Gezi: Beş Yıl Önce, Beş Yıl Sonra – Haldun Çubukçu

Gezi Parkı başkaldırısıyla tetiklenen Haziran Direnişi beş yılı geride bırakırken günümüzden bakıldığında beş yıl öncesi bugün tam olarak ne ifade ediyor, neye karşılık geliyor ve sizce gelecekte nasıl bir konuma erişecek?

“Gezi Parkı” yanlış ifade. Ben de yanlışımın düzeltilmesini o günlerde Seyyit Nezir’e borçluyum. Cumhuriyet’in henüz taşlaşmaya başlamadığı o dönemde ‘yabancı’ park kavramına karşı “gezi” terimi yeğlenmişti. Taksim Gezisi’ydi doğrusu. Ve hatta “millet bahçeleri” de o zamandan kalmadır.

Asıl bağlamımıza gelirsek; gezi nedenselliği içinde onun imlediği şeyleri kat be kat aşan Cumhuriyetçi bir refleks, itiraz ve isyan söz konusuydu, onun için de Gezi ile sınırlamak yerine Büyük Haziran Ayaklanması’ndan ya da direnişinden bahsetmek, öyle nitelemek daha doğrudur.

Neye karşılık geliyordu bu ayaklanma?

Çok net biçimde, Cumhuriyet’i özleme ve sahiplenme duygusuna karşılık geliyordu, laiklik talebine, demokrasi özlemine…

Diyorum ya, başlangıçtaki dürtü, etmen her ne idiyse de, velev ki “yeşil sahiplenmesi” olarak eko politik bir itirazdan başlasın onu çok çok aşmış, Türkiye’nin başlıca metropollerinde büyük kitle isyanına dönüşmüştür. Başlangıçta – bahçeli tarafından sokaklardan çekilmeden önce Ülkücülerin katılımı, örneğin Ankara’nın Gazi mahallesinin ayaklanışındaki rolleri, Fenerbahçe ve Beşiktaş başta olmak üzere büyük kulüplerin taraftar kitleleri,  yani kentlileşmiş kitleler, burjuva demokratik – güncel karşılığı ise Cumhuriyet devrimi- özlem ve bilinçlerinde önderliksiz, örgütsüz, kendiliğinden devrimci bir halk hareketiyle ayaklandılar.

Somut bir askeri destek alınsaydı, iş nereye giderdi; bir spekülasyon konusu ve zihin jimnastiği sorusu olarak dursun.

Tarihe çok önemli bir kayıt düşelim: Olmayan tek sınıf, işçi sınıfı idi. İşçi sınıfı Türkiye’de de dünyadaki hayat dışı kalmışlığını bir kez daha göstermiş oldu. Bu da başlı başına bir çözümleme ve tartışma konusu olarak dikkatlere sunulmalı derim.

Gezi ve Haziran deneyimi beş yıl önce alanlarda olan muhalif odaklar açısından olumlu-olumsuz ne gibi sonuçlar doğurdu? Eleştiri ve özeleştiriyi gözeterek geleceğe yönelik sistem karşıtı fikir ve eylem inşasında bu döneme nasıl başvurulmalı, Gezi’den nasıl faydalanmalı?

Gezi ya da Haziran Ayaklanması artık tarihin ve anıların konusudur. Sadece bir tek kalıcı ders çıkarmak mümkündür: Hiç beklenilmeyen anda, en umutsuz zamanlarda kitleler ayağa kalkabilir ve o devrimci kitle artık devrimci burjuvazidir.

Ancak o ayaklanmanın bütün radikalliği, özlemleri bizzat yine aynı kitlenin politik adresi CHP tarafından en fırsatçı biçimde berhava ediliyor ve içerikler boşaltılıyor. Uzlaşma “kültürü” içinde gereklilik, idare-i maslahatçılıkla sönümlendiriliyor. En olumsuz olay bu, beş yıl sonra.

“Gezi Sanatı” ve “Gezi Mizahı” gibi tanımların bir somutluğu var mı? Varsa günümüzde geçerli mi, geçerli olmalı mı? Gezi’yi romantikleştirmenin tehlikeleri ve getirileri nelerdir?

Elbette sanat için esin kaynağı olan her kitle olayı (ya da her olay) eğer gezi türü bir özgünlüğe sahipse başka bir fırsat / esin matrisinde değerlendirilebilir.

Fırsatçı karalamaları bir yana bırakırsak bu sürecin romanı, oyunu, senaryoları yazılmış mıdır? Filmleri çekilmiş midir?  Ya da balesi, müzikali, şarkısı, türküsü var mıdır?

Öyleyse ya sanatçı birikimimiz yetersizdir, çapsızdır; ya da kitlenin Haziran Ayaklanması temelli sanat talebi. Bence ikisi birden ve ama daha çok ikincisi.

Onun için Gezi’yi romantikleştirmenin de hiçbir sakıncası yoktur.

Geçmişte oldu bitti ve asla bir daha yinelenemez.

Kendi adıma bir müzikal metni çalışması içindeyim, romantikleştirmeye özen gösteriyorum; sanırım şiirini yitiren bir toplumda diyalektik ve tarihsel materyalizmin kılavuzluğundaki metinler o romantizm sayesinde etki gücü bulabilirler ancak.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi126

Bunu paylaş: