Gidene Ağıt – Oral Toğa

Gidene Ağıt*

 

Bir devrimdir gitmek…

Kaç zaman geçti gideli hatırlamıyorum. Hatırladığım son şey, o terminalde seni kucaklayıp bıraktım ve senin yanaklarından yaş, benimse içimden kan süzülüyordu. İşte, o gün bugündür Araf’tayım. Varlığını düşününce cenneti, yokluğunu hissedince cehennemi yaşıyorum.

Kaç zaman geçti hiç mi hiç hatırlamıyorum. Otobüs durakları, koşuşan insanlar, deniz ya da şehrin en işlek çay bahçesi…  Her şey ama her şey, her ne varsa işte  o, benden çok ama çok uzakta. Hiçbiri içinde bulunduğum zamana ait değil. Ben hala o terminalde sana el sallarken, insanlar geçiyor sağımdan solumdan içimden… O kadar yoksun bende ve o kadar boş kaldı ki içim, insanlar beni delip geçiyor.

Uzaktasın şimdi… Belki köpeklerini gezdirdin, evine döndün. Belki derin  bir  nefes çektin ve tatlı bir yorgunlukla ayakkabılarını çıkarmak için kapı eşiğine oturdun. Biraz telaşlısın belki… İşte tam bu anda bir grup anarşist fikir tekme tokat çullanıyor üzerime. Yıkıyor üzerimdeki tüm otoriter duyguları  bir  bir…  Beni de bir yolculuk sonrası çıkarttığın ayakkabılar gibi çıkarmış olabilir misin hayatından, aklından, hayallerinden? Bütün her şeyi unutabilme  ihtimalin  aklıma geldikçe çıldırıyorum.

Mutsuzum… Sen yokken ben hep yalnızım. Yalnızlığımı dahi kapı dışarı edesim geliyor. Olup olmadık yerde çatıyorum herkese. Kızma ama sana bile çatıyorum bazen gıyabında. Ben seni zaten  gıyabında  seviyorum.  Geceleri  gıyabında filmler izliyorum seninle. Gıyabında okşuyorum saçlarını. Ve gıyabında söylüyorum belki de hiçbir kadının hiçbir zaman duyamayacağı ve –kahretsin- senin bile duyacağından şüpheli ensest cümleleri.

Çok şükür, insanlar beni anlamıyor. Hem zaten seni anlatacak o cümle henüz kurulmadı, bunu anlatacak bir şair henüz yeryüzüne inmedi…

Emanetlerin bende sağlam, merak etme. Gözüm gibi bakıyorum bıraktığın her acıya ve yokluğa. Her gün itinayla veriyorum sularını gözyaşlarımla  ve her gece konuşuyorum onlarla. Sana  kuramadığım  cümleleri  kuruyorum,  bir zamandan ötekine geçerken…

Ben ölüyorum sanırım. Nerden bileyim hiç ölmedim ki… Ama eminim ölüm dedikleri buna benzer bir şey. Çünkü derler ki insanlar ölürken sevdiklerini görürlermiş, yüzleri beyaz kesermiş. Boş boş bir noktaya bakar bir şeyler gevelerlermiş. Ben her gece gözümü tavanda bir noktaya dikip, beyaza kesmiş yüzümle seni izliyorum. Dans eden hayaline usulca ne çok özlediğimi  fısıldıyorum. Söylesene sevgilim, ben niye  ölemiyorum?

Sevgilim, seninle ben bir sigara gibiyiz. Ben tütünüm, sen beni saran kağıt. Yaşadığımız tüm zorluklara karşı bir sigara gibi mağruruz,  ateşliyiz  ve dumanlıyız. Ne var ki bir kere ateş çakmaya görsün, ben hep içten içe yanarken, sen bana eşlik etmekten öteye gidemiyorsun. Biz bir bütün olamadık mı yoksa? Yoksa birlikteliğimiz hayata karşı verilmiş beş dakikalık bir mola  mıydı?

Kaç zaman geçti gideli hatırlamıyorum. Son yıldız ne vakit kaydı bu gökten hiç anımsamıyorum. Artık bir tuhaf karanlığın içinde, sana giden yolları arıyorum. Lunaparkta kaybolmuş bir çocuk gibi gözlerini sıkıca yummuş, yumruklarını sıkmış, kalabalığın içinde seni kaybetmiş ağlıyorum…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2013

Bunu paylaş: