Ölüm Üşütür – Abdullah Rıdvan Can

Ölüm Üşütür* 

 

Karanlıkta olmayanın söyleyecek sözü de yoktur!

 

N.D.

…………………………………………………………………………. “Ben kimim?”

O bir siyahtı. Sadece bir renk… Bir gün beyaza aşık olduğunda daha da siyahtı. Gölgenin en derini, kuyuların en dibi, gecenin fecre yüz tutmuş hali gibi. O bir siyahtı. Sadece siyah… bir renk… ti…

……………………………………………………………….

Sesin sağırlaştığı bir andı. Odada tıkırtısı duyulsun diye konmuş bir saat bile yoktu. O yüzden zaman neydi nereye doğru gitmekteydi bilinmiyordu. Sadece endişeli ve küflü gözlerle battaniyenin altından tahta kapısını gözlüyordu odanın. Pencerenin çatlak kenarından incelerek giren rüzgar içeride tufanlar koparıyordu. Odada birkaç parça eşya, bir ince halı ve demir bir soba vardı. Kapağı yarım bir şekilde açılmış sobanın içindeki küller etrafa savruluyordu. Küllerin zerrecikler halinde uçuştuğunu gördükçe yanmayan sobanın içine üşümüş gözleriyle bakıyordu. İşte, bir kül zerresi saçlarına konuyor saçlarını daha da ağartıyordu. Ölüme yaklaşmanın en naif halini hissediyordu o an. Üşüdükçe, içindeki ruhu bedeninden sıyrılmaya ya da oralarda bir yerde uyuyup kalmaya çalışıyor gibi geliyordu. Titreyen dudaklarından  sızan  ince  bir  salyanın  rengine  bürünmüş  gibiydi  sık  sakalları.

Gözlerinin altındaki çukurlar pencerenin çatlak kenarıyla bir olup cereyan yapıyor, adamın gözlerini üşütüyordu.

Kadın tahta kapının mandalını zorla yerine geçirdikten sonra derisi kalınlaşmış topuklarının altına giren kırmızı eteğini çekiştire çekiştire sobanın başına gitti. Elindeki odunu içine attı ve eski bir şişede numune olarak duran gazı odunların üzerine damlattı. Kadın eğilip yanan ateşin ucuna sardığı tütünü değdirdi. Bir iki nefes… sonra tütün de yandı. Kadın sobanın başında öylece çökmüş tütünü içine çekiyor, bir yandan da öksürüyordu. Adam ayaklarının kalbinden önce durup öldüğünü sanıyor topuklarını ve parmaklarını battaniyenin ucunu gererek hissetmeye çalışıyor ama olmuyordu. Bir müddet daha beklemeliydi. Umarsız gözlerle, odada bir o yana bir bu yana gidip gelen, kadını izliyordu.

Kadın adamın yanına geldi. Ellerini battaniyenin altından çıkarıp tuttu. Soğuktu. Adamın içinden ılık bir şeyler yürüdü. Kadın adamın ellerini yerine koydu tekrar.  Bu elleri tanıyordu adam. Usulca yatağın içinde ısınmaya başladığını hissetti bir an. Kulaklarında bir kızarıklık peyda olmuştu. Kadın birden parmak uçlarına yükselip pencereden dışarıyı, daha da ileriyi görmek için kalktı. Sonra koşarak kapıya doğru gitti ve kapıyı açtı.

……………………………………………………….

“Ben Beyaz”

Sararmış bir yaprağın gölgesi de siyahtır. Gelinin üzerindeki kıyafet ne kadar beyazsa damadın üzerindeki de o kadar siyahtır. Ellerindeki nasırların zaman döngüsü umutsuzsa siyah, değilse beyazdır. Dünyada iki renk vardır. Yeşil beyazdır, kırmızı siyah mesela… Ama hepsi siyahtır. Böyle bir avuntuydu siyahınki…

……………………………………………………………………

Adam yerinden doğrulmuştu. Ellerindeki gitmeyen soğukluğu alnına yazılmış bir kader gibi görüyordu artık. Kadın onun doğrulduğunu görünce kapıyı kapatıp kapatmamak arasında kalarak koşup yanına geldi ve omuzlarından tutup geriye doğru yasladı. Adam kadının ellerindeki sıcaklığı kıskandı birden. Sonra kim olduğunu bilmediği bu kadını kendine doğru yavaşça çekti ve sarılmaya çalıştı. Kadın hiç tepki vermeden öylece kaldı bir müddet. Bir yandan da kapının aralanan kısmından kimin olduğuna bakıyordu. Bir kadındı. Yaşlıca bir kadın… “Acaba benim karım mı” dedi. Nasıl yani? Kendi karısının yüzünü mü unutmuştu şimdi? Kapıdaki kadın yazmasını ağzına çekiştirerek elindeki küçük güğümü kapıya bıraktı ve içeri bakmadan hızla uzaklaştı. Adam da az önceki buz teninin ateşe kestiğini hissetti. Tahta kapı hızla çarpılıp duvara değdi. Kadın kendini geri çekti hemen ve kapıya doğru seğirtti. Adam o ara duvara doğru devirdi bedenini ve arkasını dönüp bir süre sesleri dinledi. Kadın kapının önündeki güğümü içeri aldı ve sobanın üzerine koydu. Güğümün kenarlarından sızan sular usulca, daha sonra da belli bir ritimle sobanın üzerine düşüyor ve odadaki rüzgâr sesinden sonra biraz olsun başka bir ses duyulmasına vesile oluyordu. Tıs tıslayan güğümün başında duran kadın, kırmızı eteğini çekiştirerek burnundaki sümüğü aldı ve eteğini saldıktan sonra üzerindeki bluzu çıkararak sobanın başucuna oturdu. Kadının alev alev yanan yüzünden adama doğru soğuk bir yel esiyordu. Kadın bir ara sobanın arkasına geçti. Adam tekrar odaya doğru dönmüştü ve gözleri kadını arıyordu. Adam sobanın yanında duran kadının kim olduğunu çıkarmaya çalışıyordu. Sonra tüm bunları unuttu ve kadına doğru baktı. Kadın az önce eriye eriye kalmamış tütününden son nefesi çektikten sonra kalanını sobanın üst kapağından içeri attı. Adam tütünü görünce bu kadının o kadın olduğunu anlayarak rahatladı ve başını yastığa koydu tekrar. Kadın adamın yanına geldi ve ellerini tuttu. Adam kadını kendine doğru çekmek istedi ama takati yetmedi. Kadın da birden açılan  pencereyi görünce hemen uzaklaştı oradan ve adam boylu boyunca uzandı olduğu yere. İçindeki aşka, evet hiç aşık olmamıştı ama bu kez yaklaştıkça çoğalan uzaklaştıkça hüzün hissettiren bu duyguya aşk dedi bilip bilmeden. Oysa yıllardır köyden dışarı çıkmamış şehre ancak ve ancak mazot için gitmişti. Karısıyla evlenirken de aşık olmamış, babası buyurdu diye almıştı. Birden aklına karısı geldi. Ya, demin tam bu kadını kendine çektiğinde içeri girseydi. Hiç mi akıl edememişti bunu bu adam. “Hay Allah” dedi. Biraz pişman olmuştu ama artık kadından alamıyordu gözlerini. Battaniyenin altına iyice girmişti. Battaniyenin tüyleri nefes alıp verdikçe inip inip kalkıyordu. Biraz olsun ısınmış gibiydi vücudu ve  battaniyenin bir kısmını sıyırdı üzerinden. Belinden yukarısı açıktaydı şimdi. Soluk alışverişleri biraz daha hızlandı. Alnında ateşin gezindiğini hissetti. Kadın sobanın üzerindeki güğümün içine parmağını değdirdi usulca. Isınmıştı. Kadın adamın yanına gitti ve ellerini saçlarında gezdirdi. Sonra parmakları arasında kalan yağı ovuşturdu. Adam da, kadın ellerini çektikten sonra, elini saçında gezdirdi. Onun da elleri yağlıydı. Kaç gündür uyuyordu ki?

Kadın adamın kat kat giyinmiş elbiselerini çıkarmaya başlamıştı. Önce kazağı,  sonra gömleği, altındaki fanilayı, onun altındaki… derken birden içeri adamın karısı girdi. Adam hemen kendini yatağa bıraktı, yüzünü çevirdi ve uyuyor gibi yaptı. Karısı elinde bir bardak sütle yarı çıplak bu adama yaklaştı. Sırtından doğrulttu ve tam içirecekken, odadaki kadın sobanın ardındaki su dolu maşrapayı bir eline güğümü de diğer eline almış koşar adım döke saça geliyordu. Adam süt içme işini biraz ağırdan aldı. Karısı anlamıştı durumu. Susadığını hissetmişti adamın. Adam sütü eliyle usulca itti. Karısı kenara çekildi. Duvara iyice sabitlendi o an. Kadın elindeki maşrapayı adamın ağzına dayadı. Adam bilmem kaç zaman böylece, üzerine döke döke içti suyu. Kadın, suyu bitirince de kafasını eğip saçlarını yıkayacaktı adamın.

…………………………………………………………

“Ben Siyah”

“An”da kaybolan tek renktir siyah. Beyaz asılı durur örümcek gibi zamanda ve mekânda… Uzun bir rüya gibidir siyah kısa ve mutludur beyaz. Kadın gitmişse siyahtır kalmışsa beyaz anne ölmüşse siyahtır baba ölmüşse beyaz ergene göre. Dil söylerse kulağın işitmesi gerek. Siyah yalnızca bir renkti. Ve beyaza aşık olduğu  gün daha da siyahtı. Siyah bir renk…mi…idi?

……………………………………………………………..

Suyu kana kana içmişti sonunda. Adam kadına bakıyordu hüzünle. Kadın adamın karısına, karısı ise adama bakıyordu. Bu sessizliğin orta yerine inmişti işte karanlık. Akşam oluyordu yavaş yavaş. Ayazın üşüttüğü bu bedenler bu köyde bu zamanda ne yapıyordu ki? Adam uzunca baktı kadına. Sonra usulca yattı yatağa. Gözlerini örümceklerin mesken tuttuğu tavana dikti. Evet, olsa olsa bir haftadır uyuyordu. Yoksa bu tavan bu kadar örümcek yuvası olamazdı. Karısı iniltiyle karışık bir ağlamayla dışarı çıktı. Kadın içerde kaldı ve bir tütün daha yaktı. Güğümü tekrar sobanın üzerine koydu. Sobanın üzerindeki güğüm tıslıyordu. Ağırlaşmıştı sesi. Kadın pencereden dışarı çok yakın bir yerde birilerini görmüş gibi bakıyordu. Adam sırtüstü öylece kalakalmıştı.

Battaniyenin tüyleri birden duruverdi. Adam taş gibi donmuştu. Kadın kırmızı eteğini  yüzüne  gözüne  sürüyordu.  Kadın  ağlarken  içeri  iki  adam  geldi.  Birinin elinde büyükçe bir bıçak vardı. İçlerinden biri battaniyeyi üzerine çekti adamın. Sonra da karnının üzerine bıçağı koydu. Kadının feryatları içine dönmüş, adamların ağızlarından çıkacak cümleleri bekliyordu.

“Başın sağ olsun hanım. Kocanı eski karısının yanına gömeceğiz. Vasiyetidir.

Bu adam ölmeden önce de böyle soğuktu oda. Kadın dışarı çıkan adamların ardından kapıyı kapatmadı. İçerde üşüyüp de donarak ölmek için… Ne de olsa şimdi biterdi bu alev. Güğümün sesi gitgide ağırlaşıyordu çünkü.

……………………………………………………

“Ben kırmızı”

İşte siyah sonunda beyaza göçtü. Bu gerçek bir göçtü. Siyah ellerinden kan  çekilene kadar beyazın kucağında ucuz bir pazende gibi ılık bir örtüyle örüldü. Karanlık bir zeminde, siyah olarak doğup beyaz olarak orada söndü.

…………………………………………………….

Kadın iri gözlerindeki yaşı sildi. Kalktı ve rüzgardan yarı kapalı duran kapıyı ardına kadar açtı. Adam usulca dışarı çıktı. Ama adam yataktaydı.

*https://issuu.com/azizm/docs/e-derginisan2013

Bunu paylaş: