Karanlığın Sol Eli: “Kadın” veya “Erkek” Değil de “İnsan” Olmak – Tuğçe Yapıcı

Karanlığın Sol Eli: “Kadın” veya “Erkek” Değil de “İnsan” Olmak *

Ursula K. Le Guin’i hiç okumamış olanlar bile Yerdeniz Serisini  (üçleme  olarak başlayıp daha sonraları dörtleme ve beşleme haline geldiği için seri demeyi yeğliyorum) veya Mülksüzler’i duymuştur. Bunların haricinde yazarın en çok sevdiğim eserlerinden birisi de 1969 yılında yayınladığıKaranlığın Sol Eli’dir (The Left Hand of Darkness). Bu romanın tarihsel öneminden biraz bahsetmeden konuya girmek istemiyorum çünkü yazıldığı dönemden beri epeyce ses getirmiş bir eserle karşı karşıyayız. “Yılın en iyi romanı” dalında hem Hugo hem de Nebula Ödülleri’ni almış, farklı  kaynaklar  tarafından  tüm  zamanların  en  iyi  bilim  kurgu  romanları arasında gösterilmiş, Le Guin’in derin ve felsefi bakış açısı sayesinde bilim kurgu janrını farklı bir düzeye  taşımış bir roman Karanlığın Sol Eli. Ayrıca Mary   Shelley’nin Frankenstein’ından (1818) beri bir kadın tarafından yazılan ilk bilim kurgu romanı olarak kabul ediliyor. Yani bir bakıma bilim kurgu janrını erkek yazarların egemenliğinden kurtarıp kadınlara da bu türde eser vermenin yolunu açmış sayılıyor.

Romanı okumamış olanlar için kısaca özetlemek gerekirse; gelecekte, yüzyıllarca sonraki bir zamanda 83 gezegenden oluşan bir kolektif var: Ekumen. Dünya gezegeninden Genly Ai isimli bir elçi, gezegen sakinlerini Ekumen’e katılmaya ikna etmek amacıyla Kış gezegenine (yerlileri buraya Gethen dese de Ekumen’in verdiği isim Kış) gidiyor. Ekumen bu gezegeni Kış diye adlandırıyor; çünkü burada yaşanan tek mevsim kış. Biz bu gezegende olup bitenleri roman boyunca Genly Ai’dan dinliyoruz. Yani farklı bir gezegendeki yaşayışı yine bizim gibi bir dünyalının bakış açısından okuyoruz. Gethenliler biz dünyalılara çok benziyor. Görünüşte tek farkları kemer burunları; bu da soğuk iklim koşullarına karşı bir önlem niteliğinde. Fakat biraz daha dikkatle bakıldığında bu gezegenin sakinlerinin androjen yapıda olduklarını görüyoruz. Yani ne kadınlar ne de erkek. Ayda sadece bir hafta süren kemmer adlı dönemde kadın veya erkek cinsel organlarına sahip olup bu hafta boyunca cinsellik yaşıyorlar, fakat kemmer dönemi dışında herhangi bir cinsiyete mensup değiller.Kemmer döneminde kimin kadın kimin erkek olacağı ise sabit bir özellik değil, her ay farklı bir cinsiyete sahip olabiliyorlar. Dolayısıyla aynı birey bir çocuğun annesiyken başka bir çocuğun babası olabiliyor. Hâl böyleyken ebeveyn olmak bile Gethenlilere sabit bir cinsiyet kazandırmıyor. Gethen’de cinsiyet olmadığı için haliyle ne toplumsal cinsiyet kavramı mevcut ne de bu kavramın bireylere dayattığı roller. Yine de biz romanı bir dünyalının (Genly Ai) gözünden okuduğumuz ve androjeniyi sadece kavram olarak tanıdığımız için anlatılan karakterleri imgelemimizde  kadın veya erkek olarak canlandırma temayülü gösteriyoruz. Örneğin siyasetçiler anne bile olsalar onları erkek olarak hayal etmeye teşneyiz. Karanlığın Sol Eli’ni anlamlandırma sürecimizde oradaki dünyanın içine ne kadar girmeye çalışsak da bize öğretilen kalıplardan kurtulup farklı bir algı geliştirmemiz neredeyse imkansız.

Peki bu kemmer döneminde bir cinsiyete ve cinsel isteğe sahip olduğu halde eş bulamayanlar ne yapıyor diye merak edebilirsiniz. Gethenliler eşlerini bulmadan bir cinsiyete kavuşamıyorlar. Hatta cinsiyete sahip olmaları için her iki tarafın da cinselliğe istek duyması gerekiyor. Yani cinselliğin yolunu açan anahtar ”istek”ten geçiyor. Cinsel ilişki yalnızca karşılıklı isteğin varolduğu durumlarda gerçekleştiği için Gethen’de cinsel istismar kavramı da söz konusu değil. Bizim dünyamızdan farklı olarak kimse tecavüze uğramadığı için devletler de tecavüzden doğan çocuklara bakmayı vadetmek zorunda falan kalmıyorlar (Yoksa bizim başımıza bütün bu saçmalıkları açan o çok sevdiğimiz, hiç bozmadan sürdürmeye gayret ettiğimiz, masum mu masum toplumsal cinsiyetlerimiz miymiş?) Belirtmeden geçemeyeceğim ki ayın her günü kemmer döneminde olup her an cinsellik yaşamaya hazır durumda olanlar Gethen’de sapık statüsündeler.

Gethen’de cinsiyet olmadığı için kadınlık ve erkeklik rolleri yok. Cinsel istismar yok. “Peki başka ne yok?” derseniz Ursula K. Le Guin’in direkt olarak bir  bağlantı kurmayıp bizim yorumumuza bıraktığı bir nokta var ki üzerinde uzun uzun tartışmaya değer. Gethen’de savaş yok. (Savaşın olmaması soğuk iklim koşullarıyla da alakalı olabilir, Le Guin’in bu konudaki algımızı yönlendirmek üzere bir dayatması yok.) Ülkeler var, milliyet kavramı var, milletler var fakat başka toprakları fethetmek adına duyulan bir istek yok. Savaşçı ruh yok. Hatta Gethen dilinde “savaş” anlamına gelen bir sözcük bile yok. Dünyamızda daima “barış” istendiği, “savaşa hayır” sloganları herkesin dilinde dolaştığı halde modern toplumlarımız için savaş vazgeçilmez bir kavram. Öyle ki, “barış” kağıt üzerinde hoş duran bir kavram olsa da pratikte mümkün olup olmadığı hâlâ tartışma konusu. Savaşa dair en sık yapılan benzetmelerden birisi de “ırzına geçilen topraklar”dır. Yoksa “ırza  geçme”nin olmadığı topraklarda savaş da mı olmuyor? Savaş dediğimiz şey toplumun  erkeklere biçtiği rollerin bir sonucundan mı ibaret? Yani bir bakıma kendi ellerimizle yaratıp sonra da şaşkın gözlerle nasıl kontrolden çıktığını seyrettiğimiz bir canavar mı? Gerçek bir erkek olmanın baş koşulunun askere gitmek olarak kabul gördüğü toplumlarda erkek olmak savaşçılıkla mı özdeşleştirilmiş? Bu durumda; Erkek olmak = Savaşçılık, Fetih = Irza geçmek ise erkeklik rollerinin varolmadığı toplumlarda tecavüz de savaş da varolmaz mı? (Tecavüzle ilgili yapılan araştırmalarda her daim çıkan bir sonuç da tecavüz eyleminin sanıldığının aksine cinsel istekten değil otorite kurma arzusundan doğduğu ki bu da mütevazı denklemimizi destekler nitelikte bir bulgu).

Karanlığın Sol Eli, Umberto Eco’nun açık metin (opera aperta) kavramıyla açıklayabileceğimiz, okuyucunun algısını yönlendirmekten mümkün mertebe uzak duran bir metin. Okuyucunun kendi bağlantılarını kendi birikimine göre kurmasını bekliyor, yorumlama sürecinde okuyucuyu kısıtlamaktansa birbirinden farklı okumaları teşvik ediyor. Kitaptan  yedi  sene  sonra  yayınlanan Is  Gender Necessary? (1976) adlı makalesinde Le Guin geriye dönüp Karanlığın Sol Eli’ni yeniden gözden geçiriyor ve kendi eksik bulduğu noktaları da belirtmeyi ihmal etmeden kitaba dair düşüncelerini anlatıyor. Evet, romanda birtakım eksiklikler olabilir ama zaten Le Guin bize hiçbir zaman ütopyalar sunmadı. Sadece başka türlüsünü düşünemediğimiz bazı kavramlarda değişiklikler yaparak ortaya çıkardığı yeni dünyaları bizimle paylaştı. Ama bunu yaparken de kendi kurduğudünyaları idealize etmedi, ütopya veya distopya olarak göstermedi. Sadece kurduğu sistemlerin iyi ve kötü yönlerini kendi bakış açısından anlattı. Aynı makalede Le Guin, okuyucuya çok fazla boşluk bıraktığını ve bu boşlukları hayal gücüyle doldurmak için metinle işbirliği yapan okuyuculara duyduğu minneti de belirtiyor. Le Guin’in Karanlığın Sol Eli’nde eksik bulduğu noktalar arasından bana göre en önemli olanı homoseksüel ilişkiyi tamamen yok saymış olması. Gethen halkının kemmer döneminde sadece heteroseksüel ilişki yaşayabilmesi heteroseksüalitenin bir nevi normalleştirilmesini ve mümkün olan tek seçenek olarak görülmesini de beraberinde getiriyor.

Geriye dönüp bakıldığında Le Guin’in ve bizim de görebildiğimiz birtakım eksikliklerine rağmen Karanlığın Sol Eli bolca soru sorduran bir roman. Kaldı ki kimi zaman bir romandan beklediğimiz sadece budur. Bizim gibi her yeni güne kadın/töre cinayetleri ve kadın intiharlarıyla uyanan, namus belasına döktüğü kanın haddi hesabı olmayan, sevgisinden/aşkından/namusuna düşkünlüğünden/aşkına karşılık bulamadığından eşini/(eski) sevgilisini/sevdiği kadını öldüren adamların “bu ne sevgi ah bu ne ızdırap” dedirttiği bir ülkede yaşarken androjen bir gezegende yaşamanın nasıl olacağını hayal etmek elbette çok heyecanlı. Doğduğumuz andan itibaren “kadın” veya “erkek” olmak üzerine yetiştirilmeseydik de “insan” olabilseydik nasıl olurdu acaba? Ya da o zaman gerçekten “insan” olabilir miydik? “Kadın/Erkek dediğin…” diye başlayan sayısız kalıbı defalarca beynimize işlememiş olsalardı bambaşka insanlar olacağımız kesin, peki ama nasıl insanlar olurduk?  Erkek çocukların eline silahlar, askerler, tanklar tutuşturmayı bıraksak bundan sonra yetişen çocuklar “erkek” olamazlar mı? “Erkeklik” diye yerlere göklere koyamadığımız şeyin temeli uyduruk plastik oyuncaklara mı muhtaç? Peki kız çocuklarının oyuncakları ev eşyaları, mutfak eşyaları, bebekler mi olmak zorunda? Üç yaşında bir kız çocuğunun eline yolda yürürken ittirmesi için bir oyuncak bebek arabası vermezsek o çocuk büyüyünce anne olmayı beceremez mi? Ev işinden anlamayan, “kocasını idare etmek”ten aciz, anne olmayan bir kadın “kadın” sayılmaz mı? Peki ya “insan” sayılabilir mi?

Ya da başka bir şekilde sorarsam “insanlık” bütün bu soruların neresinde? Şayet bütün hayatımız önce “kadın” veya “erkek” olmayı öğrenmek, sonra da rollerimizi unutmamak için yaşadığımız sürece öğrendiklerimizi prova etmekle geçiyorsa  “insan” olmayı ne arada öğreniyoruz? Sanırım öğrenemiyoruz. Karanlığın Sol Eli’ni okurken fark edip okuduktan sonraki yıllarda iyiden iyiye kavradığım bir gerçek var ki o da cinsiyetini ortadan kaldırdığımız takdirde bir “insan”ın ne olduğunu  anlamaktan aciz olduğumuz. İşte sevgili cinsiyetlerimizin bize yaptığı bu; fakat onlardan kurtuluş mümkün olmadığına göre “kadın” veya “erkek” olmayı bırakıp salt “insan” olmamız da hiçbir zaman mümkün olmayacak.

* Bu yazı daha önce 22 Ekim 2012 tarihinde Grizine’de (www.grizine.com) yayınlanmıştır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2014

Bunu paylaş: