Yaşam Döngüsü 8: Sancılı Hayat – İsmet Şengül

Bizler ki gösteriş budalalığı yüzünden kaybettik tüm değerlerimizi, oysa bizleri güzel yapan doğallığımızdı.

Doğallığıyla yaşamasını bilemeyenler, kendilerini şarlatanlar sofrasında sultan zannederler.

(1)

Benden bir halt olmaz biliyorum.

Ellerim çalıntı, kollar çalıntı.

Ayaklarım çalıntı, dizler çalıntı.

Ömrüm sallantıda dünyam çalıntı.

Çocukluğum bilinmiyor, gençliğim çalıntı.

Hislerim darmadağın, duygularım çalıntı.

Dermanım dar boğazda, gücüm çalıntı.

Gözlerim, duyularım, beynim çalıntı.

Dudaklarım, dilim, sesim çalıntı.

Yani diyeceğim o ki! beni ben eden her ne var ise bendeki benden, tepeden tırnağa hepsi çalıntı.

Çünkü ben bu bedeni 51 yıl önce, çalıntıda kelepire düşürdüm.

Çalıntı bir ömür, çalıntı bir bedenle anca buraya kadarmış

Hep yaşadık deriz ya, A dan Z ye hepsi yalanmış.

Hep birilerinin şamar oğlanlığı, hep birilerinin hamallığı, hep birilerinin yanaşmacılığı sanki bir mirasmış gibi, hep bizlere kalanmış.

(2)

Ya arkadaş ben istemedim ki bendeki beni, hiç tasarlamadım ki ben kendimi. Çalıntı bir ömürden, çalıntı bir bedenden dünyaya geldim. Kınalı bir mum mu yolladım, ya da ucu yanık bir mektup mu gönderdim sizlere, beni alacele dünyaya getirin diye. Görün işte acemice çalınan bir bedende anca bu kadar oluyormuş. Alın işte, ne dünya benden, nede ben dünyadan bir türlü hoşnut olamadık. İyimi ettiniz yani.

Karanlık bir gecede düştüm Ana rahmine, soluksuz, dursuz duraksız Don biçtiler Eğnime.

Nede çabuk doğdum, sancılı bir gecede, sancılı bir geleceğe.

Diyorum ya duyun beni, beni insanların lanetiyle yüzleştirenler.

Hiçbir günüm yok ki sancısız geçsin.

Hiçbir günüm yok ki yüzümde yusufçuklar açsın.

Sancı benim arkadaşım.

Sancı benim yol yoldaşım.

Sancı benim gönüldeşim.

Sancı benim sır sırdaşım.

Sancılı bir geleceğin duldasında bekledim hep, güneşimin doğmasını.

(3)

Nefesimle harladım ateşi, ben ateşi, ateşte yakarken beni, öylece seyre daldık birbirimizi.

Nasıl bir döngü, nasıl bir varoluşçuluktur ki bu çalıntıda düşürdüğümüz toplama bir bedenle sonsuzluğa yol almanın hesabını yapabiliyoruz.

Zamana hükmetmenin çet raporunu çıkarabiliyoruz.

Taştan tuğladan yapılmış, çimentosu noksan, demirden yoksun yığma bir bina gibiyiz.

Nasıl oluyor da üstümüze dikeceğimiz gök delenin hesabını tutabiliyoruz.

Yer ve gök kan ağlıyorken, yaşamı ayakta tutan zamanın mekanizması inim, inim inliyorken, yaşam döngüsü ihanetin kırbacıyla kıvranıyorken, nasıl oluyor da sonsuz mutluluğun, sınırsız dinginliğin hayalini kurabiliyoruz.

 İnsanlık hiç bu kadar alçalmamıştı insanlığın önünde. İnsan hiç bu kadar küçülmemişti çıkar ve menfaatin içinde.

Söyler misiniz bana, bundan böyle bizler nasıl biz olacağız, nasıl bir olacağız. Hangi mantık alır bu çarkına yandığımın başıbozuk düzenin yalpalayan kokuşmuş gidişatını.

(4)

Senden bir halt olur diyenlere.

Ömrüm! rulmanları kırılmış tekerlek gibi, zig zag çizerken, sen hiç yaşadın mı diye soranlara dır sitemim.

Mevsimlerim, iklimlerim, ufkum çalındı.

Çocukluğum, gençliğim, hayallerim çalındı

Yerimden, yurdumdan sürüldüm köyüm çalındı.

Mamur edip yaşamları. Abad eden her ne var ise, zerresi kalmadı hepsi çalındı.

Bedenim ezildi Ruhum çalındı.

Hayatım hiç edildi ömrüm çalındı.

Emeğim sömürüldü işim, aşım, alın terim çalındı.

Yüreğim hançerlendi sevgim çalındı.

Düşürdüler dört duvara geleceğim çalındı.

Benden çalarak aldıkları her neyim varsa, haraç, mezat yağma pazarlarından, üç kuruşa hepsi bir, bir satıldı.

Ben deki bu bedeni 51 yıl sonra benden çalarak kelepire düşürdüler.

En önemlisi de kıt kanaat yaşayıp giden bir Güruh sayılmışken, kıtı çoğaltıldı kanaati çalındı.

Çünkü bizde alınan her ne var ise, bir avuç sahtekâr, şarlatana pay edilip dağıtıldı.

Deli ceketini giydirdiler eğnimize, tımarhaneler önümüze yol edildi.

Artık ne ömre vefa yeter, nede bu kahırla, çile biter.

(5)

Ahhhh bu benim gece gebe yalnızlığım.

Merhamet, acımak, sızlanmak, insaffffff, yanarak öğrenmektir ateşin adını.

Tanrı derki insanlara olan sevgimdendir cehennemi yaratmış olmam. Peki, neye göre kime ve kimlere göre. Ya algılama boyutu nasıl geliştirildi, nasıl neye göre dayatıldı, kullanıma açıldı, hangi sürek, hangi yol yordam bilmezlerin elinde oyuncak olup kullanıldı. Ya bu cehennem korkutmacılığı kimin işine daha çok yaradı. Ona bakarsan cehennemi hak edene yarar, hak etmeyene ise daha fazla zarar sağladı. Halen böylesi safsatalara inanmaya devam edecek misiniz?

Oysa Dünya var etme ve yok etme mekanizmasıdır. Varlık deryasından yokluk deryasına açılan devasa bir kapı, iyilerin vahşi avcılara sürek avı olduğu bir yapıdır. Yaşam büyük bir yorgunluk, hayat ise taşınması çok büyük bir yüktür, insan olan insana.

Her şey aynıdır, canlarımız oltaya takılan yemden başka hiçbir şey değildir. Gör bakalım hangi balığın akıbeti olacaksınız. En kötüsü de o oltayı tutan kirli ellerin kime ait olduğunu asla bilemeyeceksiniz. Değerini kaybeden bir zaman diliminde yaşamaktayız. Hiç bu kadar yalnızlaşmamıştık, hiç bu kadar ayrı tutulup dışlanmamıştık. Hayallerimiz vardı birlikte can bulan, umutlarımız vardı birlikte şahlanan. İnancımız vardı, çizgilerimiz vardı, şimdilerdeyse örselendi tüm duygularımız, kurutuldu umutlarımız, karanlık düşüncelerle bozuldu geleceğe dönük çizgilerimiz. Kaybettik izimizi. Biliyor musunuz İzi kaybolanın yolu da belirsizliğe düşer.

Yol yordam bilmezlerin ellerinde, halden anlamaz merhametsizlerin tuzağında, edep erkân bilmezlerin hedefinde kaldık.

 Kendimize dost, en iyi ilaç bildiğimiz zaman en büyük zorba takımını yetiştirip önümüze koydu, gücümüz yettiğince direndik, bizler sevgiyi, hoşgörüyü, insanlığı kalkan edindik, onlarsa kini, nefreti, kalleşlik ve ihaneti en keskin kılıç, en delici ok, en amansız silah olarak kuşanıp üstümüze yürüdüler.

 Binler verdik, on binleri yitirdik tarihin her safhasında.

 Güneşe bend, geceye zifir oldular.

 Kirlimi kirli emelleriyle, girdiler evlerden içeri, haram edip uykuları, kuşatarak tüm düşleri, yüreklere korku, insanlığa gözyaşı oldular.

 Bizler ki yürüdüğümüz yolda, insanlığın geleceğine derin izler bırakarak, güneşe yol alan umudun kervanıydık, ta ki zamanın acımasız haramilerine rast gelip yağmalanana dek, bugün olmasa da yarınlarda, ektiğimiz umudun tohumları boy verip yeşerecek, gün bugün deyip güneşe boy verecek.

 Bak ve iyi gör! Aydınlık ilerde iyi belle diyecek.

 Unutmayın, hiçbir zorba yükselişi yoktur ki çöküşü olmasın,

 Hiçbir zulmün dağı yoktur ki gün gelip yıkılmasın,

 Hiçbir bezirgân saltanatı yoktur ki gün gelip yerle yeksan olmasın.

Kötülük her ne kadar baskın gelse de, er ya da geç kazanan tek şey insanlık, hoş görü ve sevgi olacak. Kardeşlik onuru ise bu kazanımı taçlandıracak.

 Bizler ki zamanı sevgiye tutkun bilirdik, nerden bilecektik tüm zamanların kendini zalime zorbaya peşkeş çekeceğini, her aşamasını insan kanıyla sulayıp besleyeceğini,

 Bizler ki zamanı en iyi dost bilirdik, nerden bilecektik en büyük düşmanla saf tutup baş keseceğini,

 Bizler ki zamanı en iyi ilaç bilirdik, nerden bilecektik yaraya merhem yerine tuz, biber, şerbet yerine ağu sunacağını.

Bizler ki zamana inandık, doğru sandığımız her şeye fazlasıyla sevdalandık, ne çare ki hiç olmayacak kadar aldandık.

Zamanın kırbacı en derin izleri bırakarak ufkumuzda, acımasızca yaraladı, dağladı insanlığı.

Zaman bize Ab-ı Hayat diye bardak, bardak kan içirdi, Yıldızlarımızı gözyaşı kuyusuna düşürdü.

(6)

Dünyanın beti benzi soldu, kendi yol arkadaşlarına, kâinat kardeşlerine ters düşecek gibi.

 Anlamını yitiren zaman, belirsizlik çıkmazında, Yusuf’un kuyusunda bir çıkış yolu aramakta, bulabilir mi bilmem.

 Mana deryasında uzaklaşan insanlık, kurtuluş için, içinde kaybolduğu Nuh’un gemisini aramakta, bulabilir mi bilmem.

 İlimden uzak bilgisizlik, orta çağın karanlık hücrelerinde gün saymakta, Muhammed’in gösterdiği ilmi gidip Çin’de bulabilir mi bilmem.

 Çarmıha gerilen insanlık İsa’dan medet ummakta, çarmıh İsa’ya, İsa insanlığa inayet eder mi bilmem.

 Yürüdüğü yolda büyük yara alan insanlık Musa’nın tur dağına sarılmakta, Necat bulup çölde kurtulur mu bilmem.

İnsanlık yüzyıllardır Kerbela dan kana revan olmakta, Şah Hüseyin’in şehadetiyle, şefaati, inancı ve kararlığıyla kılıç kalkan zalime, zorbaya karşı durabilecek mi bilmem.

İnsanlık bin yıllardır ki İbrahim’in hançerine kurban edilmekte, yeter deyip de kellesini sunaktan kurtarabilir mi bilmem.

Biraz umut olsun isterdim, umut, sadece istemekle olmadığını umudu büyütmeyi bir kenara bırak sadece yeşertebilmek için bile çok üstün bir çaba ve gayret sarf etmek gerektiğini çok iyi anladım. Sadece sözde değil özde olmalı. Özde olmayanın söyleyecek bir sözü de kalmaz.

(7)

Merhabalaşıp el sıkıştık dünyayla, toprağın toprağım, havan nefesim, suyun can suyumdur dedim.

 Seni sen edip, beni kendinden var edip, beni ben eden sen, sen benimsin, ben de senin deyip helalleştik.

Yolum sensin, yolcun ben yürüdüğüm yollarında sana sadık kalacağıma söz veriyorum, sana ihanet edersem özüm kurusun, kanım çekilsin, canım çürüsün. Bana, sunduklarının bir benzeri dahi yoktur, sana değer biçilemez, ederinin sınırı yoktur.

Mecburum sunduğun hayata tutunarak yaşamaya.

Mecburum sunduğun tüm güzellikleri paylaşmaya.

Ne dünya tek kişilik, nede sunulan hayat. Paylaşımcılık, eşitlik Dünyanın özünde var, Evren bu kurallar üzere işler. Bunu bir türlü algılayıp anlamayan insanoğlu tüm evrenin sadece ve sadece kendi ekseninde dönmesini ister. İşte bu doyumsuz istektir ki bütün değerleri yerle yeksan edip güzellikleri delik deşik eder.

Oysa mecburuz birbirimizi ve bizi biz eden tabiat anayı koruyup kollamaya, insan olan insan yol arkadaşına karşın ihanet içinde olup kahpelik yapar mı, yapmaz ve yapmamalı da.

(8)

Hoş gördün dünyam! Ben sana geldim.

 Hoş bulduk dünyam! Seni ben, beni de sen bildim.

 Yarım adımlık ömrümde çalıntı bir hayatla belki de sana yol yorgunluğu olacağım, ama senin alçak gönüllülüğün taşır benim bu yükümü biliyorum.

 Hele bir kahve içimi de olsa soluklanalım, kırk yıl hatırı varsa kahvenin ben sana kahve deryası getireyim, belki tadından, tuzundan güzel bir hayat bahsedersin bana, ne dersin olur mu senece.

 Çokça adil bir teklif olmasa da insanız, insan olan hep güzel şeyler murat etmeli ki yaşadığı çağlara, yaşadığı tüm güzellikleri, kazandığı tüm erdem ve değerleri, kirletmeden bırakabilsin.

 Ne dersin doğruluk payım azda olsa var diye düşünmeden edemiyorum. Hele bir şeyler söyle, öylece durma, silkinip de at artık, üzerindeki köhnemiş ruhları, doymak bilmez sıçanları.

 Belli ki bir kahve fincanı bile çok gördün bana, daha yolun yarısında ben benden gider oldum. Peki, ben, benden gidersem senden nasıl kalabilirim ki.

 Haydi! bilgeliğinle aydınlat beni, merhametinle donat, sevgiyle doldur göğüs kafesimi, çatırdasın insanlığın döşü, taşırsın zaman mekanizmasına, kötülükten yana her ne var ise yok edip tetik düşürsün insanlığın nişangahına.

 Ben senin her şeyine talip oldum, ne sunduysan bugüne dek pek çoğu hoş olmasa da kabülüm dür dedim. Çaresizliğin kuyusunda, kabuslarımın çarmıhında, vahşetin kan deryasında, ölümün amansız sunağında, uçsuz bucaksız çöl sıcağında, hiç dinmeyen tufanında artık kurtar beni, bitsin bu tutsaklık, bitsin bu sonu belirsiz yolculuk. İneceğim durak huzura dursun. Çile gah ın olan bedenime güzel bir son olsun. Ey Tabiat Ana! önüm olmasa da sonum gür olsun.

(9)

Oysa senin bizlere sunduğun her şeyin kerametini kendimizde sandık, aşırı kibirlendik aşırı derce de kendimizi beğendik, ayaklarımızı yerden kesildi, kendimizi kendimizden, kendimizi senden dışladık. Oysa değişmeyen tek kural, tek değer sendin, sadece sende mevcuttu hep verili olmak. Vakti gelmeden almak insana düştü, bütün değer ve erdemlerin bir, bir çökertildi. Geride kalan doymak bilmez fil gibi egolarına yenik düşen çok sayıda güruhu insan oldu.

Biz kaybedeli bizdeki seni, sendeki bizi, binlerce yıl oldu hiç düşünmeyeli. Sen ise, büyük bir sabır, inanç ve özveriyle bekleyip durdun hep yeniden öze dönüşmemizi. Özüne ters düşen varoluşuna ihanet edeceği gibi bir avuç zorbaya yapacağı köleliği de kendisine sunulan bir lütuf olarak görürmüş.

 Benim yorgunluğum sen değilsin, ben kendime yorgunum.

 Benim bezginliğim sen değilsin, ben kendime bezginim.

 Benim kırgınlığım sen değilsin, ben kendime kırgınım.

Kafam sana değil, kendimize bozuk.

 Biz kuruttuk coşkun akan ırmakları.

 Bizler yaktık bütün ormanları, bizler kıydık ağaçlara.

 Bizler sığamadık ne dağlara nede ovalara.

 Bizler kıydık bütün canlılara.

 Bizler kirlettik tüm güzellikleri ve doğayı.

 Ne doyduk verdiklerin le, nede doyurabildik birbirimizi verdiklerimizle.

Ne yetinmesini bildik payımıza düşürdüklerinle, nede yetinmesini bildiler bizden götürdükleriyle.

Dört yanımız yangın yeri, her yanımız zifiri zindan.

Kim yakacak bu meşaleyi, her yanımızda yılan çıyan.

(10)

Dünyanın derinliklerinden kopup gelen kükreyişleri iyi dinlemelisiniz. Bu kükreyişlerdir ki gelmekte olan bütün felaketlerin habercisi. Kendini her şeyin üstünde sayan sen, dur durabilirsen sana doğru gelen bütün yıkımların karşısında. Uçurumlardır lanetin öfkesini üstümüze kusan ve insan, insanların feryadından, acısından bana ne der. Çağırıyor beni insanlığın zamanı, darda kalan mıdır, yolda olan mıdır bilinmezliğin çıkmazında olan. Bilinmezliğin ötesi belirsizlik, belirsizliğin ötesi ölüm taşır avucunda. Kimin sofrasına sunar, kimin kucağına kor orasını kestiremeyiz.

Doğanın adaletini saymazsak, insanlarla alakalı iki adalet biçimi vardır. Biri zengine, diğeri fakire göre, biri zalime diğeri mazluma göre.

 Ezilene sunulan adalet metelik bile etmezken hakkaniyetliğin kefesinde. Diğeri ise metelikle ayakta tutar kendisini.

 Adalet mülke temel olacağına, mülk adalete hüküm eder olmuştur. Hal böyle iken, Adaletin terazisi neyi tartar, neyi tartmaz, neyi alır, neyi almaz, neyi kollar, neyi dışlar. Mülke temel olamayan Adalet tersten inşa edilmiş binaya benzer. Adaletin “A”sı hoştur da gerisi boştur. İnsanlığın kaderi bir avuç zorbanın dahlindeyken, adaletin kılıcı bir avuç zalimin elindeyken, adaletin hesabını nasıl neye göre yapabiliriz ki.

(11)

Zorbalıkla elde edilip, başarı olarak nitelendirilen, kanla kazanılan sözde zafer utanç kaynağı olarak nitelendirilip yâd edilmelidir. Oysa günümüzde kanla elde edilen kazanımları en çılgın kazanç olarak gören ve benimseyenler vardır. Bu en aşağılık çürüyüp, köhnemiş bir anlayış biçimi ve sadistçe bir duygudur. Hayvanlar bile böylesi bir kazanıma yeltenmezken, insanlar ise doymak bilmez hırslarının getirdiği vahşeti işlemekten zerrece perva etmezler.

Doğadaki en güçlü hayvanlar dahi, gücün bile bir noktaya kadar yarar sağladığını o noktadan sorasının ize zarar vereceğini algılayıp, aklın ve zekânın önünde boyun bükerler.

 Akıl ve zekâ en sağlıklı en zararsız kazanımların ön ayağıdır, başlangıcıdır.

 Zorbalık la elde edilecek olan kazanımların sonu karanlıktır, belirsizliktir.

 Kan ve gözyaşıyla beslenirler.

 Eti kemiği iliğine kadar sömürerek saltanatlarını devleştirirler.

 Savaşların kazanıma dönüşmesini yıkımla elde etmeye çalışırlar.

 Yersiz ve nedensiz savaş, kontrol süz kullanılan kaba güç, şereften yoksunluktur.

 Şerefte ki mevcut ağırlığı hissedip taşıyamayanlar şerefsizlik ten asla vaz geçmezler. Şeref ve ahlaktan uzak yaşamayı seçenler bela deryasında kıyıya çıkmayı ret ederler, böylesi bir tercih hakkını bile kendilerinde bulamazlar.

Kendini güvende hissedemeyenler, nasıl olurda çocuklarına güvenilir bir gelecek bırakabilirler ki.

 Kendi yarınlarını şekillendiremeyenler, çocuklarının yarınlarına nasıl yön belirleyici olabilirler ki.

 Kişi ilk önce kendisi, yani ben olmalı aksi halde çokta samimi ve inandırıcı olamaz zaten. İlerici mantıkla kurulamayan bir gelecek, sonun başlangıcı olur, güçlü bir usla şekillendirilemeyen gelecekteki çocuklarının ahvali en güçlü, en sağlam yürekleri bile yıldırır.

Dünya ve tabiat Ana ne bireysel, ne şahıslara, nede azınlıklara özel değil toplumsal bir bağlılık ve paylaşımcılık içerisinde yaşanmalıdır.

Sağlam atılan temeller geleceğin menzilini oluşturur. Kendisi hayatta olmasa bile oluşturduğu bu güvenli yolun çocuklarını ve yaşamlarını güvenilir yarınlara, engelsiz mesafelere, varacakları menzile taşıyacağını iyi bilir.

Yol meşakkatli, yol uzun, tükenmesin soluğu sabrınızın.

Unutulmamalı ki,

Kaygıdan uzak olan yaşam en güzel yaşamdır.

Özünden ayrı, toplumdan kopuk yaşayanların, Ahlaki değerleri de çöker.

Ahlaki değerlerini yitirenler, fitnelikten başka hiçbir şeyi düşünemezler.

İkiyüzlü riyakâr, cilalı, boyalı sahtekâr takımının arasında bulunmaktansa, dağdaki keçi çobanlarının arasında yaşamayı yeğlerim.

Şarlatanların sofrasında divan durmaktansa, insanlığın urganında salınmayı tercih ederim.

Oysa,

İyilik ve merhamet bu toprakları çoktan terk etti. Barış ve kardeşlik terimleri dilleri zehirler oldu.

Ne yazık ki,

Çorak topraklara terk edilmiş göçebelere döndük.

Her şey sahteleşip bozuldu, her şeyden, herkesten kaçar olduk.

Sizlere sesleniyorum.

İçinizde birikmiş olan tüm kötülükleri öldürün.

Unutmayın ki, sindirilmiş zaman katran gecelerin orospusu olur.

 Peki ya sindirilmiş insanlar.

***

Görsel: Parça Tesirli Baş Ağrısının Acısı (2012) – Agnes Cecile

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi141

Bunu paylaş: