Söyleşi: Aykan Özener

Bir arkeolog olarak Troia sizin için ne ifade ediyor?

Sözlü edebiyattan yazılı edebiyata geçişin ilk örneklerinden birisi olan İlyada’nın arkeologlar için önemi elbette büyüktür. Bugünkü edebiyatımızın bile temelinde o yatar. Kazılarda ortaya çıkarılan eserlerin çoğunda karşımıza çıkan tanrı ve tanrıça figürlerini oradan aldığımız bilgiler doğrultusunda tamamlıyoruz. Mitolojik sahnelerin yer aldığı birçok eseri oradan okuyoruz. Çünkü Hellenistik dünyayı ve onların dünyevi olaylara nasıl baktığını anlatan figürler bunların çoğu. Ancak bunları bugünkü Troia kenti örneği üzerinden okursak bir garip kalıyor. Troia ile İlyada destanını birlikte ele aldığımızda birçok şey eksik kalıyor. Troia kenti İlyada’da geçen kent mi? Yoksa bugün bulunan kent anlatılan Troia değil mi? Etrafında az da olsa şüpheler hala var.

Üst üste dokuz yerleşimden oluşan ilginç bir yerleşim Troia. Bu bile geçmişten beri ne kadar önemli bir yer olduğunun göstergesi. Arkeoloji eğitimimde beni en çok zorlayan yerlerden birisiydi. Hocalarımız, kent planını ezbere çizmemizi isterdi bizden. O kadar kasılmıştım ki; Çanakkale’ye geldikten ancak 8 yıl sonra görmeye gittim kenti. Diğer insanların yaşadığı şaşkınlığı ben de yaşamıştım. Karşımızda hiç alışık olmadığımız bir antik kent vardı. Hellenistik uygarlığın alışık olduğumuz hiçbir mimari parçasını görememek büyük bir hayal kırıklığıydı ilk başlarda. Çünkü çok küçük bir höyükle karşılaşıyorsunuz. Destan o kadar büyük ki, kent yanında küçücük kalıyor. Üstelik höyük kazıları hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Klasik Arkeoloji eğitimi almıştım. Ben Efes, Priene vb. kentlerde gördüğüm mimarileri çözümlemek temelli bir eğitim almıştım. İlk başlarda bu çok zorladı sanırım. Ancak sonrasında defalarca ziyaret ettim. Höyüğü sindirmeye başladıkça önemi çok arttı benim için. Üstelik destanın geçtiği katman 6. katmandır. M.Ö 1200’lere kadar uzanan bir tarihtir bahsi geçen savaş. Aka’ların güçlü olduğu yıllar yani. O yüzden hiçbir zaman çok rahat okunan bir kent olmadı benim için.

Arkeoloji tarihi ve uzamı açısından Troia antik kentinin anlamı nedir? Homeros’un yarattığı muazzam destanların antik kentin önüne geçtiği ya da onu gölgede bıraktığı söylenebilir mi?

İlk cevabımda biraz değinmeye çalıştığım gibi; evet destan antik kentin önüne geçmiştir. Gölgede bile bırakmıştır evet.

Homeros’tan devam edecek olursak, İlyada’da mutlak, Odesa’da ise dolaylı yoldan odak nokta olmayı sürdüren Troia’da anlatının ne kadarı tarihsel gerçeklere dayanıyor?

Troia savaşları üzerine birçok eser yazılmıştır. Ancak elimizde sadece Homeros’un İlyada ve Odesa’sı var. Diğerleri kayıptır.

Homeros savaşı kurgulamamıştır. Sözlü edebiyatın ürünü olan destanı sadece biçimlendirmiştir. O yüzden tam tarihler üzerinden konuşmamız imkânsızdır. Ancak M.Ö 1200’ler de Deniz Kavimleri Göçü yaşandığını biliyoruz. Akaların bu dönemde güçlenip boğazlar yoluyla Anadolu kıyılarına ufak yerleşimler kurduğunu da. Anadolu’nun o yıllardaki gerçek sahipleri olan Luviler ve Hititlerin bu göçler sırasında güçlerini kaybederek gerilediklerini biliyoruz.

İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı sonrası Mondros Ateşkes Anlaşması’nı “Agamemnon” zırhlısında imzalatmalarından yola çıkarak bir zihniyet olarak Batı’nın Troia’dan güdülenme amacının somutlaştığı görülüyor. Benzer bir durumu, Troia ile tarihsel/kültürel ortaklık gütmeyi Türkiye’de ya da bir zihniyet olarak Doğu’da sizce görebiliyor muyuz ya da hiç gördük mü?

Çanakkale Savaşlarında tarihi olayları ve sembolleri kullanmaya özen gösteren müttefikler tarihe bir gönderme olarak ilk mermiyi Agamemnon zırhlısına attırmışlardı. Bilindiği üzere Agamemnon Homeros’un İlyada destanında Truva’ya saldıran ve hile ile Troia’yı ele geçiren Yunan kralıdır. Müttefiklerde savaş boyunca, kendilerini İlyada destanının Troia’yı zapta gelen kadim Yunan ordusu ve tabii ki Türkleri de Troialı olarak görme fantezileri görülmüştür. Hatta bu durum Türk tarafını da etkilemişti. Yeni Mecmua‘da yayımlanan bir makalede bu münasebetle şöyle bir cümle vardır: “Troia bir hayaldi, Çanakkale gerçek!” Bu durum daha sonra da sürmüştü; 31 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi aynı Agamemnon zırhlısında imzalanmıştı.

18.yüzyıl sonunda sanayileşme sürecini tamamlayan batı ülkeleri, köklerini Hellen uygarlığına bağlamaya çalışır. Bunun izlerini Anadolu’ya gönderdikleri gezginlerden de sürebiliriz. Anadolu’dan topladıkları eserleri ülkelerine götürüp, bugünün önemli müzelerinin temellerini attılar. Helenizm etkisi 20. yüzyıl başlarına kadar devam eder. Sonrasında bu durum kendi aydınları tarafından bile tepki almıştır. Örneğin benim bildiğim bir kitap bu sorunu çok ciddi bir şekilde ele alır. (“Kara Atena” Martin Bernall)

Sorunun ikinci kısmına cevap verebilecek birikime sahip değilim. Ancak Fatih Sultan Mehmet’in Yunanistan seferine çıkacağı sırada Roma İmparatoru’nun karşında bizi bulursun demesine içerlediğini biliyorum.  Roma İmparatoruna bir mektup yazar. “Ne çabuk unuttun bizim kardeş olduğumuzu! Sen de bu toprakların çocuğusun” benzeri bir mektuptur bu. Aneas Destanı’nı okumuş Fatih. Roma’yı kuran Etrüksler Anadolu’dan gider ve ilerleyen zamanda Roma İmparatorluğuna dönüşür. Bu mektup bugün Topkapı Sarayı’ndadır.

Fotoğrafçı ve hatta bir arkeoloji fotoğrafçısı olarak, Troia’nın sizin sanatınızı somut ve soyut açılardan nasıl beslediğini öğrenebilir miyiz?

Çok zor bir soru. Nasıl etkilediğini veya etkileyip etkilemediğini gerçekten bilmiyorum. Ancak dolaylı yoldan mutlaka etkilemiş olsa gerek.

Aynı zamanda bir sinemacısınız ve sizce bugüne dek Troia’nın uyarlamaları arasında göze çarpan filmler ve sahneler hangileriydi? Destanların ve kentin sinemasal açıdan hak ettiği görsel anlatımlara ulaştığını düşünüyor musunuz?

Kendimi sinemacı olarak görmüyorum ama çok iyi bir sinema izleyicisi olduğumu söylemeliyim. Yine tam hakkını verebileceğimi düşünemediğim bir soru bu. Zira tarihi destanlardan yola çıkan filmleri pek izlemem. Sonuçta bu tür filmlerin şoven duyguları yeşertmek veya ulus bilinci yaratmak için çevrildiğini gördüm çok önceden. Ama Spartaküs gibi filmleri izlemişliğim vardır. İlginç gelecek, sanırım Çanakkale’de yaşadığım için Truva filmini izledim. Çorum versiyonunu izlemeyen kalmamıştır sanırım bu filmin. Bu gayet güzel bir cevap olacaktır sorunuza. Yani sözleri değiştirilmiş bir film nasıl da komik bir forma dönüşmüş değil mi? Çünkü sahneler klasik Hollywood soslu klişelerden oluşuyordu. Günümüzde sinema sektörü çok gelişti. Mekân kurulumlarını gerçekten güzel yapıyorlar. Bu konuda benim en beğendiğim film(dizi film) Roma İmparatorluğu’dur. Mekân, giysi vb. tasarımları gerçeğe çok yakındı.  Son dönemde bir de Vikingler’i çok başarılı buluyorum. Orada da klişeler var elbet ama en azından bugüne kadar haklarında pek bir şey bilmediğimiz Vikingler’i Arkeolojik buluntular ve antik kaynaklardan yola çıkarak gerçeklik duygusunu arttırmışlar. Neyse konumuza dönecek olursak;  Troia gibi yeri bugün bile tartışılabilen bir kenti, eldeki verilere göre iyi kotardıklarını düşünüyorum. Bizim bir de atımız var biliyorsunuz Çanakkale’de. Bu atı oldukça beğeniyorum. Süleyman Demirel tam tersini söylemişti. Bizim yerli at daha güzel diye. Ama filmden geriye kalan bugün kent merkezindeki at İlyada’da geçen konusuna çok uygundur. Akalar onu uzun yıllar süren savaş sonucunda yanan gemilerinden inşa ederler der Homeros.

Çanakkale halkının UNESCO Dünya Mirası Troia ile iletişimini ve etkileşimini yeterli buluyor musunuz? Arzu edilen ya da olması gereken alımlama/özümseme gerçekleşiyor mu?

Bu sorunuza net bir şekilde “Hayır” diyebilirim. İnanmayacaksınız Troia’yı görmeyen o kadar çok Çanakkale’li vardır ki şaşarsınız. Belki siz de rast gelmişsinizdir. Bundan birkaç yıl önce Uğur Dündar bir Çanakkale Savaşları özel programı yapmaya gelmişti. O zaman at daha yeni gelmişti kente. At hakkında sorular soruyorlardı halka. Atın gerçekten kazılarda bulunduğunu zannedenler mi ararsınız yoksa atın içinden Mehmetçiğin çıkıp Yunanlıları yendiğinden bahsedenler mi? Kentliye sorulan sorulardan birisi de Troia filmini izlediniz mi sorusuydu. Herkesin söylediği tek şey Brad Pitt filmi olmuştu. Bu yıl Troia Yılı ilan edilmişti biliyorsunuz. Valilik bu kapsamda yapacak etkinlik bulamıyordu az daha. Son anda çoğu zorlama bir sürü etkinlik bulup yaptılar. Yaratıcılık işleri bizde bir kabızlık halidir. Entelektüel insanla dalga geçen bir toplumuz malumunuz. Durum böyleyken, bir şeyler beklemekte tuhaf aslında.

Troia’dan çıkıp Anadolu’ya ve ötesine geçecek olursak, Aykan Özener’in sanatını önümüzdeki dönemlerde hangi çalışmalarda takip edebileceğiz?

Jean Baudrillard’ın Sanatın Komplosu adlı manifestosunu okuduktan sonra sanat olarak bakmaktan uzaklaştım yaptığım işe. Artık en büyük derdim belge bırakmak geriye. Çanakkale’de olduğum süreçte birçok foto-öykü gerçekleştirdim. Balıkçılar, roman mahallesi Fevzipaşa, Kazdağları, İmroz (zorunlu göç) vb. projelere imza attım. Şimdilerde sürdürülebilir yaşamın peşinde olan insanların hikâyesini bitirmeye çalışıyorum. Ardından geçen sene Ermenistan’da gerçekleştirdiğim çekimlerimi kurgulayıp bir öykü yaratmaya çalışacağım.

Bir de geçen sene uzun yıllar çalıştığım üniversiteden emekli oldum. Kendime Anadolu’da gerçekleştireceğim çalışmalarım için bir karavan yaptırdım. Eşimle birlikte “Unutulmuş Yollarda, Unutulmuş İnsanlarla” isimli bir blog kurduk. Burada hakkında kısmında yazdıklarımız ne yapmaya çalıştığımızı anlatıyor. Sizinle de paylaşayım;

Unutulmuş yollardan kastımız;

Yollar hepimizin bildiği gibi, kültürel etkileşim ağlarıdır. Ekonomik gelişim veya çöküşle önem kazanır, önem kaybeder. Tarihsel süreç boyunca birçok yol zaman içerisinde önemini yitirmiştir. Ona bağlı yaşamını sürdüren kent merkezleri de aynı kaderi paylaşmıştır. Unutulan yollar beraberinde, unutulmuş kentleri de bırakır arkasında. İşte biz, içinde yaşadığımız günden, o yıllardan kalan arkeolojik yerleşimlere gidip, izlenimlerimizi paylaşacağız sizinle. Amacımız 21. yüzyıla ulaşmış olan yerleşimleri kayıt altına almak ve okuyucuyla paylaşmaktır. Bu herkesin bildiği bir yer olduğu gibi, bilinmeyen veya çok az bilinen bir yerleşim de olabilir.

Unutulmuş insanlardan kastımız ise;

İçinde biraz politik bir dil barındıran bir şey aslında. Anadolu coğrafyasının bugünden bakarak sosyolojik, antropolojik ve etnoğrafik fotoğrafını çekip, fotoğraftakilerin kısa öykülerini sizlerle paylaşmayı ve gelecek yüzyılların araştırmacılarına kaynak bırakmayı amaçlamaktayız.

“bir yabancı genelde, misafir olduğu ocakta, ev sahibinin, belki de kendi dostlarından bile gizlediği, önemli sırları duyar.” Tocqueville

 

Takip etmek isteyenler için web adreslerimizi vereyim;

 

https://unutulmusyollarda.wordpress.com/

instagram adresimiz ise; unutulmusyollarda

Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben bu fırsatı tanıdığınız için çok teşekkür ederim.

 

Onur Keşaplı

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi132

Bunu paylaş: