Başarının Cezası: Devrim Arabaları – Deniz Eren

Başarının Cezası: Devrim Arabaları*

“Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler kalıcı olamaz, az zamanda söner. Bu sebeple en kuvvetli, en parlak zaferlerimizin daha temin edebileceği faydalı sonuçları temin etmek için iktisadiyatımızın, iktisadi egemenliğimizin sağlanması, kuvvetlendirilmesi zorunludur… Yeni Türkiyemizi layık olduğu mertebeye çıkarmak için vakit geçirmeden iktisadiyatımıza önem vermek zorundayız”.

Cumhuriyet ilan edilmeden önce Türkiye İktisat Kongresi’nde Mustafa Kemal‘in “iktisadiyatımıza önem vermek zorundayız” derken vurgulamak istediği “sanayileşme” idi ve ekonomik gelişme olmadan sanayileşme düşünülemezdi. Ülkenin kalkınması açısından sanayinin önemini vurgulayan Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in ilanıyla ekonomi alanında yaptığı gelişmelere hız vermiş ve 1924 yılında Türkiye İş Bankası’nın kurulmasıyla başlanan çalışmalar 1937 yılında Etibank önderliğinde ilk demir çelik fabrikasının Karabük’te açılmasıyla son bulmuştur.  On beş yıl içerisinde ekonomi alanında yapılan inkılaplar Türkiye’yi kendi kendine yeten dışa bağımlı olmayan bir ülke haline getirmiştir. Dönemin teknolojik gelişimini göz önüne alarak düşündüğümüzde Cumhuriyet’in ilk yıllarının büyük bir başarı abidesi olarak tarihteki yerini aldığını söyleyebiliriz. Bitap düşmüş bir milleti yoktan var eden devrimcinin, yaptığı çalışmalara eleştiri getirenler hangi teknolojik ve ekonomik gelişmeye imza attılar? Ülkeleri için (köprü ve yol dışında) ne yaptılar? Muhalif kesimin bu tür sorular sorup cevapların gerçekliği üzerine düşünmesi ve özeleştiri yapması gerekir.

14 Mayıs 1950’de yapılan seçimle başa gelen ve 27 yıllık tek parti iktidarını sonlandırarak yeni bir tek parti iktidarı başlatan Adnan Menderes önderliğindeki Demokrat Parti döneminde, uçak ve uçak motoru fabrikaları, Eskişehir tank fabrikası ve Kırıkkale silah fabrikası NATO standartlarına uymadıkları gerekçisiyle kapatılmıştır. Diğer yandan ilk dış borcun İmf’ den alınmasıyla dışa bağımlı bir ekonomi haline gelişimizin ilk adımlarının bu dönemde atıldığını söylemek yanlış olmaz.  Eğitim, kültür, spor, ekonomi gibi birçok alanda birbirine bağlı olan ve ülkeye destek sağlayan Köy Enstitülerinin ve Halk Evlerinin kapatılması Demokrat Parti’nin kendi içinde çelişkiye düştüğünün göstergelerinden biridir.  NATO’ya üye olarak Soğuk Savaşta batı bloğuna yanaşan ülkemiz ABD’den gelen yardımları kabul ederek bu durumu perçinlemesi kapitalist sistemin ülkede kök salmasına neden olmuştur. Menderes hükümeti zamanında gerçekleşen bir takım olaylar tarihin tekerrürden ibaret olduğunu doğrular nitelikte. Şöyle ki toprak reformunun engellenip ABD’nin kendi ihtiyaç fazlası ürünlerini ülkemize verip çiftçi ekonomisinin sarsılmasıyla günümüzde yabancı ülkelerden bir takım hayvan ve tarım ürünü ithal almamızın bir olduğu gerçeği diğer yandan 200 tane gazetecinin tutuklanarak sansür olaylarının yaşanması ve günümüzde alenen ortada olan sansür olayları kralın günümüzde olduğu gibi o zaman da çıplak olduğunu gözler önüne seriyor.

Uygulanan yanlış politikalar takvim 27 Mayıs’ı gösterdiğinde askerin yönetime el koymasıyla son bulmuştur. Ülkemizde darbeler sürecini de açan 27 Mayıs iyi midir yoksa kötü müdür tartışması zaman zaman yinelense de sonraki askeri müdahalelere kıyasla ilerici sonuçlar doğurduğu ortadadır. Buna en büyük örnek olarak Atatürk döneminden sonra ilk yerli üretimin müdahalenin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in talimatıyla tasarlanan ve üretilen otomobili gösterebiliriz. Başka bir örnek verecek olursak DP döneminde yasaklanarak kütüphanelerden kaldırılan Rus yazarların ve Nazım Hikmet’in eserleri 60 döneminde yeniden basında yer alabilmiştir. “Diğer darbelerin aksine 27 Mayıs’çılar iktidarı en kısa sürede bırakmayı hedeflemişlerdir ve anayasa yapma işini bu işi bilenlere bırakmanın yanında kurucu meclise gayri Müslim yurttaşlarımız, işçi ve köylüler dâhil toplumun tüm kesimlerini davet etmişlerdir. Bu toprakların gördüğü tartışmasız en demokratik, en özgürlükçü ve en çağdaş anayasayı Cumhuriyetimize kazandıran ne ilginçtir ki askerler olmuştur(elbette 61 Anayasası’nı oluşturan metnin 1959’da CHP’nin yayınladığı “İlk Hedefler Beyannamesi”yle neredeyse aynı olduğunu hatırlamak gerekir).”

Diğer yandan her ne kadar ilerici bir müdahake olarak karşımıza çıksa da Mendereslerin idamı ile artılarını gölgede bırakarak 27 Mayıs kötüdür vurgusunun baskın hale gelmesinin önünü açmıştır. Yakın tarihimiz açısından önemli kırılmaları ve hala tartışılmakta olan başlıkları belirlemesi anlamında dikkat çeken böylesi kritik bir dönemin sinemada konu edinildiği çalışma sayısı ise yok denecek kadar azdır. Tolga Örnek’in 2008 yapımı Devrim Arabaları filmi ise bu konuda dikkate değer bir yapıt olarak dikkat çekmektedir.

“Atatürk Belgeseli”, “Fenerbahçe Spor Kulübü Belgeseli”, “Tanrıların Tahtı Nemrut” , “Hititler” ve “Gelibolu” ile beş adet belgesele imza atan Örnek’in ilk uzun metraj filminin belgeci bir yaklaşımın öne çıktığı Devrim Arabaları olması şaşırtıcı değildir. Şöyle ki Gelibolu adlı belgeselini kendi deyimiyle “Bizim bu filmi yaparken göstermek istediğimiz cephede yaşananları, koşullan bilinmeyenleriyle ortaya koymaktı. Türklerin Türkleri methetmesine son verdik. İstedik ki, cephede düşman olanlar övsün Türkleri, onlar anlatsınlar nasıl gördüklerini.” bu şekilde açıklamıştır. Gelibolu belgeselinde Türk cephesinden çok düşman cephesine odaklanan Örnek klişelerden kaçarak yapılmayana imza atmıştır. Tarihin tozlu sayfalarında yer alan ve göz ardı edilen gerçekleri seyircinin önüne sunmaya çalışan Örnek, Gelibolu’dan hemen sonra çektiği Devrim Arabaları’yla da görmezden gelinen gerçekleri seyirciye göstermeye çalışmıştır.

Film, 1961 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in 130 gün içerisinde tasarlanıp, üretilmesi emrini verdiği ilk yerli otomobil Devrim’in hikâyesini anlatmaktadır. Devrim Arabalarına inanmayarak atılan gazete manşetleriyle başlayıp ülke kalkınması için tek yolun yerel üretim ve sanayileşmeden geçtiğini söyleyen Cemal Gürsel’in konuşmasıyla devam eden film, belgeseli andıran bir başlangıç yapıyor. İlk sahnede belgeselci yönünü ön plana çıkartmaya çalışan Örnek’in izleyicinin ilgisini çekerek hikâyeye adapte olmalarını sağlamak için bu yolu seçtiğini söyleyebiliriz.

Dikkat çeken konusu dışında sanat yönetimi ve oyunculuklarıyla da büyük beğeni toplayan film, sürükleyiciliğiyle izleyicisine adeta bir roman okur hissi yaşatmıştır. Usta oyuncuların yer aldığı film de yerli otomobil fikrine inanan (Taner Birsel) Gündüz ve (Serhat Tutumluer) İhsan TCDD çalışan deneyimli mühendisler olarak karşımıza çıkmaktadır. Gündüz’ün başkanlığında 23 kişiden oluşan ekip “Türk insanının makûs talihine karşı bir meydan okuma” düşüncesiyle Eskişehir, TCDD’nin Cer atölyesinde  bir araya gelirler. Cumhuriyet Bayramına kadar yetişmesi gereken otomobil için büyük bir özveriyle çalışan ekip birçok sahnede asıl meselenin inanmaktan ve disiplinden geçtiğini izleyiciye göstermektedir. Devrim Arabaları’nın, stüdyo dışında otomobillerin gerçekten yapıldığı Eskişehir Cer atölyesinde gerçekleşen çekimleri ve son sahnede bunun dile getirilmesi filmin inandırıcılığının artmasına neden olmuştur. Filmin son dakikalarında, müziğin hızlanmasıyla giderek artan ritim ve iki farklı canlandırmayla karşımıza çıkan Necip karakteri akışa dramatik bir etki sağlamıştır. Diğer yandan filmin dönemin siyasi duruşundan uzak bir tavır sergilemesi filmi gerçeklikten uzaklaştırıp popüler bir kimlik kazanmasına yol açmıştır. Kimi noktalarda gişe yapmak için çekildiği hissine kapıldığım filmde sadece Necip ve Gündüz’ün ailelerini görmemiz bu hisse kapılmamın küçük bir örneğidir. Deyim yerindeyse aile kavramının emanet gibi durması kimi noktalarda filmin sürükleyiciliğini etkilemiştir. Belgesel tadındaki filmde yönetmenin olay örgüsünü 48 yıl aradan sonra Necip’in Devrimi ziyaret etmesiyle bağlaması, filmin belki de en etkileyici sahnesini oluşturuyor. Film müziklerinin yerinde kullanıldığını söylemek mümkün. Özellikle otomobilin test edildiği sahnede arkada çalan fon müziği filmdeki heyecanı seyirciye algılatıyor.

Yerli otomobil fikrini halkın gözünde küçük düşürmeye çalışan medyanın yanı sıra Devrim için ayrılan bütçeyi çok gören bürokratların her fırsatta hayal ürünü olduğunu dile getirmesi ve ABD’den gelen yardım komiserleriyle projenin engellemeye çalışılması bana İsmet İnönü’nün “ Hiç bir ülke yoktur ki kendi içinde bizim ki kadar hain yetiştirebilsin.” sözünü hatırlattı. Yönetmenin film boyunca başarılı bir şekilde göstermiş olduğu bu olaylar Devrim projesine yeterince inanmayışımızın altını çizmektedir. Her ne kadar başarısız olmuş gibi gösterilse de büyük bir özveri sonucu tasarlanan Devrim Arabaları Türkiye’de her başarının bir cezası vardır sözünü suratımıza çarpıyor. Özellikle (Selçuk Yöntem) Latif karakterinin işin neden engellenmeye çalışıldığını arkadaşlarıyla yaptığı konuşmada “Biz 1955 yılında 182 tane tayyare ürettik Hollandalılar bizden 30 tane istediler ve biz bir sebepten dolayı vermedik.” Şeklindeki açıklaması olayı özetler niteliktedir. Ülkeye yarar sağlayacak bir olayın sırf bir kesimin işine gelmiyor diye iptal edilmesi ne kadar adildir? Ya da bizler bize yarar sağlayacak bir şey karşısında neden örgütlenmiyoruz? Mühendisler on yıllar önce olanlar karşısında susmuş olmasalardı şuan bir şeyler daha farklı olabilirdi belki… Filmin inandırıcılığının ve etkisinin artması açısından film sonunda verilen bilgilerin yanı sıra mühendislerin görüşlerine yer verilmesini isterdim.

Son olarak ise “Türkiye neden gelişmiyor” söylemine karşı filmde duyduğumuz “asıl devrimi beyinlerde yapmalıyız” repliği bu söyleme cevap niteliği taşıyor. Toplum olarak asıl devrimi beynimizde gerçekleştirip kendi çıkarımızı göz ardı ettiğimiz zaman emin olun birçok engeli aşmış olacağız.

Kaynakça:

Onur Keşaplı – 27 Mayıs ve Sinema – Azizm Sanat E-Dergi Mayıs 2010

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi114

Bunu paylaş: