık ki ana makine kurtarılamadı. Kaynak bitmeden hemen önce yedek güçlerin yerini söyledi. Artık kendisine ihtiyaç olmadığını ama çok özlersek yine çalıştırabileceğimizi söyledi.  Gerçi günümüzde senin de bildiğin üzere formül tamamlandı ve ana makine sonsuza dek çalıştırılabilir. Yine de başlarken hepimizi öldüreceği korkusuyla çalıştıramadık. Eğer hala kafanda soru işaretleri varsa alabilirim. Sonuçta merak etmek güzel bir kusur.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi145

Bunu paylaş: