İki Meşhurumuzun Saf Şiir Üzerine Yaptığı Açıklamalara “Karşı” – Kemâl Hatipoğlu

            Yahya Kemâl Beyatlı isimli meşhurumuz, herhangi bir poétique çalışması yayımlamamasına karşın, genel anlamda şiir ve bilhassa özel anlamda saf şiir üzerine birçok açıklama eyleminde bulunma gafletine düşmüştür. İşbu eyleminin niteliğinin gaflet olmasında bir mucize aranmamalıdır, herhâlde gaflet olmasında gaflet kelimesinin anlamı ile eşanlamda olan aymazlık hâli ile birlikte meşhurumuzun omuzlarına insan kardeşlerim tarafından bindirilen bilirkişilik yükü, işbu eylemin neden gaflet olduğu konusundaki alt metnin nedenini bizlere sunmaktadır.


İstanbul’un biricik meşhurunun mesken ettiği noktalardan bir tanesi: Tarlabaşı…

            Meşhurumuzun, zannedildiği gibi, edebiyatımıza bir yön veyahut bir ivme kazandırdığı eylemi pekâlâ doğru değildir, herhâlde bu eylemin yapısı ve içeriği bir muammadan ibarettir. Bu muamma durumunun bahsinin en büyük dayanağı, meşhurumuzun yön veyahut ivme eyleminin Paul Valery ve Stéphen Mallarmé’nin yön veyahut ivme eylemi ile eş ya da daha doğru bir tabir ile çakışık olmasından kaynaklanmaktadır.

            Meşhurumuz bir açıklamasında “Şiir kalbden geçen bir hadisenin lisan hâlinde tecelli edişidir; hissin birdenbire lisan oluşu ve lisan hâlinde kalışıdır. Düşündüklerimizi vezinle ve lisanla ifade edişimiz şiir değildir. Bir mısraın şiir olup olmadığı gayet aşikârdır. Derunî ahenk ile ifade edilmişse şiirdir.” demiştir. Bilinmelidir ki meşhurumuzun romantikliği gözlerimi doldurmaktadır ve fakat bu açıklamanın baştan aşağıya şiir ile herhangi bir alâkası yoktur. Meşhurumuzun zannettiği gibi şiir yazımının önem arz edebilecek olgusu onun “kalbden” geçmesi, “birdenbire lisan” olarak vücut bulması ve bir de üstüne “lisan hâlinde” kalması değildir. Şiir yazımının önem arz edebilecek bir olgusu pekâlâ yoktur, herhâlde yine de bir olgu isteniyor ise şiir için tek bir önem arz edebilecek nokta vardır ki o da onun automatisme hâlinde oluşudur. Herhangi bir denetim mekanizmasının bahsinin açılmaması, şiiri şiir yapan niteliklerdendir. Bir mısraın şiir olup olmadığı bittabi aşikârdır ve fakat bu aşikârlık onun “derunî ahenk ile ifade” edilmesinden kaynaklanmamaktadır. Meşhurumuzun “derunî ahenk” ile kastını bir başka meşhurumuzun açıklamasında açıklayabilmek mümkündür.


Esbabımucibesi gündüzleri dışarı çıkabilsin diye olan bu masqué, meşhurumuzun oynadığı rolü ve takındığı davranışın adeta bir simgesi hâlinde…

Bir diğer meşhurumuz olan Ahmet Hâşim bir açıklamasında “Şairin lisanı ‘nesir’ gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak için vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır.” demiştir. Meşhurlar arasında herhangi bir karışıklık olmaması adına, elimden gelebilecek en büyük özveride bulunarak, ilk meşhurumuza Meşhur 1, ikinci meşhurumuza da Meşhur 2 diyeceğim.

Meşhur 1’in “derunî ahenk” lâfının açıklaması, Meşhur 2’nin “musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın” lâfı ile kabildir.

Meşhur 1, şiiri mısraların bir bütünü olarak kabul etmiştir. Hâlbuki mısra, bir ölçüye ve anlama tâbi tutulmak ile vücut bulmaktadır ve fakat şiir, işbu vücut bulan şeyin bir nevi bir ürünü değildir, saf şiir adı altında da hiçbir zaman olmamıştır. Şiir, mısralardan değil, satırlardan oluşmaktadır. Bu satırlar yazılırken herhangi bir özel çaba gösterilip, ölçü ve anlama tâbi tutulmamaktadır. Şiir bir düşünce ürünüdür ve bu düşünce ürünün kaynağı kalp değildir, herhâlde böbrek de değildir, akciğer de değildir. Şiirde herhangi bir ahenk unsurunun bulunmaması aşikârdır ve alelade bir sözden ayrılan noktasının da ahenk olarak gösterilmesi hem şiire hem de düşünceye aykırı bir şeydir, kolaya kaçmaktır, bilgisizliktir. Her şeyden önce, işbu metnin satırlarının alt alta yazılması ile pekâlâ şiir oluşmamaktadır ve fakat bir şiirin satırları birleştiğinde bir düzyazı meydana çıkabilmektedir. Püf nokta özel anlamda ahenk ya da genel anlamda şairanelik değildir, herhâlde bir düzyazı ile şiir karşılaştırılmasında bulunulduğunda dediğim şeyin anlamı pekâlâ anlaşılacaktır.

Şiir sesli bir biçimde okunulması elzem olan bir söz sanatı değildir, bu yüzdendir ki kulağa hoş gelmesi için özel bir çabanın gereksinimi yoktur ve bu türden bir çaba boşa kürek çekmekten ibarettir. Şiir ile düzyazı arasındaki farkı eğer ki sadece ve sadece ahenk ile açıklamak kabil ise, tam karşılık olarak bir düzyazıyı da ahenkli okumanın kabil olabileceği konulabilmektedir.

Kimi insan kardeşlerim yalnızca klasik müzik ile bir ahenk yakalayıp kulaklarına bayram ettirebilirken, kimi insan kardeşlerim sadece arabesk ile yetinmektedir. İşbu durumdaki sübjektifliğin şiire de nakış ettirilmesinin bir anlamı yoktur, çünkü şiir herkes içindir, bilhassa bir zümre, cemiyet ya da bir takım insan kardeşlerim için değildir. Meşhur 2 şiir için “adi idrake göre anlaşılma”ma açıklamasında bulunmuştur. Bir sanat eserini yorumlamak ya da en basitinden anlamak için, zannedilenin aksine, sanat tarihini bilmek elzem olmadığı gibi, bir şiiri de yorumlamak ya da en basitinden anlamak için, meşhurlarımızın ifadesinin aksine, şiir üzerine bir şeyler bilmek elzem değildir. Meşhur 2’nin lâflarının açıklaması, şiir için üst bir dil oluşumunun zeminini açıklamaktan ibarettir. Hâlbuki meşhurumuzun lâfları saf şiir üzerinedir. Saf olma hadisesi, herkesin de bildiği gibi, kompleks bir hadisenin tam tersidir…

*

Peki ya şiir nedir?

Şiir edalı bir söz sanatıdır; edasından kasıt kelimelerde ve şiirin bir bütün olarak ele alınmasındadır. Şiir kafaya hitap etmektedir, kulağa değil. Şiir, okumasını ve yazmasını bilen, herkes içindir. Şiir söz ile musiki arasında değildir, bu yüzden de musikiye bir yakınlığı yoktur çünkü şiir, söz-musiki ayrımına göre apayrı bir fraksiyon hâlindedir…

Belki daha bin bir açıklama vardır.

“Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya?

Onlar da bunlara benzer.”

***

Meşhurlarımıza pekâlâ teşekkür etmek gerekir, nasıl şiir yazılamayacağını bize gösterdikleri için; fakat artık onların peşinden gitmenin bir anlamı yoktur. Bu putlaştırma bahsine karşılık, meşhurlarımızın putlarını yıkabilmek adına yapılması gereken her şey yapılmalıdır. Meselâ bundan sonra ben Yahya Kemâl Beyatlı yerine Yahya Beyatlı diyeceğim, Ahmet Hâşim’e de bir ek getireceğim: Ahmet Hâşim – ne olacak senin şu hâlin? şeklinde…

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi144

Bunu paylaş: