Yokedici’yi Yok Etmek: Terminator Genisys – Onur Keşaplı

Yokedici’yi Yok Etmek: Terminator Genisys*

İlk filmin üzerinden otuz yılı aşkın zaman geçmiş olmasına karşın popüler kültürdeki yerini koruyan ve beraberinde on yıllar öncesinden kült mertebesine erişmiş, küresel ölçekli sayılabilecek görüngü Yokedici (Terminator) serisinin beşinci filmi geçtiğimiz ay izleyiciyle buluştu. Eleştirmenler ve hayranlar nezdinde karışık duygulara sebebiyet veren Yokedici Genisys, James Cameron’un yazıp yönettiği 1984 yapımı Yokedici ve 1991 yapımı Yokedici: Kıyamet Günü gibi bilim kurgu – macera türünde sinema tarihinin iki başyapıtından sonra Cameron’dan bağımsız çekilen üçüncü devam filmi. Serinin üçüncü ve dördüncü filmine göre daha nitelikli ve sadık duran, bu noktada Cameron’un da övgüsünü alan filmin salt olumsuz duygular yaratmamasını Yokedici Genisys’in neredeyse eşit orandaki olumlu ve olumsuz hamleleri sağlıyor. Filme yönelmeden önce seriyi ilk iki filmle özel kılan detayları ve devamındaki iki filmle Yokedici’ye dair nelerin yok edilmeye başlandığını hatırlayalım.

Soğuk Savaş’ın son döneminde nükleer yıkım tehdidinin günümüze göre daha sıcak olduğu yıllarda, tekno-fobiden beslenerek yazılan Yokedici, ABD ordusunun füze sistemleri başta olmak üzere komuta kademesini Skynet adlı bir bilgisayar programına teslim etmesinin ardından sistemin kendi bilincine vararak tüm dünyayı nükleer bombalarda yok ettiği bir geleceği tasvir ediyor. Kıyamet Günü sonrası hayatta kalan insanlar ise Skynet’in ürettiği insanımsı robotlar tarafından avlanıyor. Savaşın ilerleyen yıllarında direnişi örgütleyen John Connor, durumu insanlığın lehine çevirerek Skynet’i mağlup etmeyi neredeyse başarıyor. Bu noktada Skynet, savaşın seyrini değiştiren etmenin Connor’un varlığı olduğunu görerek ürettiği zaman makinasıyla 1984 yılına T800 modeli bir yokedici göndererek direnişin liderini daha doğmadan yok etmek amacıyla annesi Sarah Connor’u öldürmeye çalışıyor. Zamanlar arası tehdidin farkına varan John da annesini koruması için savaşçılarından Kyle Reese’i geçmişe yolluyor. Benzer bir senaryonun işlediği ikinci filmde de bu kez John’u çocukken öldürmeye teşebbüs eden Skynet, imha edilmesi pek de mümkün olmayan T1000 modelini geçmişe yollarken Connor da kendi çocukluğunu koruması için yeniden programladığı T800 modeli bir yok ediciyi görevlendiriyor. Dönemi için yaratıcı bir içeriği barındıran serinin en büyük akılcılığı, tek başına yeterince dikkat çekici olacak olan gelecekteki savaşı ele almak yerine onu arka fonda bırakıp savaşı günümüze taşıması. Arnold Schwarzenegger’in doğuştan getirdiği “yokedici” görünümden faydalanan Cameron, usta işi diyaloglar ve güçlü oyuncu yönetimiyle Arnold gibi oyunculuktan uzak bir ünlüden korkutucu ve de duygusal bir karakter yaratmayı başarıyor. Nükleer savaş karşısında insanlıktan ve varoluştan yana tavır alan seri, her ne kadar tekno-fobi gibi Hollywood muhafazakârlığının sevdiği bir alt metinle ilerlemiş bir de üstüne John Connor’un ilk babasının asla bilinmemesinden doğan İsa Mesih göndermeleri yapmış olsa da “insanların kendi yaptıklarından başka kader yoktur” cümlesini sloganlaştırmasıyla nispeten laik bir tavra sahipti. James Cameron’un kendince noktaladığı seriye*, ikinci filmden 12 yıl sonra Yokedici: Makinaların Yükselişi adlı düpedüz para kokan devam filmiyle 2003 yılında ilk hasarı verildi. İlk iki filmin parodisi olarak da görülebilecek sahne ve diyalogların ötesinde üçüncü filmin seriye vurduğu en büyük darbe “kader kaçınılmazdır” önermesi oluyordu. Büyük oranda yapımcılar ve Arnold’un zorlamasıyla kotarılan ve seriyi üçlemeye çeviren bu filmin ardından 2009 yılında yeni bir üçlemenin ilk halkası olarak sunulan Yokedici: Kurtuluş izleyiciyle buluştu. İlk kez gelecekteki savaş yıllarında geçen film, senaryosundaki muazzam defoların ve genel olarak mantık hatalarının dışında akılda kalıcı bir bilim kurgusal alt yapı inşa edemeyerek üçüncü filmden daha iyi olmasına karşın serinin düşününü engelleyemedi. İlk iki filme göre oldukça düşük kalan devam filmlerinin gelişi düşünüldüğünde ister istemez James Cameron’un ikinci film için çekip son anda kurguda vazgeçtiği kapanış sahnesi akla geliyor. 1991 yapımı Yokedici: Kıyamet Günü boyunca anlatıcı olarak dinlediğimiz Sarah Connor, filmin son anda çıkarılan sonunda Skynet’in ve elbette yıkımın yaşanmadığı bir gelecekte, yaşlı haliyle parkta oğlu John’un torunuyla oynamasını izlerken ses kaydını tamamlıyor (https://www.youtube.com/watch?v=JgUsMkbipQQ). Bu sahnenin mutlaklığının filmin kader karşıtı konumlanışını zedeleyeceğini düşünen yönetmen, “insanlığa güven olmaz” dürtüsüyle hareket ederek filmin sonunu gece ilerleyen araba ve Sarah Connor’un geleceğe dair belirsizlik içermekle birlikte umut taşıyan sözleriyle noktalıyor.

Sinematografik açıdan oldukça güçlü ve serinin ruhu düşünüldüğünde daha doğru olan bu tercihin paraya doymak bilmeyenlerce iğdiş edileceği bilinse yine de bu seçim yapılır mıydı bilinmez ancak 2015 yapımı Yokedici: Genesys‘in tıpkı önceki iki film gibi bu boşluk sayesinde var olabilen bir film olduğunu bilmekte fayda var. Gelecekteki savaşta insanlığın galibiyeti sonrası Skynet’in Sarah Connor’u öldürmek için 1984’e yokediciyi göndermesiyle başlayan film, Kyle Reese’in aynı yıla dönüşü ile ilk filmin benzer hatta kimi zaman aynı sahneleriyle ilerlerken bir anda keskin bir dönüş yaparak ilk iki filmden bildiğimiz geçmişin artık mevcut olmadığını, geçmişin ve beraberinde geleceğin yeniden yazılmakta olduğunu gösteriyor. 2029’dan 1984’e, oradan 2017 geçen film, Skynet’in önceki filmlerdeki olaylardan ders çıkardığını ve beklenmedik bir hamleyle Kıyamet Günü’nü ve devamında gelecek zaferi kesinleştirmek adına, artık yalnızca dev makinalarla değil daha akılcı bir yazılım olan Genisys programı aracılığıyla yeni bir planı olduğuna seyirciyi ikna ediyor. Bu program doğrultusunda John Connor’un ele geçirilip adeta nano teknolojik bir insanımsı robota dönüştürülmesi ve filmin kötü adamı halini alması ise Yokedici serisindeki en radikal dönüşüm. Ciddi bir risk alarak yola koyulan film bu gibi radikal hamlelerin yanı sıra ilk iki filme saygı duruşunun da ötesine geçmeyi başaran ilk yarım saatiyle bilim kurgu-macera türünde serinin hak ettiği dokunuşu geri getirirken hayranların soluksuz izleyeceği sahneler ortaya koyuyor. Arnold’un bir kez daha canlandırdığı T800 ise filmin mizahi tonunu başarıyla sırtlıyor. Bununla birlikte “kendi yaptığımızdan başka kader yoktur” çağrısına geri dönerek Kıyamet Günü’nü reddeden senaryonun, çağa ayak uydurarak sosyal medya odaklı her an ve her yerde çevrimiçi olmamızı sağlayan bir yazılım ile gerilimi tırmandırması akılcı bir yenilik.

Ancak tam da bu yenilik sebebiyle beşinci film ortalama izleyiciyle kalıcı bağ kurabilmekten uzaklaşıyor. İlk iki filmin kıyamet senaryosu olan nükleer tehdit gerçek anlamda insanlığı korkutmaktayken, sosyal ağların yaşamımızı sarıp sarmalaması günümüz insanı için bir tehdit olmaktan öte bir ayrıcalık olarak sunuluyor ve özümseniyor. Filmin tehdit olgusu olarak sunduğu kesintisiz ortak ağ sistemi hali hazırda insanların sabırsızlıkla beklediği bir sonraki yazılım hamlesi olarak önümüzde bekliyor. Farklı bir derdi olmasına karşın benzer bir akıbeti yaşayan Truman Show filminin 1998 yılında “sürekli gözetleniyoruz, simülasyon bir hayat sürüyoruz” önermesiyle olumsuzladığı gelişmelerin takip eden yıllarda çoğunluk tarafından büyük bir coşkuyla kucaklanması gibi Yokedici Genisys’in sunduğu korku öğeleri zaten kabullenilmiş ve sevilir durumda. Filmin risk alan ve yenilikçi kurmacası ile bağdaşmayan senaryo boşlukları ise gözden kaçmayacak kadar heybetli. Sarah Connor’un çocukluğunda onu korumak adına gönderilen T800’ü kim geçmişe gönderdi? Skynet zaman makinasıyla son hamlesini yaparken ve John Connor bunu yeni öğrenirken ilk iki filmde olup bitenleri nasıl biliyordu? Dahası Skynet bunları daha olmadan biliyor ise niçin başarısızlığı bildiği halde 1984’e aynı senaryo ile aynı T800’ü gönderdi? Madem senaryo aynı akışında olacaktı öyleyse T1000 niçin bu kez daha eski bir tarihe yollandı ve bu değişiklikten Sarah Connor ve onun yanına nasıl geldiği bilinmeyen T800 nasıl haberdar oldu? Sayısı arttırılabilecek bu soruların cevapları filmde mevcut değil. Filmin başarılı çatışma ve savaş sahnelerinin albenisi aşıldığında ortaya çıkan bir diğer başarısızlık ise oyuncu tercihi ve yönetiminde beliriyor. İlk iki filmde Sarah Connor’u canlandıran Linda Hamilton’a benzerliğinden ve Taht Oyunları dizisinden gelen ününden beslenilen Emilia Clarke’ın bir nebze ayrı tutmak gerekirse John Connor’u oynayan Jason Clarke ile Kyle Reese’i canlandıran Jai Courney kelimenin tam anlamıyla fiyasko. Yok oluşun eşiğinde makinalara karşı direnerek savaşan, yokluk içindeki insanlığı temsil ederek umut olan ikilinin, Arnold’un gençliğini hatırlatan kas yığını vücutları Yokedici evreninde saçma duruyor. Aynı iki karakterin önceki filmlerde Michael Biehn, Edward Furlong, Christian Bale ve hatta Nick Stahl tarafından canlandırıldıklarında hem fiziki hem duygusal olarak bağ kurulabilecek ölçüdeki sıcaklıkları yerini bu filmdeki ikilinin buz gibi sahnelemelerine bırakmış durumda. Bu da elbette yönetmen Alan Taylor’ın oyuncu yönetimindeki ciddi başarısızlığını ortaya koyuyor.

Genel olarak değerlendirmek gerekirse, Yokedici Genisys, kendinden önce gelen iki filmden bir nebze daha başarılı olsa da, serinin ilk iki filmiyle kıyaslandığında büyük bir başarısızlık. Hatta ilk iki filmde yaşananları “sıfırladığı” için hayranların tepkisi çeken bir saygısızlık örneği. Buna rağmen serinin yaratıcısı James Cameron’un üçüncü ve dördüncü filmler yerine Yokedici: Genisys’i kendi yönettiği filmlerden sonra tek gerçek devam filmi olarak kabul ettiği açıklaması ve övmesinin önemli. Gerçekten de film serinin üçüncü ve dördüncü filmleri yokmuşçasına davranarak serinin asıl üçüncüsü gibi davranıyor ancak ilk iki filmin bundan çok daha iyisini hak ettiği bir ortada. Hollywood’un para hırsı uğruna iğdiş edilen Yokedici serisinin, son halka ile birlikte her nasıl oluyorsa yeni bir üçlemeye doğru yol alacağı konuşuluyorken Yokedici’nin daha ne kadar sömürülerek yok edileceği sinemaseverlerde ister istemez korkuya sebebiyet veriyor.

* James Cameron’un 1996 yılında Universal Stüdyoları için filmdeki kadroyu da ikna ederek hazırladığı T2 3-D: Battle Across Time bir anlamda yönetmenin gayrı resmi olarak seriye getirdiği nihai son olarak izlenebilir.  https://www.youtube.com/watch?v=I24cGSBpNnE

*https://issuu.com/azizm/docs/azizmsanatedergi92

Bunu paylaş: