Şiir ve Bilimin Yol Arkadaşlığı – T. Ayhan Çıkın

Şiir ve Bilimin Yol Arkadaşlığı*

1. GİRİŞ

Özetle bilimsel bulguların kültürel ortama yerleşmesine, kültür içinde bilimin kökleşmesine , böylece bilimin halk için daha çekici hale getirilmesine şiirin katkısı olabilir. Hem şiirsel ve hem de bilimsel kavramlar karşılıklı olarak birbirilerini zenginleştirebilirler. Bilim ve şiir tarih içinde, yan yana olmuşlardır. Ancak bilimin, teknolojiyi, teknolojinin ekonomik ortamı, hatta yaşam ortamını değiştirdiği dünyada, aşırı bir uzmanlaşma yaşanmaktadır. İster istemez sanallaşan bir kürede bilim de , şiirde soyutlaşmakta, “şiiri bilmeden bilimle”, “bilimi bilmeden şiirle” uğraşanlar, gerçeği sezmekte, algılamakta, onu açıklamakta eksik kalmaktadırlar. Bilim insanı ve şairler yaşamı açıklayıcı söz ve simgeleri, kavramları, araştırırken, bunun geniş kitlelere ulaşmasının da yolunu bulmalıdırlar.

Şiirin kanatlarında bilimsel bilgiyi/bulguyu dokuyabilme, dizelerin titreşimi  ile bilimsel ürünün kanatlanması ve çok daha fazla insanla buluşması sağlanamaz mı? Ya da   bunu   yapabilen   toplumların   gelişmişlik   düzeylerinde   bir   farklılık  var mı?

Şiir bilimi, bilim şiiri kucaklayabilirse, sanırım kültür bahçesinin çiçekleri çok daha farklı  renklenecek ve kokuları tüm  evreni kucaklayacaktır.

BİLİM

-Bilim için gözlerini kırpmadan hayatını verenlere-
Hades’lerin yurdunda Karabulutlara saklanmış yıldızlar

Karanfilleşir Akdeniz akşamlarında güneş Saklanır mor sisler ardına gerçekler

Kuş bakışına almış tüm sorunları Çözecektir

Bilim

Nasılda aşılmaz karanlıklar

Bilimin ak sularında yıkanırken evren Çirkinlikler güzelliklerden mi alır hıncını Soracaktır her türlü soruyu

Koyacaktır çözümünü Karanlık güçlerin önüne Bilim

Nasılda koşulmaz tarihin aydınlık yollarından Cehennem ateşleri mi yanıyor Anadolu kırlarında Sonsuzluğa ulaşacak insan aklı sormakla

Mavi gecelerde saklı bilinmezlikleri Okutacaktır galaksilerde çocuklara Bilim

Bilgi ırmağında yıkanır karanlığın pusu Deney masalarında durulur şeriatın sesi

Sormalı, binlerce kez sormalı : “neyi,nasıl ve nedeni?” Yankılanmalı yurdun göklerinde aydınlığın sesi Sorgulayacaktır bilinmezliklerin sis perdesini

Bilim

Her sabah herkesle paylaşılan aydınlığı “Dünyada en hakiki mürşit ilimdir, fendir” Aştır, aşktır, ekmektir, yaşamdır bilgi Güneşin doğduğu yerleri karanlıktır ülkemin Aydınlatacaktır

Bilim

Üretirken öğrenir insan kimliğini

Bilgi üretmekle başlar uygarlığın abece’si Doğmalarla kararmış şarkın ufuklarında Yanlış değildir karanlığı sorgulamak

En yüce ışıktır vahiylere Aydınlatacaktır

Bilim

T. Ayhan ÇIKIN

Şiir bilimi, bilim şiiri kucaklayabilirse, sanırım kültür bahçesinin çiçekleri çok daha farklı renklenecek ve kokuları tüm  evreni kucaklayacaktır.

2.  BİLİM VE BİLİMİN ÖZELLİKLERİ

Bilimi tanımlamak oldukça karmaşık bir konudur.«Dictionnaire Robert », 19.yüzyıldan beri söylenen , en geniş kapsamlısından en dar kapsamlısına, bir düzineden fazla tanım vermektedir. Bunlardan en fazla itibar gören tanım şudur : « belirlenmiş  bir  yöntem ve bir  nesneyle karakterize edilen ve doğrulanabilir nesnel ilişkilere dayanan, evrensel bir değere sahip bilgilerin tümü”. Başka bir sözlüğe göre ‘bilim, deneysel yöntemlerce gerçekleştirilmiş ve yasalara/kuramlara uyan fenomenlerden elde edilen göreli bilgidir’. Ancak bilimin doğal ve maddi  nedenlerden    dolayı    olayları    incelemede    sınırlı    kaldığı    da    bir    gerçektir.

Bilimin üç bileşeninden bahsedilir:

–     gözlem,

  • deneme ve Yasalar : Gözlemlenmiş fenomenler bazında ölçülen miktarlar arasındaki değişmez ilişkileri ortaya koyduğu zaman, onlar arasındaki bu büyüklükleri bağlayan bir yasanın varlığından söz edilebilir. Örneğin Newton’un evrensel çekim yasası  aşağıdaki gibi ifade edilir : “Her bir noktasal kütle diğer noktasal kütleyi, ikisini birleştiren bir çizgi doğrultusundaki bir kuvvet ile çeker.Bu kuvvet bu iki kütlenin çarpımıyla  doğru   orantılı,   aralarındaki   mesafenin   karesi   ile   ters   orantılıdır:   F= G(m1.m2/r2)”.

Bilimin yanıtını aradığı ana soru: Nasıl?

Dinlerin üzerinde durduğu temel soru : Niçin ?’dir.

Bir bilim adamı inanabilir mi ?

Özellikle bilimle din arasında bazı karşıtlıkların olduğu her zaman gündemde yer almıştır. Bir bilim adamı inanabilir mi ? Bu sorunun cevabını “evet” olarak veren pek çok insan vardır. Böyle bir davranış , a priori, din çürütülemez alanda kaldığı sürece , rahatsız edici bir durum değildir; çünkü dinsel inanışlar bilim alanı dışında kalan olaylardır.  Bilim  ile  din  arasında  çelişkili  duyguların  yaşanmasına  özel   bir  ilgi  ve dikkatle yaklaşılmalıdır. Bilim tarihi içinde pek çok büyük bilim insanın din kurumları ile içli/dışlı olduğu gözlemlenmiştir. Bu konuda Galileonin durumu tipik bir örnektir. Papanın yakın dostu olan Galileo’nin bazı dinsel dogmalara karşı çıkan, onları  geçersiz kılan bilimsel çalışmaları, tarihi süetçe Din-Bilim ilişkisinin önemli bir dönüm noktasını teşkil eder. Bu konuda Darwin’in, vb…pek çok bilim adamlarının hayatları da tipik örnekler oluşturur.

Bugün bir çok ülkede (başta ABD’de) Kilise , Darwinizm’e alternatif olarak , Kutsal Kitap’larda anlatılan, -örneğin evrenin 7 günde yaratıldığı öyküsünden hareketle- Yaratıcılık teorisini araştırmaya ve öğretmeye çalışan bir bilim (!) meydana getirmeğe soyunmuştur.

Günümüzde Din, daha çok moral ve etik değerleri koruyarak, Bilim sınırının gerisinde kalır.  Bununla  birlikte  bu  sınırlar,bilim  lehine,  git  gide  hızla  genişlemektedir.

Bilim, gözlemin olduğu her yerde, bu gözlemlerden itibaren bir yasanın/kuramın geliştirilmesi ve denemesinin yapıldığı her yerde bulunur.

Resmi bir bilim var mıdır ?

Bunun tarih içindeki en olumsuz ve tipik örnekleri :Naziler ve Yahudiler ve Burjuva bilimi- Sovyetik bilim (Lisenko olayı) örnekleridir.

Bilimi    güvenilir    kılan,    uyguladığı    yöntemdir.    O    nedenle    bilim    her  zaman “yanlışlanabilir” olduğunu kabul eder.

3.  ŞİİR VE ŞİİRİN ÖZELLİKLERİ

Bilim , doğada var olan her şeyle ilgilenir… Hele insanı ilgilendiren, insanın ilgilendiği konularla daha yakından ilgilenir. Pek çok dost, “şiirle bilimin ne ilişkisi olabilir ?” dese de, şiir, insanı ilgilendirdiğine göre, bilimde onun “nasıl ve niçin”ini sorgulamalıdır. Tabii, böyle bir sorgulama bu yazının amacı değildir. Şiirle bilim arasındaki ilişkiyi, bir literatür taraması üzerinden kurmaya çalıştım. Çünkü bu satırların yazarı, profesyonel bir “şiir araştırıcısı” değildir.

Özellikle çalışma süreci içinde şiir olgusunu “ele avuca sığdıramadım”… O kadar farklı   şiir   anlayışı   var   ki?   Onu   tanımlamak   neredeyse    mümkün    değil…  Şiir, özellikle koşuk olarak , seslerin, ritimlerin, armonilerin yoğun bileşimiyle en canlı heyecanları, izlenimleri, duyguları algılama ve çağrıştırma sanatıdır diye bir tanım veriyor Larousse.

Başlıca şiir türleri : lirik, epik, kahramanlık şiirleri; dramatik şiir, pastoral şiir,vb

Şairlerden şiirin on tanımı:

  • Şiirin ne       olduğu       bilinmez,       ama       karşılaşınca       tanırız

(Jean L’Anselme)

  • Şiir, bir insanda kilitlenmiş bir dünyadır (Victor Hugo)
  • Şiir, hayali   olan,   düşler   kuran,   arzu   eden   ve   ekseriya   başa   gelen   şeydir.

(Jacques Prévert)

  • Şiir, kulaklar ile görmeyi hizmet eder . (Jean-Pierre Depétris)
  • Şiir, yağmur yağdığı zaman havanın güzel olduğunu ve hava güzel olduğunda yağmur yağdığını söylemeyi (Raymond Queneau)
  • Şiir, dil içinde (Paul Valéry)
  • Şiir, her insanın kendi içinde taşıdığı müziktir. (William Shakespeare)
  • Şiir, insanın   ancak   beraber   tasarımlayabileceği   iki   sözcüğün   karşılaşmasıdır.

(Federico Garcia Lorca)

  • Şiir, sessizliğin konuştuğu zamandır. (Georges Duhamel)

 

Şiirin bir faydası olup olmadığı, şairin niçin ve nasıl şiir ürettiği pek çok şiir ustası tarafından dile getirilmiştir.    Öyleyse    şiir    için    şu sorular sorulmalı mıdır?

  • Şiir bir sanat mıdır?
  • Şiir bir bilgilenme ve eylem aracı mıdır ?
  • Şiir bir dil midir ? Bir “ruh şarkısı” mıdır ?

3.1.  Şiir bir sanat mıdır ?

Şair Horace’dan beri, şiir genellikle, doğayı hoş bir şekilde temsil eden bir tablo gibi kabul edilmiştir.

En güzel şiir, yüksek kaliteli renklerle çalışılmış, gerçek bir resim türü eser olacaktır. Edebiyat tarihi, şiirin incelikleri ,  zengin ve  güçlü   parçaları  ile doludur. Şiir, iyi söz söyleme, bir düşünceyi süsleme sanatı olduğuna göre, 17. ve 18. yüzyıllarda şiir kavramında büyük bir dalgalanma görüldü. Felsefe koleksiyonlarını, tarihi eserleri, hatta matematik el kitaplarını bile manzumeler şeklinde yazanlar ortaya çıktı. Voltaire gibi bir şairin şiirlerinin uzun yıllar kütüphanelerin tozlu raflarında beklediğini söylemek gerekir.

Vigny’nin “La bouteille à la mer” (Denizdeki Şişe)’i okunduysa, Bilim ve Düşünce’nin gelecekteki zaferinde, şairin rolünde parlayan inancını okuyucusuyla paylaşmasını bilmesindendir.

Bu “dalgalar ve rüzgar” içinde şiirin güvenli bir limana ulaşmasında düşünceyi yer vermesiyle mümkün olabilecektir.

Şiir, sırça bir mücevher kutusu içinde, elmasın saflığı ve sertliği düşüncesini veren herhangi bir kimyacının büyük çalışması, dönüşümü olarak, edebiyatta istisna bir  yere sahip olmuştur.

Duyguların ve tutkuların müziği, ruhun bir çeşit şarkısı olarak şiir, yürekteki duyguların ifadesi olduğundan , yürekteki duyguları üreten bir çeşit soybilimi(généalogie)’dir, denebilir.

3.2.  Şiir bir bilgilenme ve eylem aracı mıdır ?

Bazı şairler ve düşünürler, şiiri bir eylem aracı olarak da bakabilmişlerdir : Onlar, çağdaşlarının hayranlığını veya öfkesini poetik bir biçimde yansıtmalarını istemişlerdir.

Örneğin Louis Aragon’un “cennete inananlar ve inanmayanlar” arasında düşmana karşı birlikte kalk borusu çalan “Rose et réséda”(Gül ve Muhebbetçiçeği)’sı17. Resistance’dan doğmuş olan ve Napolyon’u eleştiren Victor Hugo’nun “Napoléon le Petit”deki     ‘Châtiments’     (Cezalar)     şiirleri     bu     konuda     tipik     örneklerdir.

Edebiyat    gibi,    büyük    duygular    üzerinden    oynanan    oyunlar    ve   polemikler, Baudelaire’in “Art romantique” (Romantik Sanat)’inde kınanmaktadır :

Başka bir sapkınlık var…Tutku, gerçek ve moral sapkınlıkları kaçınılmaz doğallıklar içerdiğinden, öğretim sapkınlıklarından söz etmek isterim. Bir grup insanlar, şiirin amacının, herhangi bir eğitim olduğunu, mevcut bilinci güçlendirdiğini, görgüleri mükemmelleştirdiğini , nihayet faydalı bir şeyler göstermesi gerektiğini savunuyorlar… Şiir (…)kendisi dışında da başka bir amaca sahiptir.”

Giono’nun şu sözlerini anımsamakta yarar var : “Şair deneyimli bir öğretmen olmak zorundadır . Salt bu koşulda o, çalışan insanların yanında yer alır ve ekmek ve şarap hakkına sahip olur.”

Şair, kendi mistik coşkunluğu içinde nihai gizi bozduğu için biraz  kargışıktır  (lanetlidir).

Şair   genellikle   ,   kendi   okurlarını   kesen  anlaşılmaz,   hermetik   bir   dil    kullanır.

Deneyim, kişisel ve benzersiz olduğu için , en azından okuruyla iletişim kurma gerektiğinin farkında olmalıdır.

Söyleyecek büyük şeyi olmayan şairin büyük ölçüde gizemin ardına sığındığını da söyleyenler vardır.

3.3.  Şiir bir dil midir ?

Bir amaç olarak şiiri tanımlamak zordur, zira o her yolun  üzerinde  bulunabilir.  Claude şöyle diyor : “kullandığım sözcükler, her günkü sözcüklerdir, ve bunlar ayni şeyler değildir”.

Bilhassa Ferdinand de Saussure ile başlayan ve 19. yüzyılın ikinci yarısından beri süren dil üzerindeki çalışmalar, bize dilin iki temel fonksiyonun olduğunu  gösteriyor.

Birincisi, dilin faydacı fonksiyonudur : dil başkaları ile iletişim kurmaya hizmet eder. Dilin ikinci fonksiyonu, sanatsaldır : dilin objesi daha çok dışsal ve duygusal realitedir, yani bizzat kendisidir.

Genelde sanat, özelde şiir obje olarak bizzat dilin kendisini kullanır, seslerle ve anlamlarla      oynar,     güzelliğin,      zevkin      estetik       değerlerini       araştırır. Şiir böylece irrasyonelliği çağırır; o büyük ölçüde sezgileri, duyarlılığı, bir şeyleri hayalde canlandırmayı konu edinir.

Bu, faydacı amaçlarda kültürleşmenin her hangi bir arzusu dışında, dünyayı yeniden görmenin de başka bir yoludur.

Prévert’de, komik sözcüklerin birbirleriyle beklenmeyen ittifaklarını yaklaştıran veya ayrıştıran , rutinleşmiş kavramlardan uzaklaştıran, daha sonra yeni bir bakışı  yeniden kurmak için gerçeği parçalara ayırırlar. Buna benzer örnekleri Türk şiirinde de görmek mümkündür. Örneğin Coşkun Karbulut’un şiirlerinde, farklı sözcükler arasında kurulan ittifaklardan rutinleşmiş kalıplardan uzaklaşmış yeni kavramlar/düşünceler çıkar. Örneğin:

NİYET

kırk tane huri verilirmiş yolu cennete düşene

kısmet olurda gidersem ben seni isterim bir tanem yalnızca seni

kırk değişik biçimde

Coşkun Karabulut

Henri Lemaître’in dediği gibi şiir, şairin dünyası ile duyarlılığı arasındaki anlaşmadır:   “ Şiirin özü (…), ister farklı anlamlar, biçimler, renkler, sesler ve kokularımızın objeleri arasında olsun, isterse fiziksel evrenin ve moral dünyanın fenomenleri arasında veya doğal görünümler ve beşeri fonksiyonlar arasında olsun, gizli haberleşmelerin sürekli duygusu olabilir.”

Valéry şöyle diyor : “şiirin özünün ne olduğunu, düşüncelerin farklı özelliklerine veya bizzat Tanrı’yla özdeşleştirilen sonsuz önemine veya hiç değerinin olmadığını dikkate alarak değerlendiriyorum. Şiir, ona atfedilen amaca göre tanımlanamaz, o her tanıma meydan okuyor.”

Kuşkusuz burada şiir için bir tanım verme önerisinde bulunulmayacaktır. Şiir, bir  imalat ürünü değildir, bir ilham /emek çabası sonucu ortaya çıkar. Her durumda şiirleşen ilham, bilgiyle desteklenirse , sağladığı haz daha da boyutluk kazanabilir. Bilgi üretme konusu ise bilimin konusudur.

Özetle şiir ; bir duygu yumağı, bir duygu karmaşasıdır.

  1. ŞİİR VE BİLİMİN YOL ARKADAŞLIĞI

4.  1. Konuya giriş

Bilimin gelişmesi ile şiirin seyri aslında birbirine karşıt değildir. Dikkatle analiz edilirse, şiirle bilimin birbirlerine tamamlayıcılık özellikleri  de vardır. Öncelikle amaçları ortaktır :gerçeğin algılanması. Nesnel öğeleri ele alıp inceleyen bilim, nesnel olguları açıklar (bilimsel açıklama). Oysa şiir, gerçek öğeleri “anlamları” üzerinden giderek ele alır. Yani düşsel (l’imaginaire) bir açıklamadır onun ki. Evrende iki temel düşüncenin olduğu ileri sürülür : evreni oluşturan bilimsel düşünce; ve karakteri (kişiliği) oluşturan imgesel düşünce. İmgesel düşünce çoğunlukla içgüdüseldir : söylenir, konuşulur, yazılır. Sanat yaşamsaldır. İfade ediliş şekli önemlidir. Örneğin okul sıralarında öğrencilerin büyük bir kısmı, poetik bir olguyu ifade etmekte başarısızdırlar.

Duyguları, yaşanmışlıkları, özenli ve denetimli bir biçimde ifade etmek kolay değildir. Yaşamayı ve onu yeniden kurgulamada karşılaşılan güçlükleri kırmada şiirin/sanatın katkısı küçümsenemez. Şiir,  dilin  gelişmesine  katkıda  bulunur.   Zira  dil  sadece analiz, açıklama, iletişim, vb..fonksiyonları ile değil, ayni zamanda poetik (mesaj) işlevi de geliştirir. Özellikle eğitim sürecinde öğrencilere verilecek derslerde, dilin tüm fonksiyonlarını  kapsayacak ölçüde ve kayıtlı tüm şiirlerde duygu, mizah (humour), düşünce, imge, ritim, vb…bulunmasına özen gösterilmelidir.

Bu çalışmada şiir ile bilim arasındaki ilişki, basılı yayınlardan ve internet üzerinde yapılan taramalardan derlenmiştir. Aslında şiirle, farklı bilim dalları arasında ilginç bir ilişki yumağı ortaya çıkmaktadır. Türkiye açısından birkaç makale dışında ciddi bir şiir- bilim konusunu işleyen yayın çok sınırlıdır. Toplanan bilgiler sonunda şiirle bilim arasındaki bağlantılar üzerindeki yaklaşımlar şu başlıklar altında toplanabilir : genel olarak bilim ve şiir, doğa bilimleri ve şiir, matematik ve şiir, astronomi ve şiir, kozmolojik şiir, bilim-kurgu şiir, sosyal bilimler (özellikle psikiyatri ile şiir çok ilişkilendirilmektedir) ve şiir, vb… Ancak bu yazıda üç örnekolay ele alınarak konu işlenmeğe çalışılmıştır . Bunlar:

  1. Genel olarak şiir, bilim ve teknoloji,
  2. Matematik ve şiir,
  3. Astronomi ve şiir..

konuları şiir ve bilimin yol arkadaşlığı konusunda örnek olaylar olarak sunulmuştur.

4.2.  Örnekolay 1 : Şiir bilim ilişkisi

Şiir ve bilim ilişkisi üzerine ilk örnek olayda, W. Eastwood’un 1961’de yayınladığı “Bilim şiiri kitabı : Bilim ve teknolojinin şiirsel ilişkisi” adlı kitabının eleştirisini gündeme taşıyan John Lenihan’ın bir makalesi özetlenecektir.

“Bugün bilim şüphesiz uzmanların işi, ancak günlük yaşam ile bilim arasındaki uçurumu koruyan başka nedenler de var. 18. yüzyıla kadarki çalışmalarda , bilim de sanat da ayni dili kullanıyordu. Günümüzde de, şairler ve bilim adamları , konuyla ilgili özel bilgi ve deneyimi olmayan insanlarla iletişim kurmanın zor olduğu soyut bir dünyada çalışıyor.

Bronowski’nin Eastwood’un antolojisindeki son denemede söylediği gibi , aradaki uçurum “sanatı ve bilimi, uğraş dışı biri ile bilim adamının ortak  bir  kavrayışta tek başına birleştirebilecek bir evrensel dil” ile kapatılabilir mi? Suçun büyük bir kısmını , uzmanlık alanını anlaşılır kılmak işini zor veya tatsız bularak kendisinin sorunun bu olmadığına inandıran bilim adamına mı yüklemeli ? Çoğumuz, bilimin tadını çıkarmak için gereken azıcık çabayı göstermeyecek kadar tembel miyiz yoksa?

Eastwood bu soruları “deneyimlerin düzene konulması ve hayal gücünün çok önemli olması açısından bakıldığında, şair ve bilim adamının birbirinden farksız olduğu” görüşünden hareketle aydınlatıyor. Şiir hayat ile ilgili olduğundan , bilim ve teknolojiden de söz etmelidir. Bu doğru ama örneklerine pek sık rastlanmıyor.

Antolojiyi hazırlayan tarımdan tıbba kadar geniş bir alanda dolaşıyor. Şiir ile nazımın ayni şey olduğunu kabul ederek çoğunlukla , Johnson’ın (“ölçülü söz dizisi”) ve Newton’un (“bir çeşit yaratıcı saçmalık”) yaptığı tanımları doğrulayan türden örneklere yer veriyor, ancak konuyla yakından ilgilenenler açısından bu doyurucu olmayabilir. Samuel Butler’ın gelişi güzel yazılmış , 14 sayfalık Aydaki Fil’i (sonunda teleskopun içinde bir fare olduğu ortaya çıkar) için söyleyecek pek bir şey yok. Oliver Wendell Holmes tarafından yapılan bir diğer anaokul şakası, Boston’lı bir hekimin mahvoluşunu anlatmak için stetoskopun içindeki bir sineği konu alır ve marazi ruh halinin izlerini taşır :

Başını salladı; – hastalık ciddi- Korkarım ki yakında öleceksiniz; Sizden ricam,küçük bir otopsi, Geride kalanları sevindireceksiniz.

Bunun gibi birkaç acayip şeyi bir tarafa bırakacak olursak, antoloji dört değişik şiir türü içeriyor. İlk olarak Lucretius, Dante, Shakespeare, Milton ve Pope’un fiziksel evrenin değişik yönleri üzerine , Caucer ve Ben Jonson’ın da simya üzerine yazdıkları yer alıyor. İkinci ve en uzun bölüm, bilim ve mühendisliğin esinlediği bazı konularla ilgili şiirler ve alıntılardan oluşuyor. Bu bölümde daha az ünlü şairler yer alıyor. Akenside’ın Bilime İlahi adlı şiirinde olduğu gibi, bu şairlerin şiirlerinin bir kısmı yalnızca güzel söz söyleme  sanatı kapsamındadır :

Bilim ! güzel, coşkun bir ışınsın sen

Zihnin aydınlık gündüzünden gelen…

Şiir sanatı, diyor Wordsworth, bütünüyle bilimin çehresine sahip ateşli bir ruhtur. 1833 yılında Buharlı Gemiler, Viyadükler, ve Demiryolları’nı yazarken de benzer bir düşünceyi dile getiriyor :

Ne kadar bozsa da sizin varlığınız Doğa’nın güzelliğini, engel olamazsınız Aklın geleceği görme becerisine

Bu beceri gösterebilir ruhunuzu size.

1844 yılında, Kendal ve Winderemere demir yolu planlandığında Wordsworth düşüncesini değiştirmiştir :

Bu düşüncesiz saldırıdan

Nasibini almamış tek bir köşe kalmayacak mı?

Üçüncü olarak Eastwood gülünç manzumelerden örnekler veriyor. Whewell, 1919 yılında yayımlanan Elementary Treatises on Mechanics ( Mekanik  Bilimi  Üzerine Temel Yazılar)  adlı kitabında farkında olmadan şöyle bir şey yapmıştı :

Öyleyse hiçbir kuvvet , ne kadar büyük olursa olsun, bir ipi bu kadar düzgün bir biçimde yatay bir çizgi boyunca tamamen düz olacak şekilde geremez.

James  Watt,  E.V.   Knox’un  ,  Alfred  Noyes  tarzının  muzip  bir  parodisi    olan Buharcılar adlı şiirinde görünür :

O büyük bir makine ustasıydı, o James Watt’tı Ve “Buhar” diye sayıklayıp çalışırken bile

Yorucu saatleri cazip kılmak için şarkılar yazardı Ve sayfayı bölerdi küçük nota çizgileriyle-

Eski Çin’de, uzak Çin’de Batı ışığı görmeden önce,

Filozoflar buharı yoğunlaştırmanın Verimli bir yolunu bulamamışlardı. Elle çalıştırılan araçlarla İlerledikleri aydınlanmamış yolda; Çinliler anlamamıştı

Piston çubuğunun yararlarını.

Antolojinin   sonunda,   modern   şairlerin   bilim   ve   teknolojinin   egemenliği altındaki bir çevreye nasıl tepki gösterdiğine yer veriliyor. Eastwood’un seçtiği şairlere bakılırsa, modern şairler tepkilerini çok açık biçimde göstermiyorlar. C. Day Lewis, Parer ve McIntosh’un 1920 yılında Avustralya’ya yaptıkları destansı uçuşu anlatıyor. Stephen Spender, Bir Havaalanının Çevresinde adlı şiirde derin düşüncelere dalıyor. Patric Dickinson ise Jodrell Bank teleskopu ile ilgili şunları yazıyor :

Artık

Gizli mesajlar alıyoruz Hayal bile edemediğimiz Uzayın derinliklerinden

Çoktan sönmüş bir yıldız anlatıyor : Bir zamanlar ne aşk vardı ne de tanrı Ve yapayalnızdı insanlar.

John Wain’in elektronik beyni kendisini yapan ile sert konuşur :

Bana senin bir parçan olduğumu söylüyorsun, Yalan söylüyorsun,

Ben

Kendimim. Beni yapma nedenin, yanlıştı. Kesinlik istedin : sayılar, şemalar,

Oysa kesinlik gerçeğin bir parçasıdır,

Gerçeğin parçası, ama onun kutsal gövdesi değil.

Şimdi sana gerçeğin bir tane olduğunu öğretmeli miyim,

Bütünlüğünün sabit bir merkezde toplandığını ?

Sanatı ve bilimi birleştirecek ortak dil hiç bu kadar uzakta görünmemişti, ancak bu dilin peşine düşmek eğitici ve eğlendirici olabilir.””

4.3.  Örnekolay 2 : Şiir ve matematik

Jerry P. King, Matematik Sanatı adlı kitabında matematik-şiir, matematikçi- şair hakkında bazı değerlendirmeler yapmaktadır . İşte bunlardan bazıları :

““En yüksek sanatın gösterebileceği kesin kusursuzluğa muktedir, yüce bir güzellik.”

Bertrand Russel (Matematik için…)

Matematikçiler kendilerini sanatçı olarak görseler de sanatçılar onları ayni gözle bakmazlar. Bir şairi resimleyen Diego Rivera, şairin fikirler ve sembollerle uğraştığını vurgulayan soyut bir tablo meydana getirmişti, ama fikirler ve sembollerle gerçekten de en üst düzeyde uğraşan kişi olan matematikçi için gerçekçi bir resim, çerçevesiz gözlük takmış zayıf bir insan resmi yapmıştı. (s.V)

Robert Frost bir ara Vermont’ta çiftçiler arasında yaşamış, onlar toprakla uğraşırken o da şiirle uğraşmıştı. Çiftçiler atların çektiği sabanlarla toprakta derin yarıklar çiziyor, Frost da beyaz kağıtlar üzerine bu yarıklar kadar düzgün satırlarla şiirler yazıyordu. Çiftçilerle ayni tarlalarda dolaşıyor, aynı karanlık ormanları seyrediyordu. Ancak çiftçilerden farklı bir duygulanım içindeydi. Onların göremedikleri ve değerlerini anlayamadıkları bir şeyler görüyordu. Çiftçilerin gerçekliği gördüğü yerde Robert Frost soyutluk ve mecaz görüyordu. Kıştan kalmış ufak karlı bir leke  Frost için unutulmuş  bir günden kalan bir gazete  parçasıydı. Çim biçicinin kesmeden bıraktığı bir öbek çiçek paylaşılan değerlerin bir sembolü oluyor, karanlık ormanlarda yağan kar dinsel boyutlu bir deneyime dönüşüyordu. Sıradan bir çayırlık karşı konulamaz bir çağrıya dönüşüveriyordu.

Çayırdaki pınarı arındırmaya, Yaprakları tırmıklamaya gidiyorum. Beklemeye, suyun berraklaşmasını,

Uzun kalmayacağım- gelir misin benimle?

Robert Frost sıradan şeylerde çiftçilerin göremediği şeyler görürdü. Görürdü, çünkü bakmasını bilirdi ve her gerçek sanatçı gibi gördüğünün bir gerçeklik değil, bir sembol ve mecaz olduğunu bilirdi. Matematikçiler de şair gibi mecaz ve benzeşimleri değerli bulurlar. Frost gibi onlar da mecazlarını beyaz kağıt üzerinde enine çizgilerle çizerler. (…) Matematikçiler şiirlerini “matematik” ile yazarlar.

(…)  Görmeyi  öğrenmek  için  bizim  de  Robert Frost gibi    çayırlara gezmemiz gerekir.”

Lynn  Sten  şunları  yazıyor:  “sanat  dünyasında hiç benzeri olmayan  bir nesnelliğe sahip olmasına karşın , yaratıcı matematiğin güdüsü ve standardı bilimden çok sanatınkini benzer. Matematiksel teoremlerin sınıflandırılmasında estetik yargı hem mantıktan hem de uygulanabilirlikten üstün tutulur: matematiksel idelerin değerlendirilmesinde, kesin doğru olmasından ya da yararlı olma olasılığından çok güzellik ve zarafet etken olur.” (s.96)

“ (…)Matematikle ilgili olarak “estetik duyarlı” hakkında yazarken Poincaré öğretimi  düşünmemektedir.(…)Belki  matematikte  şiir  olduğu  gösterilirse  şairlerde

matematik öğrenmeye yöneltilebilirler. Belki de beşeri bilimciler Poincaré’nin “matematiksel zarafet için doğal duygularımız” dediği şeyi kendi içlerinde geliştirebilirlerde, zorunlu matematik derslerinden asgari gerekliliklerden fazlasını alırlar.” (s.103).

Nasıl ki şiirde bile güzellik, bir ölçüde içerdiği fikrin önemli olmasına bağlıysa, bir matematik probleminin “güzelliği”de, büyük ölçüde, onun ciddi oluşuna bağlıdır. (…) Güzellik ilk sınavdır. (s.106)

“Eğer sanatı, sanat dünyasının çekirdeğinde olan insanların gördüğü, işittiği gibi görüp, işitmek, sanattan onlar gibi hoşlanmak için zaman ve çaba sarfedecek olursak, bu dünyanın başlıca önemli faaliyetlerine daha yakınlaşabileceğimiz ortadadır. (s.134)

“Collingwood kendi “sanat teorisi”ni ileri sürerken şunları yazıyor33 : “(…) bir sanat eseri , deyimin tam anlamıyla, el yapması bir şey, sanatçı tarafından fiziksel olarak meydana getirilen veya algılanan bir şey değildir. O yalnızca sanatçının zihninde  var olan , düş gücünün yarattığı bir şeydir ve de, yalnızca görsel ve işitsel  düş gücünün eseri değil , genel bir düşsel deneyim bütünüdür. (…) Bir sanat eserinin gerçek nesne diyeceğimiz bir şey olması gerekmez; düşsel dediğimiz bir şey  de olabilir. Sosyal bir karışıklık, bir bunalım, ya da bir savaş gemisi veya benzeri şeyler, gerçek dünyada yeri olan bir şey olarak ortaya çıkıncaya kadar yaratılmış değildirler. Ancak bir sanat eseri , yalnızca sanatçının kafasında yaratıldığında da tamamen yaratılmış olabilir (..) gerçek sanat eseri görülen ya da duyulan bir şey değil, zihinde canlandırılan bir şeydir.” (s.138)

(Robert Frost) “ilk kitabı olan A Boy’s Will (Bir Çocuğun İradesi)’deki son şiir olan “Reluctance”ı (Gönülsüzlük) okumuştu. Son altı dizede pırıl pırıl gözleriyle – yemin ederim- doğrudan bana bakıyordu :

Olayların sürüklenmesine bırakmak kendini, Zarafetle teslim olmak aklın yoluna,

Ve kabullenmek, baş eğerek,

Bir aşkın ya da bir mevsimin tükenmesini, Ah! Ne zaman daha küçük bir suç sayılmıştır

İnsan yüreğine ihanetten ? (s. 245)

“Evet’  Matematik  eğitimine  yavaş  yavaş  estetiği  katma  zamanı       gelmişti,

Robert Frost kitlelere şiiri götürmüştü. Şimdi biz de onlara matematiği götürecektik . (:..). “Matematik , Robert Frost’unu bulamadı. (…) Matematiği doğru  olarak öğretmek için galiba gerçekten bir şair gerekli. (…) Matematik eğitiminde bir devrim olacaktır, bu güneşin hergün doğması kadar kesindir. Ancak bu, ardından  -daha  önce değil-  şiirin geldiği bir devrim olacaktır”. (s.248) .””

Eastwood , daha önce bahsettiğimiz “Bilim Şiirleri Kitabı”nda gülünç manzumelerden örnekler veriyor. Bunların arasında , 1855’ten 1872’ye dek Glasgow Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Macquorn Rankine’in Aşık Matematikçi şiiri de var :

Genç, çekici ve tatlı bir hanıma Delice aşık oldu bir matematikçi

Uğraştı durdu, açılarla ve harmonik orantılarla

İspat etmek için kadının kusursuz oranlarını ve eğrilerini

Matematikçi denklemleri başarı ile çözer, ancak kadın son dizede bir süvari ile kaçar. Antolojiyi hazırlayanın araştırmaları, kendilerini şiirle ifade eden birkaç bilim adamından  örnekler vererek  yararlı bir biçimde derinleştirebilirdi.

4.4.  Örnekolay 3  : Şiir ve Astronomi

İnternet üzerindeki taramalarda, şiir ve astronomi konusunda oldukça fazla yazı ile karşılaştım. Bunlardan ilgimi çeken  ikisini burada yer vermek istiorum.

Bunlardan biri, CNRS  araştırma müdürü, Meudon gözlemevinde astrofizikçi, genel rölativite, kara delikler ve kozmoloji uzmanı Jean-Pierre Luminet , astronomiyi ve bilimi halkla kucaklaştırabilmek için çeşitli medya organlarında “Herkes için bilim” konulu yazılar yazmış, konuşmalar yapmış. Bilim adamlığı yanında şairliği ve roman yazarlığı da var. Ayrıca Besteci Gérard Grisey ile birlikte “Le Noir de l’étoile” (Siyah Yıldız) başlıklı astronomik ve müzikal bir gösteri hazırlayan ve  yayınlayan  Luminet’nin “Bilim, şiir ve yaratıcılık” adlı makalesi bilimle şiir akrabalığı konusunda önemli mesajlar içermektedir.

Diğeri ise yaşamı hakkında fazla bilgiye ulaşamadığım, ancak Luminet’in de  katkısıyla 1998’de kurduğu “http://pages.infinit.net/noxoculi/nox.html” adlı web sitesinde yüzlerce şiiri “astronomi ve şiir” başlığı altında toplamış olan Mario Tessier’dir. Tessier, bu web sitesinde astronomi ile ilgili edebiyat, sinema, müzik ve sanat konularında geniş çaplı kültürel dokümanları toplamıştır. Mario Tessier’in, bilim şiiri konusunda önemli bir isim olan ABD’li şair Stanley Kunitz’in ölümü sonrasında yazdığı “Bilimin şiiri” adlı makalesi de oldukça ilgi çekici.

Yazının  bu   bölümünde   Luminet’nin  “Bilim,  şiir  ve  yaratıcılık”  adlı  makalesi  ile Tessier’in “Bilimin şiiri” adlı makalesinin genişçe özetini vererek “Şiir ve Bilimin Yol Arkadaşlığı”  yazısını , şimdilik, tamamlamak istiyorum.

Jean-Pierre Luminet, “Bilim, şiir ve yaratıcılık”

“Şu soru sıkça sorulurdu bana: “bugün çözülememiş kendi temel sorunlarını ( evrenin orijini, gelecekteki kaderi, uzayın ve zamanın niteliği…) poetik söyleyişle yanıt arayan astrofizik midir ? Ya da doğuştan gelen poetik bir eğilime sahip olan bilimsel faaliyetler midir ? Onbeş yıldır profesyonel bir astrofizikçi ve geniş bir kamuoyunu etkileyen “bilimsel yayım” metinleri (karadelikler, uzay-zaman eğrisi, büyük patlama,vb..) yazan biri olarak  bu soru  beni her zaman şaşırtmıştır.

Bununla birlikte , benim şiir sanatı alanındaki bilinen yayınlarım son beş yıla dayansa da, benim bilim-dışı (şiir, denemeler, romanlar) oldukça uzun bir geçmişe sahiptir. Bu nedenle benim şiir yazmamın bilimsel düşüncelerimden beslendiğini söylemek hatalı olmayacaktır.

Gerçekte ben bir insanın, başlangıçta bir “şair/sanatçı ruhu” veya “bilimsel bir ruh”a sahip olduğunu da sanmıyorum. İnsanlar, kendi merakını kendi içinde parçalayıp yiyen bir yalınlığa sahiptir. Bu merak bizi, farklı ifade araçları , farklı diller arasında araştırmalar yapmaya iter.

(…) Bilimsel bir keşif olarak sanatsal yaratma, acımasız yoksunluğun sabrı içinde kazanılmış bir meslek ve “doğuş”dan çekicilik arasında bir etkileşim içerir. Sanat, gerçek ve rüya, düşünce ve sezgi, hayalgücü ve yücelikten beslenir. O araştırır ve keşfeder. Sürekli sorun-neden ilişkisini ortaya koymaya çaba göstererek daha önceki yasalar, kurallara yaslanır: örneğin şiirde kafiyeli nazım, müzikte uygun ses armonisi, resimde renk bileşimi, perspektif kuralları,vb..

(…)Oysa benim için rastlantı ve önsezinin birlikte getirdiği her keşfe, “yapılandırma biçimini ortaya koyan zor ve aydınlatıcı bir çalışma izler. Paul Valéry’nin  şu düşüncesini severim : “şiirin içsel çalışması, en az başat ritimleri ve sözcükleri için düşüncelerin araştırılması kadar, kendi düşünceleri için sözcüklerin de araştırılmasına dayanır..” Ve ben bu yaklaşımın sanatsal ve bilimsel yaratıcılığın her biçimine uygulanabilirliğine inanıyorum.

Bir yanda duygudan yoksun ve insanlık dışı sınırda soğuk olan bilimsel ve teknik disiplinler, diğer yanda duygu yüklü ve sıcaklıkları olan edebi ve sanatsal disiplinler arasında , XIX. yüzyılda doğmuş bu içler acısı bölünmenin toplumun düşüncesinde durulacağından umutluyum. Farklı olguların birbirine karışmadan ben kendi payıma, gerçeği betimlemek için tek bir dilin olmadığına inanıyorum. Bu nedenle ben “bilgi hümanizması”nın yenilenmesine bağlandım.

Hümanizma, Rönesans’dan beri Avrupa’da gelişmiş olan ve insan kalitesinin çiçeklenmesine ve gelişmesine konu edinen bir düşünce akımıdır. Hümanizma indirgeyici olmayabilir ve bir bilgi hümanistinin vizyonundaki neden için yol akıldır; tabii ki bilim, hatta sanat ve felsefe dahi, evrenin çok yönlü tarzını birbiriyle uzlaştırmayı izin veren birbirilerini tamamlayıcı dil olarak hizmet ederler.

(…) İlgili sözcükler ve kavramlar ve teorik bilimin önemi, dünyanın genel resmi içine kaydedilse de, anlamları toplumdan topluma, eğitimli ve eğitimsiz toplumların durumlarına göre , sözcüklerin ve kavramların anlamlarında farklılıklar oluşur.

Bununla birlikte sanatsal kavramların bilime doğru transferi mümkündür. Çok sayıdaki sanatçı, son dönemlerdeki göz kamaştıran bilimsel buluşların sezgilerine sahip olmuşa benzemektedirler. Örneğin şair ve mistik sufi Rûmi XIII. yüzyılda, bir atom kesilmiş olsaydı içinde bir güneş sistemi bulunurdu’ diye yazıyordu :  “Bir atomun içine bir güneş gizlenmiştir : aniden bu atom ağzını açar. Bu pusu ortaya çıktığı zaman, gökler ve yer bu güneşin önünde toz halinde un ufak olurdu”. O her atomun dünyayı yakıp kül edecek bir güç yeteneğini içinde sakladığını belirtiyordu.

Saint Louis zamanında nükleer fizyon39dan bahsetmek, tam olarak şaşırtıcıdır ! Belki de orada çok daha derin karşılaşma alanları vardır. Modern bilim zamanında “kara delik” gibi kavramlar uydurulur ve “ışığın bekçisi” olduğu belirtilir, o artık şiirsel (poetik) bir süreç kazanır.

Dil arasında taşınan objektif olgu, bireysel ve öznel imgelerin dansını harekete geçirir. İmgenin beslenmesi bilim için yeni değildir.

M.Ö. V. Yüzyılda atomlardan bahseden Démocrite, zaten imgesel düzeyi de yerleştirmişti ve bu imgesel ve rasyonalite karışımı 18.yüzyıla kadar sürmüştür.

Daha sonra, bilim indirgemeciliğin (réductionnisme) gerekli bir evresine geçmişti, imgesellik, birkaç çeşitle, tahliye edilmiştir.

Örneğin ben, insanlar tarafından yapılan vuruşlarla yıldızlar tarafından oluşturulan ritimleri karıştıran, müzikal ve astronomik bir gösterinin tasarımına katıldım. Bu çalışma “ışık ve gölge” evrensel temasının birleştirici karışımıdır, çünkü o “Kara Yıldız”(Le Noir de l’étoile) diye adlandırılıyor.

Duygunun ekseriya sürpriz olarak verildiğini ilave etmek isterim. Sürprizi aşk olarak düşünelim! Oysa, hem sanatsal hem de bilimsel araştırmada, sürpriz özendiricidir.

Sürpriz olmazsa, ne olursa olsun kendi faaliyet alanında o , körelir ve kısırlaşır. Benim için ideal yaratıcı çocuktur. Çocuk, dünya için yitip bitiren bir meraka tabi, primitif bir sanatçı ve bilimci niteliğindedir. O tutkuyla yaşar, her türlü soruları sorar, bağırır, şarkı söyler, keser-yontar, inşa eder. Ekseriya, ergenlik çağında, hemen hemen her şeyi süpürür götürür.

Akıl sorgulamaya kapalıdır, bir dizi deneyimler dışında son derecede sınırlanır. Bu durumda, sanatçı ve bilim insanı kendi varlığının tümünü reddetme durumunda kalır.” http://mayaime.wordpress.com/2010/12/05/sciences-poesie-creation/

*

Mario Tessier, “Bilimin şiiri”

“ Son günlerde Amerikalı şair Stanley Kunitz’in susmuş olduğunu öğrenmekten üzüntü duydum. Ödüllü şair Newyork’daki evinde 14 Mayıs 2006’da zatürreden yüz yaşında öldü. Çok sayıdaki ödülleri arasında Pulitzer (1959) ve National Book Award(1995) ödüllerinin de sahibi Kunitz, ABD’nin çok başarılı ve saygın şairlerinden biri olarak kabul edilir. O hayatının sonuna kadar yazmayı sürdürdü. Geçen yıl (2005) son kitabını yayınlamıştı.

Kunitz çok geniş bir bakış açısına sahiptir; onun şiiri, insanları, insanlararası ilişkileri, yereldeki güzellik, dönem ve doğa hakkında her olguyu taşır. Onu kaybetmenin özellikle bana verdiği üzüntü, onun ayni zamanda bir bilim şairi, özellikle astronomi ile çok ilgili bir şair olmasındandır. Aslında şiirlerinin çoğu, “ Halley’s Comet” ( Halley Kuyruklu Yıldızı) veya “ The Flight of Apollo ” (Apollo’nun Uçuşu) gibi, gökyüzünü referans vermektedir :

“Ben yeryüzünde bir yabancıyım. Aydaki adımlarla,

Yabancı galaksilerde Yeni Kudüs’e

keyifli bir haca başlıyorum

Sıcak. Soğuk . sessizliğin kraterleri. Dönüşümün kıyılarında dalgalanıyor Sakinlik Denizi.

Ve , ötesinde Yıldızlardan haberler.”

Diğer şiirlerinde, örneğin “ The Science Of The Night ”da (Gecenin Bilimi), bir  duyguyu veya bir coşkuyu açıklamak için astronomik konuları veya bilimsel imgeleri kullanır:

“(…)size dokunmam, bir ışık yılına gider. Ruh değil, sistemiz, ve hareket ederiz Bizden habersiz bulutlarla

Büyük bir bulutsu gibi.

Ve başlangıcında, çok girdaplıdır motiflerimiz Baba aslan ile, anne yengeç ile.

Hayalperesttir kayıp kaburgam, Geçmişin ışık ve efsane oyunlarında Kimin gezeğeni toz toz eser Magellans kadar uzaktır aşifteniz

Kime hızlandırıyorsunuz sanatınızın zevkini ?

 

Zaman kaybımı büyüten camdan bir ayna Tayfında görüyorum değişen kırmızı çizgilerini, Genişliyor evren, inceliyor dıştan,

Uçuyor dünyamız, oh !.. uçuyor, hızı farklı Güçlü kapüşonlardan ve soyut uçuşlardan

Çağırıyorum sizleri, şahsınızla ve gururunuzla. Şimdi uzayın dışından akıyor bana şelaleler.

Yanımda hala umutsuzca tutunmuş ; Hava akımının girdaplarıyla

Bana sütlü yollardan sabahları getirin(…)”

 

Siz , gökyüzü şiirine adanmış sitemde, onun biyografisine ek bilgiler yanında , şiirinden de başka örnekler bulabilirsiniz.

Bilim bir başka düzeyde, eğitimini sürdürürken dünyanın güzelleşmesine pek araştıramamıştır. Bazı şairler onu anlamış ve bilimsel konuların kavranması olsun, çağdaş deneyimimize en yakın bilimsel görüntüler olsun, bilimi kendi şiirlerine dahil etmeyi araştırmışlardır. Bu tür girişimler, görünürde bu iki uzak disiplinler arasında bir köprü kurarak, hem edebiyatı ve hem de bilimi zenginleştirir. Bu, çağımızın bilimsel gerçeklerini içselleştirerek, ayrıca bir duygu çoğaltması… veya duyarlılık azalması vermeye çalışarak, çağdaş ruhun, düşüncenin evrende gerçek yerini bulmasına olanak verir.

Bir kitabe olarak, Kunitz en güzel şiirlerinden birinin, “ The Long Boat ” da yazdığı son dizelerini alıntılayalım :

“Barış! Barış ! Sonsuzluğu sallar! Önemli değildir Hangi evde olduğu”

5.  SONUÇ (MU ?)

Şiir sever misiniz ?

Ya da ;

Şiir sevmez misiniz ?

Her        iki         soruya         olumlu/         olumsuz         yanıtlar         olacaktır. “Şiir sevmem” diyen bir kişi bile güzel bir köy türküsünü, ya da güzel bir müzik parçasını dinleyebiliyordur ya da okuyabiliyordur.; bir keman konçertosundan  müthiş bir haz alabiliyordur.

“Bilim veya şiir” deyince pek çok ozanın/ şiir okuyucusunun duraksadığını gözlemliyorum. Acaba onları, “şiiri ve bilimi birlikte düşünebilmeleri için geçmişte  çok sıkı fıkı olduklarını” söylesem…

Bilim dili mantıksal ve yanlışlanabilir bir dildir; maddi ve fiziki dünyayı açıklamada kullanılır. Öteki öznel diller ise maddi olmayan başka bir dünyayı keşfetmek için kullanılırlar : örneğin sanat, felsefe, tinsellik, vb… Rasyonel olmayan bu diller “keşifler” bakımından oldukça zengin içeriğe sahiptirler.

Bununla birlikte kesinlik gerektiren bilim dili ile ifade özgürlüğü isteyen şiir dilini uzlaştırmak mümkün olabilir mi ?

Kişisel olarak bu satırların yazarı, şiir ile bilim arasında, daha genel olarak sanat ile bilim arasında bir ilke karşıtlığı olduğunu düşünmemektedir. Yüzyıllardan beri insanlar, sanat ile bilim arasındaki akrabalığı haklı olarak sorgulamaktadırlar.

Kendi mutlaklarını eleştiren, katılıklarını nüanslarla yumuşatan sanatçı korkmaz. Gerekirse ilkelerini ihlal eder, taklidi ve kopyacılığı karşı koyacak yeni  ilkeler ortaya koyar. Peki bilim ve bilim adamı başka türlü davranabilir mi ?

Tüm biçimleriyle kendi koşullarında kendi gelişimlerini sürdüren  sanat  ve bilim , ayrıntılar arasında ortaya çıkan gerilimlerden farkındalık yaratmasını da mantıki olarak sürdürürler.

Bilinmeyen zorluklar içine daha fazla nüfuz etme arzusu, hayali her bilim  adamı ve sanatçının ortak paydasıdır. Bugün sanat alanındaki uygulamalarda halka açılabilme cesareti, pek az bilim insanında gözlemlenebilmektedir. Bilimsel alanda yasaklama daha çoktur : bilimsel terimlerdeki karmaşıklıklar, sonuçların her zaman kuşku taşıması, vb..

Bilimsel bütünlük genel olarak toplumsal kültüre bağımlıdır. Bilimsel buluşlar, ne kadar gelişmiş görünürse görünsün, kendi kültürel bağlamı dışında zor anlaşılırlar. İki bin yıla yaklaşan bilim tarihine bir bütünlük içinde bakıldığında , imgeselliği dışlayan ve duygusuzluğu olumlayan (pozitivist) uzun bir sürecin yaşandığı görülüyor.

Bugün bilim öğretimi ve eğitimi, hala duygudan yoksun, soğuk bir yaklaşımla uygulanmaktadır. Oysa niçin bilgi ve duygu ayrılmak isteniyor ? Sanat ve bilim dünyasının ortak kökü “merak”tır. Öyleyse, uyumlu bir bütünleştirme sağlamak mümkündür. Hem sanatsal, hem de bilimsel araştırmalarda özendirici öğe sürprizdir. Sürpriz olmazsa hem sanatsal faaliyet hem de bilimsel etkinlik kısırlaşır ve körelir.

*

Bilim, maddi ve fiziki dünyayı açıklar…

Sanat, çoğu faydasız gibi görünen, hatta bazılarınca “…tüküreyim böyle sanatın içine ..” dedirtecek kadar farklı bir dünyayı anlatmaya çalışır.

Din de geçmişte vahiy yoluyla bazı ulu insanlara indiği varsayılan kutsal yazılardan hareketle, insan hayatını kucaklamaya uğraşır.

Kısacası,      bu      üçlü     arasında      yüzyıllardır     süren      bir     rekabet      vardır. Pekala bu gerçekten gerekli midir?

Geçmiş yüzyılların bilginleri, bugünün bilim adamlarına göre , daha az uzmanlaşmışlardı. O bakımından bilginler hem bilimle, hem sanatla hem de dinle uğraşıyorlardı. Kısacası, olumlu veya olumsuz, bilimi, sanatı ve dini birleştirebiliyorlardı.                                                       .

Özellikle büyücüler, cadılar, gözbağcıları bilimi, sanatı ve dini , mutlu veya mutsuz, evlendiriyorlardı.

*

Albert  Einstein  adında  bir  bilim  adamı  çıkıyor…  Uzun  yıllar  yaptığı çalışmaları

fantastik bir formül altında özetleyiveriyor:

E = mc243

Kısacası , bu formülü Enerjideki coşku, ahengin ve cazibenin karesi AŞK’ın ürünüdür”.

…demek için  bir   engel göremiyorum… Özetle sanatsal/bilimsel kavramların birbirilerine doğru transfer edilebileceği düşüncesindeyim.

KAYNAKLAR

Ahmet İnam, Şiir ve Akıl, Akşam Gazetesi, 18 Kasım 2012, http://www.aksam.com.tr/siir-ve-akil-8342y.html

Ahmet İnam, Edebiyata bakışta bilimin ve yorumun yeri, Edebiyat İlmi ve Problemleri Sempozyumu, Gazi Üniversitesi : 23-25 Eylül 2003, Ankara (http://www.siirpenceresi.com/poetikmetinler/ahmet_inam01.htm)

Ahmet                İnam,               Merhaba               şiir,               merhaba                metafizik, http://www.siirpenceresi.com/poetikmetinler/ahmet_inam08.htm

Ahmet     İnam,     Şiirden     doğan,     şiirle      taşınan     bir     etkinlik     olarak     bilim, http://www.phil.metu.edu.tr/ahmet-inam/siir.htm

Ahmet İnam, Şiir, şiir, şiir.., Nisan 2005, İstanbul, http://www.siirpenceresi.com/poetikmetinler/ahmet_inam09.htm

Alper                         Hasanoğlu,                         Şiir                         ve                         psikiyatri, http://www.radikal.com.tr/yazarlar/dr_alper_hasanoglu/siir_ve_psikiyatri-1143750 Ahmet Oktay, Cumhuriyet dönemi Türk şiirine bir bakış, Gösteri, Kasım-Aralık 1998 Edip                Cansever,       Düşüncenin        şiiri,        Yeditepe,        16        Temmuz        1959, (http://www.siirpenceresi.com/poetikmetinler/edipcansever2.htm)

  1. Gon, Türkiye’de      Şiir      Kuramı      Üzerine      Bir       Kaynakça      Denemesi, http://siirlersairler.blogcu.com/turkiye-de-siir-kurami-uzerine-bir-kaynakca- denemesi-g-gon/75775

Mehmet Salih Yarğı, Şiir, bilim ve felsefe üzerine mülahazalar, 15 Aralık 2010, http://mehmetsalihyargi.blogspot.com/2010/12/siir-bilim-ve-felsefe-uzerine.html Özdemir Nutku, Geleceğe kalan, bir halkın özgün ifadesi olan sanattır!, facebook üzerinden kişisel yazışma. Ekim 2013.

Jean Staune, Qu’est-ce que la Science ?, http://www.staune.fr/Qu-est-ce-que-la- Science.html

Hervé          Jamet,          Qu’est-ce         que          la          Science ?,          Août          2003,

http://www.jamet.org/Reflexions/Science/Definition.html

Jerry P. King, Matematik Sanatı, TÜBİTAK : Popüler Bilim Kitapları : 49, Ankara,2003. Carl Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, TÜBİTAK : Popüler Bilim  Kitapları

: 2004, Ankara.

Jean-Luc,      “La      valeur      essentielle     de      la      poésie”,     http://www.etudes- litteraires.com/poesie.php

John Lenihan, “Şiir bilim ilişkisi”, in : Bilim iş başında, TÜBİTAK, Popüler Bilim Kitapları

: 113, Ankara , 2003, s. 101-106

  1. Eastwood, 1961, A Book of science verse : the poetic relations of science and technology, London : Macmillan, 1961,xvi, 279 p.

E.V.Knox 1973 The Steam-givers in These Libertiees ( Özgürlükler, Buharcılar) Londra : Methuen)

Bertrand Russel, Mistisizm ve Mantık, çev. Ayseli Usluata, Varlık Yayınları , İstanbui. 1972

Robert Frost, The Poetry of Robert Frost. New York : holt, Rinehart & Winston, 1969,

s.1 ; akt. King, s. IX-X

 Hervé     BONEIN,     Sciences     et     poésie     :     des     amours          contrariées     ,     ,

http://www.revue.crdp-nice.net/fiche_ouvrage.php?ouv_id=161

Hervé Jamet, Qu’est-ce que la Science ?, http://www.staune.fr/Qu-est-ce-que-la- Science.html

Jean-Pierre Luminet,          Science, poésie,          création,          http://www.humains- associes.org/No7/HA.No7.Luminet.html

Jean-Pierre    Luminet,    Observer   effects   :    conversations   on    art    &    science,

http://archive.is/lIzj

Jean Staune, Qu’est-ce que la Science ?, http://www.staune.fr/Qu-est-ce-que-la- Science.html

Joël Des Rosiers, Science du poème, http://www.erudit.org/apropos/utilisation.html Jonathan         Vos          Post,         Science,          Poetry         and                     Democracy, http://www.magicdragon.com/UltimateSF/sfpo-15pt0.html

Mario Tessier, Astronomical poetry, http://pages.infinit.net/noxoculi/poetry.html Mario                    Tessier,        La        poésie        de        la        science,       21        mai        2006, http://www.sciencepresse.qc.ca/blogue/2006/05/21/poesie-science

Mario                  Tessier,                  L’astronomie                  et                  la                  poésie, http://pages.infinit.net/noxoculi/poesie.html

Patrick     Laude,      Introduction     à      la      Poésie      Didactique      de      F.       Schuon, http://www.religioperennis.org/documents/laude/PoesieSchuon.pdf

Paule                  Doyon,                  Qu’est-ce                  que                  la                   poésie ?, http://cafe.rapidus.net/anddoyon/reflex.html

Pierre-Vincent Cresceri, Le lieu comme croisement entre science et poésie, http://www.armand-gatti.org/index.php?art=15

Victor Hugo, L’art et la science, http://www.fabriquedesens.net/L-art-et-la-science- Victor-Hugo

Web siteleri http://pages.infinit.net/noxoculi/kunitz.html http://www.atomes-crochus.org/haikus/poemes.php

http://www.yerbilimleri.com/cernde-125-gev-kutleli-yeni-bir-parcacik-gozlendi/ http://www.larousse.fr/dictionnaires/francais/po%C3%A9sie/61960 http://www.sciencepresse.qc.ca/blogue/2006/05/21/poesie-science

agalma.ch, Art et science, http://www.agalma.ch/fr/index.php?option=com_content&view=article&id=81&Ite mid=138

Atomes           Crochus,           Poèmes           de           science,           http://www.atomes- crochus.org/haikus/poemes.php

Bernard Charbonneau,Penser la science : L’analyse do role joué par la science dans société                                                                                                                                   contemporaine,

http://encyclopedie.homovivens.org/Dossiers/penser_la_science

fabula.org,               Poésie                parnassienne :               poésie                scientifique ?, http://www.fabula.org/colloques/document388.php

fruitymag.com,               Poésie               de               la               Science               d’écriture,

http://www.fruitymag.com/po%C3%A9sie-science-s85879.htm

*https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2014

Bunu paylaş: