Söyleşi: istanbulimpro & Burak Tamdoğan

Söyleşi: istanbulimpro & Burak Tamdoğan*

Bir sahne düşünün. Modern dünyayı bilen, modern dünyaya doğaçlama tiyatroyu tanıtan… Bu sahnede, ideolojisi insan olan, arsız, muhtelif, interaktif ve eğlenceli, doğaçlamaya gönül vermiş bir mürettebat düşünün.

Dünya’ya inatla “Son 50 yılın en modern ekolü olan doğaçlama tiyatro, bizim geleneksel tiyatromuzdur!” diyen istanbulimpro ile hayatı, tiyatroyu, gündemi ve yasakları konuştuk. Tahmin edeceğiniz üzere, tamamiyle doğaçlama bir sohbet oldu

Postmodernizmin özellikle sanatta birçok tabuyu yıktığını biliyoruz. Ama bir yandan da postmodernizm birçok durumun içini boşaltıp, anlam yitimine sebep olduğunu da biliyoruz. Postmodernizmin şekillendirdiği tiyatroyu nasıl buluyorsunuz?

Öncelikle postmodernizm tartışmasında Terry Eagleton’la aynı cephede durduğumuzu söylemek gerek. Postmodernizmin, modernizmin devamından başka bir şey olduğunu düşünmüyoruz. Bu anlamda neomodernizm demek daha doğru olacaktır. Kapitalizmin tüketim döngüsü kendine de sirayet ettiği için süreklilikle kendini yenileme gereksinimi duymaktadır. Bu yenileme sürecinde tüm bilimsel, sosyal ve kültürel alanlarda gerekli kaynaklarını da yaratmaktadır. Örneğin kişisel, toplumsal bir çok alanda sıkıntılara yol açan ve klinik çözümler aranacak noktada ele alınan Voyorizm* kültürel bir araca dönüştürülebilmektedir. Büyük camekanların ardında bir yandan kendini teşhir eden insanlar, diğer yandan sokakta gezen  insanları röntgenleyerek beslenmek gibi bir kültüre yönlendirilmektedir. Klinik bir sorun kar alanına dönüştürülmüştür. İnsanlara ellerinde hamburgerle ürünün ve fast food yaşam tarzının reklamını yaptırırlarken, diğer yandan teşhircilikle bu yaşam tarzının hazını bir ürüne dönüştürmekteler. İşte postmodernizm yahut neomodernizmin kültürel yanılsaması budur. Olmayan duvarlar aşılmış, ancak gerçek olmayan sığınaklar inşaa edilmiştir. Voyorizm gibi bilimsel bir klinik bulgunun hayat pazarlaması alanında kullanılması dehasıyla buluşuruz. Ne var ki bu bilimsel veri hayatımızı kolaylaştırmadığı gibi, ticari birer eşyaya dönüşümümüzü de derinleştirir. Yıktığı bir sürü köhne tabuyla, insan olarak var oluşumuz da aynı tüketim listesinde yerini almaktadır.

Sorunun yanıtını ekoller, biçim yahut içerik açısından vermek postmodernizmin ya da bizce adıyla neomodernizmin ruhuna aykırıdır. Sunumu açısından ele almak gerekir. Çünkü  sunuluş  biçimi  sunulanı  ve  işlevini  belirler.  Işlev  de  varlık    görünümüdür.

Sorunuza; bahsettiğiniz tiyatro sunumu yüzünden elde ettiği sonuç itibarıyla pornografidir** diyerek yanıt vermek istiyoruz. Partneriniz ile yaşadığınız cinselliğe bu adı neden veremediğinizle ilgilidir mesele. Birbirinize ve bize sunuşunuz, amacınızla yani.

Söz gelimi son dönemlerde ülkemizde çokça rağbet gören In-Your-Face*** akımını ele alalım. 1990’lı yıllarda İngiltere işçi sınıfının yaşadığı yerlerden doğup, ötekileştirilmişlerin tepkisini içselleştirmiş bir ekol olarak sahneye çıkan bu akım, bugün ülkemizde o işçi sınıfının satın alamayacağı fiyatlara satılan biletlerin karşılığında sahnelenmektedir. Yani tam da tepki gösterdiği kitleye haz vermek üzere sahnelenmektedir. Ötekileştirilmişlerin içine sıkıştığı sömürü ve metalaşmaya karşı hakaret niteliğinde bir başkaldırı olan bu zavallı akım, tam da sıkıştıran ve metalaştıranlar için bir eğlenceye dönüşmüş oluyor. Bu pornografi değildir de nedir?

Sanata Devlet desteğinin gerekli olup olmadığı konusunda düşünceleriniz nelerdir? Serbest piyasa ortamında Tiyatro’nun sadece kar amacı gütmesiyle popülistleşmeşi konusunda endişeleriniz var mı?

Sanata devletin desteği olmaz. Hiçbir zaman da olmamıştır. Devlet sanatı kontrol altında tutmak için destekler gibi görünür. Uyuşturucu satıcılarının ilk malı bedava vermesinden başka şey değildir. Farkındaysanız destek deyince aklımıza hibe edilen bütçelerden başka bir şey gelmiyor. O bütçelerin karşılığının nasıl alındığı, hangi bağımlılık ve bağlılıkların yaratıldığı, bütçeler karşılığında nasıl yönlendirildiklerini, ne amaçla kullanıldıklarını hiç düşünmüyoruz. Sonuç; Devletin sanata destek vermesine gerek yoktur. Ancak insanların vergileriyle alınacak silahların parasının, toplumun duygusal ve düşünsel gelişmişliğinin fahriye ablası olan sanata aktarılmasını gerekli görüyoruz.

Bir meslek ve geçim aracı olarak tiyatronun daha çok seyirci çekmek amacıyla popülistleşmesi çok doğaldır. Bizce mühim olan, hangi popülasyonun yani kitlenin ilgisine mazhar olmak için hareket ettiği ve nedenidir. Yanıt sadece geçim ve gelir elde etmek ise, sanat halka mal olmuş, lakin “a” şapkasını yitirmiştir. Daha da kötüsü sanat halka meal**** olma olma yetisini de kaybetmiştir. Endişeliyiz ama sanatın doğasına güveniyoruz. Tarih bu güvenimizin dayanağıdır.

Muhafazkarlaşmanın her alanda kendini hissettirdiği bir dönemde, sinema ve tiyatronunda giderek muhafazakar hale geldiğini söyleyebilir miyiz?

Sanat arsız ve sorgulayan yapısıyla muhafazakarlaşma yetisine sahip değildir. Yani sanat muhafazakarlaşamaz. Ancak muhafazakarlar sanat yapabilirler. Siyasi arena ve toplum muhafazakarlaşıyorsa, sinema ve tiyatro da onu takip edecektir. Tüm dünyada popülerleşen tutumlar, kapital örgütlenmelerini gerçekleştirdikleri için  geniş çapta yayılma imkanı bulmuşlardır. Dolayısıyla tutumlar ve ideolojiler kendilerini   ifade   eden   eserleri   desteklerler.   Bakınız   Devletin   Sanata   Desteği önü açılmış finans olanaklarına sahip olmakla birlikte, henüz tüm ülkenin finans arenasını ele geçirmiş değildir. Özetle; çok oldular (!) , daha da çok oluyorlar ama henüz hepsi olamadılar. En azından biz, kendimize fiyat biçemediğimiz için, hepsi olamayacaklar.

Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) yasa tasarısı hakkında görüşleriniz nelerdir?

Devletin sanata destek olma çabasıdır. (Bakınız devletin sanata desteği ile ilgili yanıt.) Tasarım ve şık sunum kabiliyetleri olmadığından ne yeni ne de estetik olamayan bir tasma önerisidir. TÜSAK sadece iktiidarla mevcut pozisyonunu muhafaza etmek ve bundan kar etmek isteyenler için faydalı olacaktır.

Son dönemlerde peşi sıra gelen yasaklara karşı sanatın eleştirel gücünü bize biraz anlatabilir misiniz?

Bugünden tarihe baktığımızda padişahların kendilerini övsün ve adlarına methiyeler dizsin diye besledikleri sanatçıların eserlerini (!) değil, erke karşı eleştirel tutumunu korumuş ve  veya   erkten beslenirken onu  sorgulamış eserleri  sanat olarak hatırlıyoruz. Çinde Kabuki tiyatroları bir düzineden fazla hanedanın yıkılmasının sebebi olmuşlardır. Bizce eleştirmiyorsa, sorgulamıyorsa sanat mümkün değildir. Öyle olsa dondurma yalamak da sanat tarihinde yerini alırdı.

Biraz da grubunuz istanbulimpro ve oyunlarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

Biz istanbulimpro olarak Anadolu’nun ve tüm dünya halklarının öz sanat biçimi olan doğaçlama tiyatro (improve) disiplinini benimsedik. Dünyaya da bunu, son 50 yılın en modern ekolü olan doğaçlama tiyatro bizim geleneksel tiyatromuzdur diyerek bunu duyurduk. Modern dünyayı biliriz. Modern dünyanın modern doğaçlama tiyatrolarını tanırız. Onlar da bizi tanır. 2007’den beri farklı ülkelerde yapılan bir çok festival katıldık, atölyeler aldık. Aynı festivallerde Anadolu Geleneksel Tiyatrosu’ndan ve sanat biçimlerinden yola çıkarak oluşturduğumuz yeni biçimlerin atölyelerini verdik. Doğaçlama, doğası itibarıyla önceden denetlenemez. Bu sebeple de arsızdır ve muhaliftir. Bu arsızlıkla, kendi yarattığımız gösteri formatlarıyla bir cok ülkede gösteriler yaptık. istanbulimpro olarak en büyük özelliğimiz, popüler olma kaygısı güttüğümüz kesimin öğrenciler, işçiler ve en geniş halk tabakası olmasıdır. Bu sebeple Anadolu’nun geleneksel biçimlerini modern biçimlerle buluşturmak adına hareket ediyoruz. Anadolu’nun vazgeçilmez dili olan müzik ve şarkı, doğaçlama oyunlarımızın temel anlatım araçlarındandır. Oyunlarımız gibi müziğimiz ve şarkılarımız da orada, o anda doğaçlama olarak icra edilir. Beslendiğimiz toplumun ve bireysel olarak her birimizin bilinci, oyunlarımızda sahneye çıkar. Oyunlarımız ancak bizim kadar politik, eleştirel ve arsızdır. Seyirci kalan seyircilere değil, katılımcı olan konuklara oynarız. Oyunlarımız interaktiftir. Ne seyircinin, ne de bizim önceden kurguladığımız şeyler olur sahnemizde. Katılımcılarımıza “aldın biletini, ne varsa onu izleyeceksin” demeyiz. “Hadi bakalım bi’el atın birlikte yaratacağız” deriz. İdeolojik olarak tutumumuz gereği, mekansal ve makamsal tahakküm kurmayız. Yönetmen yoktur bizde. Katılımcılarımızın üstünde, yüksek bir sahnede oynamayız. Katılımcılarımız hem etken olsunlar, hem de sahneyi rahat görsünler diye bizden yüksekte otururlar.

Oyunlarımız:

Ne Ala Temaşa: istanbulimpro’nun kurulduğu günden bu yana oynadığı oyunu. Katılımcılardan  alınan  yönelimlerden  hareketle,  kısa  oyuncuklardan  (Short  Form) oluşan bir doğaçlama kabaredir.

Kayıp Oyun: Formatı bize ait olan ilk oyunumuz, doğaçlama çalınan iki dakikalık bir müziğe seyircinin yaptığı yorumlar üstüne kurulan uzun bir öyküdür (Long Form).

Bir Zamanlar: Formatı istanbulimpro kurucularından Koray Tarhan ve kadim dostumuz psikolog Tolga Erdoğan tarfından oluşturulan, seyircinin bilinç altını sahneye çıkaran uzun oyunumuz (Long Form)

Olay Rusya’da Geçiyor: Seyircilerden alınan yönelimlerin kılavuzluğunda, Çehovyen tarzda oynanan, Çehov’un yazmaya vakit bulamadığı bir uzun oyundur (Long Form).

Bir Zamanlar Kadın: Bir Zamanlar oyunumuzun formatında, istanbulimpro’nun kadın oyuncuları tarafından kadın bakışıyla oynanan uzun oyunudur (Long Form).

Davul Tozu: Formatı grubumuzun kurucularından Koray Tarhan ve Burak Tamdoğan’a ait, seyirci ile yol alan iki kişilik ve açık biçim uzun oyunudur (Long Form).

istanbulimpro’nu Kısa Tarihçesi

-2007 yılında İstanbul’da Evren Gülseven, Evren Duyal, Koray Tarhan, Zeynep  Özyurt Tarhan ve Burak Tamdoğan tarafından kuruldu. İlk gösterilerini bir yıl boyunca Beyoğlu’nda sonradan el değiştirip adı 2.Kat olan Rengahenk Sanat Evi’nde yaptı.

-2008 yılında Galatasaray Meydanı’nda kendi sahnesini, Beyoğlu Terminal’i açtı.

-13-20 Mayıs 2012 tarihleri arasında 1.İstanbul Uluslararası Doğaçlama Festivali’ni gerçekleştirdi. Amsterdam, Berlin, Chicago, Toronto gibi şehirlerde yıllardır düzenlenen Uluslararası Doğaçlama Festivalleri’nin bir benzeri Türkiye’de ilk defa istanbulimpro ve Akla Ziyan Oyuncular Topluluğu işbirliğiyle İstanbul’da hayat buldu. Festival  sürecinde,  Türkiye’den  pek  çok  doğaçlama tiyatro grubunun yanı sıra, Atlanta (ABD), Seatle (ABD), Chicago (ABD), Milano (İtalya)’dan pek çok sanatçıya ev sahipliği yaptı.

-2013 yılında Beyoğlu’ndan Kadıköy’e, Halitağa Caddesi’ne taşınıp Kadıköy Terminal Sahnesi’ni açtı. 2.Uluslararası Doğaçlama Festivali, 2013 Mayıs’ında Kadıköy  Terminal Sahnesi’nde gerçekleşti. istanbulimpro gösterilerini halen bu sahnede oynuyor.

*Röntgencilik (Voyörizm)

Bu terim soyunurken, tuvalet ihtiyacını giderirken veya cinsel ilişkide bulunurken insanları gözetleme davranışı için kullanılır. Normal cinsel ilişkiye girme isteği veya gücü olmayan kişilerin, sevişen bir çifti veya soyunan birini seyrederek doyum bulması olayına röntgencilik denir. Şüphesiz ki bu olay çok yaygındır ve ılımlı düzeyde hemen bir çok yerde görülebilen nisbeten zararsız bir davranıştır. Gerçekten de karşı cinsin vücudunu veya cinsel organlarını görmek insanı seksüel yönden uyarır. Aynı şekilde soyunan bir kişiyi veya cinsel ilişkiyi seyretmek de kişiyi heyecanlandırır. Bu nedenle strip-tease gösterileri, göbek dansı, erotik filmler veya pornografik yayınlar insanların çoğunun ilgi gösterdiği şeylerdir. Yani şu ya da bu şekilde röntgencilik bir çok kişiyi tahrik eden bir olaydır. Aynı teşhircilik olayında olduğu gibi, her insanda biraz röntgencilik vardır denilebilir. Ancak röntgencilik kişinin tek ve en önemli cinsel tatmin yolu olup, normal cinsel ilişkinin yerini alırsa o zaman bir cinsel davranış bozukluğu söz konusudur.

Röntgencilik eğilimi çocukluk çağlarında çok daha açık bir şekilde görülür. Merak dürtüsü ile tuvalet kapısını gözleme olabilir. Ancak bu merak dürtüsü tatmin edilince gözetleme isteği de haliyle kaybolur. Teşhircilik ve röntgencilik madalyonun iki yüzü gibidir. Genellikle kastrasyon kompleksine dayanır. Ayrıca çocukluk çağında cinsel ilişkiye  şahit  olmanın  yarattığı  korku  ve  suçluluk  duyguları  da  önemli  etkenlerdir.

Daha önceki bölümlerde değinildiği gibi cinsel organlar ve cinsel ilişki hakkında verilecek doğru ve olumlu bilgilendirme ile ilerde bu gibi cinsel davranış sorunları önlenebilir.

**Pornografi

witold gombrowicz‘in aynı isimli yapıtında şöyle tanımlanıyor pornografi: “en basit biçimde açıklamaya çalışalım. insan, biliyorsunuz, mutlak olana, eksiksizliğe, gerçeğe, tanrı’ya, tam bir olgunluğa yönelir. her şeyi kavramak ve kendini bütünüyle gerçekleştirmek; uyduğu ahlâk buyruğu budur. oysa pornografi’de, bana kalırsa insanın kuşkusuz çok daha gizli, hattâ bir anlamda yasadışı bir başka amacı ortaya çıkıyor: tamamlanmamışa… yetkinsizliğe… düşmüşlüğe… duyduğu ihtiyaç…”

***In-your-face tiyatro: (İngilizce suratına ya da yüzevurumcu tiyatro), 90’lı yıllarda İngiltere’de ortaya çıkan bir tiyatro anlayışı. Son yıllarda Türkiye’de de örnekleri sahnelenen In-your-face, ana akım tiyatrodan içerdiği şiddet dozu, uyuşturucu kullanımı canlandırmaları ve cinselliğe yapılan vurgu, hatta çeşitli cinsel davranışların açıkça sergilenmesi üzerinden ayrılır.

Oxford İngilizce Sözlüğü’nün 1998 versiyonunda “in-your-face” ifadesinin anlamı, “açıkça saldırgan ya da kışkırtıcı, görmezden gelmenin ya da kaçınmanın mümkün olmadığı şey ya da olay” şeklinde verilir. Bu noktada “gerçeklerin yüzünüze ani ve ağır tepki uyandıracak bir şekilde çarpılması” olarak tanımlayabiliriz in-your-face tiyatronun amacını. Bu tiyatro akımını 2001 yılında “Suratına Tiyatro” (In-your-face Theatre: British Drama Today)

****Meal

Her yönüyle aynen aktarılması mümkün olmayan bir sözün başka bir dile yaklaşık olarak çevirisidir.

Fırat Tunabay

*https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2014

Bunu paylaş: