Gezi: Beş Yıl Önce, Beş Yıl Sonra – Kaan Arslanoğlu

Gezi Parkı başkaldırısıyla tetiklenen Haziran Direnişi beş yılı geride bırakırken günümüzden bakıldığında beş yıl öncesi bugün tam olarak ne ifade ediyor, neye karşılık geliyor ve sizce gelecekte nasıl bir konuma erişecek?

Gezi ya da Haziran Direnişi o günlerde ve izleyen aylarda herkes gibi bende de coşku ve umut yaratmıştı. Ne var ki çekinceli bir coşku ve umuttu bendeki. Geziye katılan her kanattan muhalif kitlenin belli bir niteliği, düzeyi vardı. On yıllarca toplumsal hareketlerin içinde yer almış ve onları izlemiş, incelemiş biri olarak, katılan kitlenin ortalamasını biliyordum, katılan grupların düzeyini de… Gezi öncesi her bakımdan durum hiç parlak değildi. Bilinç düzeyi açısından, siyasi kavrayış açısından, hatta özveri ve cesaret açısından. Bunları tek tek irdelemek uzun konu. Ne var ki Gezi hareketi çok olumlu bir hareketti pek çok bakımdan. Bir sıçramaydı her açıdan. Sonu sönük bitti. Aynı düzey ve siyasi kavrayış eksikliğinden. Yine de sonraki aylarda düşük olasılık da olsa bu sıçramanın ardıllarını beklemek gerçekçiydi. Yüksek olasılık gerçekleşti ve Gezi’ye katılan kitle ve gruplar, öncesindeki hallerine geri döndüler. Bu bakımdan Gezi’yi güzel bir düş olarak görüyorum bugünden baktığımda. Tekrar, daha iyisi gerçekleşebilecek bir düş. Ama yine de düş. Başka deyişle Gezi’ye önemli bir anlam yüklemiyorum. Gezi’ye katılan gruplar (hemen hepsi) de siyasi söylemlerindeki her zamanki yalan yanlış sallamaları ve ajitasyonları dışında, Gezi’ye gerçek bir ciddiyet yüklemiyorlar. Eğer yükleseler Gezi’deki, o bir aylık dönemdeki siyasi duruşa özlem duyarlar, ona yaklaşmaya çalışırlardı. Oysa hepsi Gezi öncesi duruşlarına geri döndüler üç-beş ay içinde. Kürtçü olan Kürtçülüğe, Kürtçü yardakçısı Kürtçü yardakçılığına, fanatik ulusalcı fanatik ulusalcılığa, küçük fırsatçı komünist küçük fırsatçı komünistliğine… Gezi gelecekte de o kısa dönemli olumlu ruhundan geriye pek az iz bırakacak…

Gezi ve Haziran deneyimi beş yıl önce alanlarda olan muhalif odaklar açısından olumlu-olumsuz ne gibi sonuçlar doğurdu? Eleştiri ve özeleştiriyi gözeterek geleceğe yönelik sistem karşıtı fikir ve eylem inşasında bu döneme nasıl başvurulmalı, Gezi’den nasıl faydalanmalı?

İlk soruda epeyce anlatmaya çalıştım. Bu hareket kendiliğinden ve bağımsız bir kitlesel hareketti. Siyasi kişi ve gruplar katıldılar, katkıda bulundular, gelişmesini sağladılar. Ama ne motor güç örgütlü siyasi yapılardı, ne de önder güç. O dönem gereği gibi bu kitlesel hareketi yönlendiremeyen gruplar, ateş söndükten sonra zaten bundan hiçbir güzel şey çıkaramaz. Nitekim çıkaramadılar. Çıkarmaları da bu yapıları ve bu bakışları ile mümkün değil. Bunu anlatmak da uzun konu. Sayfalarca hatta kitaplarca anlattık. Biz gerçeği yazıyoruz. Ne varsa, ne görüyorsak, ne oluyorsa onu yazıyoruz. Nedenlere inmeye çalışıyoruz. Ondan, bundan, benden, kitleden, Gezi’den… Hiçbir şeyden olumlu etkilenmez bu siyasi yapılar. Olmayacak şeyler hakkında, 38 yıldır hiçbir izi görülmemiş şeyler hakkında konuşmayalım.

“Gezi Sanatı” ve “Gezi Mizahı” gibi tanımların bir somutluğu var mı? Varsa günümüzde geçerli mi, geçerli olmalı mı? Gezi’yi romantikleştirmenin tehlikeleri ve getirileri nelerdir?

Gezi’nin pek çok olumlu yönü vardı ve pek çok solcuda muhalifte (ben dâhil) hoş duygular ve coşku yaratmıştı demiştik. Olumsuz nitelikliklerinin en önemlisi anti-kapitalist, düzen karşıtı bir hareket olmamasıydı. Bir diğeri katılan önemli sayıda yoksula karşı yoksullardan yana, yoksul yandaşı bir hareket olmamasıydı. Daha çok bir öfke patlamasıydı. İktidarın görülmemiş küstahlığına ve kışkırtmalarına karşı bir patlama. Biraz da yaşam biçimi savunusu, başkaldırısıydı. Bu yönlerine de saygı duymak lazım ama bu bizim geleneksel solun bildiği tarzda gerçek bir başkaldırı değildi. Üretimi hiç değilse tüketimi durdurma anlamında pek zayıftı. İş yerlerine, semtlere dayanma anlamında zayıftı. İktidar bu anlamda önce ne oluyoruz, dedi; korktu, sonra korkusu yatıştı. Niye? Direnişin bu derin niteliği zayıf olduğu için. Sonra da zaten iş tavsadı ve söndü.

O günlerdeki heyecan içinde birçok kişi gibi ben de o duvar yazılarına, resimlere, hareket içindeki Gezi sanatına hayranlık duydum. Birçokları gibi ben de övdüm. Muhalefet orantısız zekâ kullanıyor falan… Ben de dedim. Ama şimdi baktığımda belli bir nitelik ve düzeyden kaynaklanmayan toplumsal hareket içindeki zekâ çakmaları, kıvılcımları olarak görüyorum. Bundan bir nane çıkmazdı, üç beş ay içinde gerçeği tam anladım, nitekim hiçbir şey çıkmadı. Şu anda sol ve muhalif kesimlerin siyasi kavrayışı ne kadar ilkelse, sanata kültüre bakışları da o ölçüde geri. Hatta Gezi’den de daha kötü durum.

İnsanların ne okuduğuna bakmak gerek. Fransız Devrimi, Ekim Devrimi veya Türkiye’de kurtuluş devrimini yapan kadrolar devrim öncesi ne okuyorlardı? Ne okuyorlarsa devrimleri de öyle olmuştu. Gezi’yi yaratan kitle ve kadrolar Gezi öncesi ne okuyorlardı? Ne okuyorlarsa veya ne okumuyorlarsa Gezi de öyle oldu ve sonrası da öyle olacaktır.

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi126

Bunu paylaş: