İktidar Bloğunun Çaresiz Çırpınışları – Can Önen

İktidar Bloğunun Çaresiz Çırpınışları* 

Bir ayı aşkın süredir ülkemizi sarsan Haziran direnişi, milyonlarca insanda heyecan ve umut yarattığı kadar, iktidar bloğunda da şaşkınlık ve öfkeye neden oldu. Direniş, AKP kurmaylarının son yıllarda yüzlerinden hiç eksik olmayan ‘‘sırıtış’’ı silmenin ötesinde, dikkate alınması ve değerlendirilmesi gereken tepkilere yol açtı. Bu yazıda kabaca, başta AKP kurmayları olmak üzere iktidarın bürokratından ideologuna, gazetecisine kadar farklı kesimlerinden direnişe yönelik ortaya çıkan tepkiler ele alınacak.

‘‘Vallahi mangal yapacaktık polis abi’’

Haziran direnişinin, AKP diktatörlüğüne karşı 10 küsur yıldır dişe diş bir mücadele veren örgütlü kesimler dışında hemen herkeste bir şaşkınlığa yol açtı. Diktatörlüğe karşı kararlı bir şekilde halkı ayağa kaldırmaya çalışanlar, milyonların sokağa dökülmesine çok da şaşırmadı. İktidar ve yandaş cepheye baktığımızda ise durum biraz daha farklı. Kendi yarattıkları ileri demokrasi efsanesine öylesine inanmışlardı ki, halk biriken öfkeyi dışa vurarak direnişe geçince, bu cephede ortaya çıkan tepki çoğu zaman direnişçilerin ortaya koyduğu akıl dolu mizahtan bile daha komik oldu. Zaman-Yenişafak-Akit-Star gibi gazatelerde eylemlerin 4. Gününden itibaren boy göstermeye başlayan, ‘‘ajan eylemci’’ haberleri akla gelmeli. Hatırlayacak olursak bu haberlerde açık açık ‘‘yabancı uyruklu bazı kişilerin piknik tüpleriyle taksimde katliam yapmak üzereyken yakalandıkları yazıldı’’ ve bu haberlere gülmemiz için bu kişilerin aslında Erasmus öğrencileri olduklarının ortaya çıkması gerekmedi bile.

Faiz değil, lobisi haram

İlk günlerde başta AKP kurmayları olmak üzere iktidar cephesinden kimse yaşananlar karşısında ne diyeceğini bilemedi; daha sonra Erdoğan’ın ilk açıklamasıyla ‘‘dış mihraklar’’a ve faiz lobisine işaret etmesiyle birlikte, yandaş medya kuruluşları da hangi eksende habercilik faaliyeti yürütebileceklerine dair bir tutum geliştirdi.

Erdoğan sessizliğini korurken yatıştırıcı bir ton tutturan ve meseleyi geçiştirmeye  çalışan  kurmayların  çabaları Başbakan’ın  ağzını açmasıyla büyük ölçüde boşa düşmüş oldu. Diktatörün sert çıkışıyla ve polis şiddetinin artmasıyla iyice kitleselleşen eylemler, bir kez daha iktidar bloğunun ‘‘aman padişahım sen ağzını tutamayacaksın anlaşılan en iyisi birkaç tur at, geri gel’’ demelerine ve Erdoğan’ı Afrika gezisine çıkarmalarına yol açtı.

Bu esnada iktidar bloğunun ikinci önemli öznesi olan cemaatin amiral gemisi olarak nitelendirilen Zaman gazetesinden, müttefik ABD’nin de pek sahip çıkmaması üzerine, Erdoğan’a ayar vermeye yönelik bazı yazılar yayınlandı. Bu süreçte gereğinden fazla güçlenen Erdoğan’ı halkın biraz hırpalamasına izin veren ABD, bir yandan da diktatörüne sahip çıkmayarak aslında AKP’nin sarıldığı dış mihraklar argümanına da malzeme sağlamış oluyordu. Bu ise konumuz olmadığı için geçiyorum. Zaten Fethullah Gülen’in araya girmesiyle Zaman da Erdoğan’a ayar verme işini erteleyip yandaş gazeteciliğe hızla geri döndü. Ardından hükümet sözcüleri ve yandaş kalemşörlerin dağınıklığı yerini bir tür akıl ortaklığına bıraktı.

Sosyoloji = kitleyi 3’e bölmek

Bu akıl ortaklığı direnişi anlamlandırma, iktidarın tabanına seslenme, direnişçilere dönük müdahale ve Uluslararası ilişkiler konusunda  bir  tür ideolojik sabite dayanıyordu. Direnişi anlamlandırma konusunda özellikle eylemlere katılanların tipolojisi üzerine sayısız sosyolojik tespit, yukarıda adı geçen gazetelerde günlerce yer buldu. Buna göre eylemlere (genellikle) 3 kesim katılıyordu. Her gazetede birebir aynı tarif edilmese de (o zamanlar gazeteler aynı manşetle çıkmaya başlamamıştı) genellikle bu üç kesim 90 kuşağı gençler, bir şekilde parlamentoda temsil edilmediğini düşünen masum halk ve marjinal- radikal-sol-terörist-ulusalcı-ergenekoncu gibi kodlarla nitelenen (aslında  oldukça geniş) bir kesim şeklinde tarif edildi. Burada bir parantez açmakta fayda var. Yandaş medyanın bu süreçteki haberciliği, ilk bakışta eylemci kesimlerden herhangi biçimde umudu kesmiş ve tamamıyla iktidarın tabanına seslenen, oraya müdahale etmeye çalışan bir tarzı andırsa da (‘‘camide grup seks yapıp alkolle duş aldılar’’, ‘‘Kabataş’ta türbanlı kadının üstüne işediler’’ haberlerini hatırlayın) aslında direnişçilere dönük bir müdahale için de ciddi bir çaba harcandığını söylemek gerekiyor. Sol gazetesi genel yayın yönetmeni Kemal Okuyan 4 temmuz tarihli köşe yazısında bu gerçeğe dikkat çekiyordu. Parantezi kapatabiliriz. İktidar cephesi direnişin karakterini ve dokusunu yukarıdaki tarif edildiği    gibi    algılayınca 90 kuşağıyla masum halk kitlelerini   kısaca ‘‘marjinaller’’den ayırma çabasına girişti. Tek bir örnek için Zaman’dan Şahin Alpay’a kulak verelim:

‘‘Ne yazık ki hareket, askerî vesayeti diriltmek, barış sürecini baltalamak, kargaşa çıkarmak isteyen ‘Eski Türkiye’ kalıntıları tarafından gasp edilmeye çalışıldı. İşyerlerini yakıp yıkan, polise molotof kokteylleri ile saldıran militanlar sahneye çıktı.’’ (20 Haziran)

Bunun bizim cepheden anlamı şudur. Çoğu ilk kez eylemlere katılan, ikinci cumhuriyetin kalıplarına sığmayan milyonlar ile, AKP diktatörlüğüne karşı yıllardır kararlı bir şekilde mücadele eden özneler arasına mesafe konmaya çalışılmıştır. Çünkü, sokağa çıkıp diktatöre boyun eğmediğini ilan etmenin bir adım ötesi hareketin parçası olan kesimlerin örgütlenmesiyle elde edilen kazanımların kalıcı hale gelmesi, hatta ortaya çıkan örgütlü iradenin, eylemlerin başından beri dillendirilen en büyük özlemi ‘‘hükümet istifa’’ sloganının giderek daha gerçek hale gelmesidir. İktidar cephesi direnişçilerin daha fazla politikleşerek bir tür iktidar alternatifi veya bunun nüvesi olabilecek yapılar ortaya koyacağını sezmiş ve buna karşı önlem almaya çalışmıştır. Bu yüzden ‘‘masum çevreci halkımız ve marjinal terörist gruplar’’ ayrımında ısrar edilmiştir.

Gerçek ise bundan fersah fersah uzak olduğu için bu söyleme dayanan haberler çoğu zaman komik olmuş, bu söylemin gerçekliğini yaratmaya dönük ‘‘eylemci kılığında polisler’’le oynanan tiyatro oyunlarına ise sanatseverler rağbet etmemişlerdir.

Bir heyet gördüm sanki

İktidar bloğunun bileşenlerinin almış olduğu bir diğer tavır ise  oldukça şizofrenik. Yandaş medya yaşanan olayların, eylemcilerin hükümeti yıpratma taleplerinin aksine AKP’nin tabanını konsolide etmesi ve süreçten güçlenerek çıkmasıyla düşüncesini yaygınlaştırmaya çalışıyor. Oysa Haziran direnişi sırasında AKP’yi zayıflatan şey tabanının erimesi değil, halkın ayağa kalkması oldu. Benzer bir örnek ise Başbakan’ın gezi direnişiyle ilgili hayali muhataplar yaratarak bunlarla görülmeler yapması oldu. Dublajsız Necati Şaşmaz ile ihtiyar Hülya Avşar’ı muhatap alan padişah hazretleri halkı aptal sanıyor olabilir, ama halk onun şizofren olduğunu düşünmekte çok daha haklı görünüyor.

Tüm bu yaratılmaya çalışılan ‘‘yıkılmadık ayaktayız’’ imajına, şizofren salvolarına,  uyduruk  sosyolojik  analizlere  ve  yandaş  medyanın   kibirli-üstten bakan yaklaşımına karşı, Mursi’nin çöküşüyle de tescillenen yeni-osmanlı projesinin iflası, Türkiye ve Mısır halklarının ortak zaferidir (bu sayının artmasını heyecanla bekliyoruz). Türkiye halkı, ‘ortak manşetler birliği’nin gayet üstten ve kibirli müdahalelerine prim vermemiş, direnişin kitleselliği gelgitli olsa da ideolojik ekseni ve örgütlülüğü yara almamıştır. Mısır’da ordunun müdahalesi sonrasında ayaklar altındaki meşruiyetini yeniden kazanma arayışına girişen Mümin Kardeşler ile onun Türkiye’deki rol modeli AKP diktatörlüğünün sonu görünmüştür. Her iki halk da kendiliğinden hareketin kararlı duruşunun diktatörü sarsmak için yeterli olduğunu kanıtlamıştır. Artık mesele bir  adım daha atıp ortaya çıkan iradeyi örgütlemek, bir iktidar alternatifi yaratarak diktatörlerden kalıcı olarak kurtulmaktır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2013

Bunu paylaş: