Su, Toprak, Mülkiyet: Susuz Yaz – Selin Süar

Su, Toprak, Mülkiyet: Susuz Yaz*

 

Tο νερό είναι η πηγή της ζωής / To nero ine i pigi tis zois

Yunanca’da “Su, hayatın kaynağıdır” anlamına gelen bu söz, tüm canlılar için geçerli olabilecek niteliktedir. Susuz yaşam mümkün değildir. İnsan, yemek yemeden haftalarca yaşayabilir, ancak su içmeden sadece birkaç gün yaşamını sürdürebilir. Antik çağda hekimler hastalarını suyla tedavi ederdi Su, bir diğer deyişle  hayat iksiridir. İnsanın biyolojik yapısının tartışmasız gerçeği olan suyun önemi, insanı beyaz perdeye yansıtan sinema için de yerini korumaktadır. Sinema tarihine baktığımızda genelde su; özelde deniz, nehirler, göller ve bunların etrafında gelişen olaylarla ilgili pek çok eser görmemiz olasıdır.

Yönetmenliğini Metin Erksan‘ın üstlendiği, 1963 yapımı “Susuz Yaz”*, suyun önemini vurguladığı kadar Türk Toplumsal Gerçekçilik akımının ilk örneklerinden biri olarak nitelendirilmektedir. Bunda anlatım biçiminin etkinliğinin yanı sıra toplumsal gerçekçi anlatımın da payı bulunmaktadır. Dışişleri Eski Bakanı İsmail Cem, eserinde, dönemin köy yaşantısına şu şekilde ışık tutar: “Türkiyede nüfusun büyük çoğunluğu köylüdür; milli gelirin en önemli kaynağı tarımdır; 1960′larda ihracatın %80′ini, 1970′lerde %60’ını tarımsal ürünler meydana getirmektedir. Bu öneminden ötürü, çeşitli sorunların kaynağında toprak yatmaktadır. Tarımın eşitsizlikten verimsizliğe kadar bütün nitelikleri toplumun öteki alanlarında, gelir dağılımında, siyasal çerçevesinde, ekonomik tercihlerinde, dengesiz şehirleşmesinde yansımakta; toprak geri kalmışlığın kilit noktalarından birini meydana getirmektedir.[1]

Su toprağın kanı!”

Susuz Yaz, Necati Cumalı‘nın, öykülerden oluşan ve köy yaşantısını irdeleyen başlıca edebi yapıtlarımızdanır. Toprak, su davaları, kıskançlıklar, öç almalar, çekişmeler, kavgalar, cinayetler, zorbalıklar bu öykülerde kendini göstermektedir. “1960′larda cezaevlerindeki insanların %82′si temelinde tarla ve su kavgaları yatan suçlardan hüküm giymiş; her yıl milyonlarca insan aynı nedenle mahkemeye düşmüştür.[2] Aynı isimle beyaz perdeye aktarılan filmin senaryosu ve çekimleri ise genelde fiyaskoyla sonuçlanan uyarlama eserlerden olmayıp, kitabın okuyucuyu etkilediği kadar, seyirciyi içine çekmektedir.

Suyun ve kadının öneminin büyük olduğu Anadolu’da geçen senaryonun olay örgüsü şu şekilde özetlenebilir: Köydeki suyun herkese yetmemesi üzerine, tarlasından su çıkan iki kardeş tüm suyu sahiplenir. Osman (Erol Taş) kendi arazisinde çıkan su nedeniyle köylülerle çatışma haline girer. Küçük kardeş Hasan (Ulvi Doğan) ise evlidir ve yaşı küçüktür. Çok sevdiği Bahar’ı (Hülya Koçyiğit) kaçırarak almış, ona davullu zurnalı bir düğün yapmadan elini sürmemiştir. Genç çift, su kavgaları yüzünden huzursuz olmaya başlar. Hasan, suyun paylaşılmasını ister, ancak Osman büyüğü olduğundan onun sözünü dinlemek zorunda kalır. Suyu paylaşmak istemeyen ve bu nedenle köylülerle kavga halinde olan Osman’ın köylülerden birini vurması sonucu jandarma, onunla beraber araziye bakan kardeşi Hasan’ı da alıp mahkemeye sevkeder. Osman, kardeşinin yaşının küçük olması nedeniyle suçu üstlenmesini ister ve Bahar’a en iyi şekilde bakacağını söyleyip onu ikna eder. Sonunda Hasan hapse girer. Ancak, Osman’ın niyeti hem suya hem de kardeşinin eşine sahip olmaktır. Hapisteki kardeşiyle neredeyse hiç ilgilenmeyen osman, bir süre sonra kardeşinin ölüm haberinin geldiği yalanını bütün köye yayar ve böylece ana evine dönemeyen çaresiz gelinle evlenir. Yıllar sonra ceza evinden afla gelen Hasan olayları öğrenince deliye döner ve Osman’ı, suda boğarak öldürür. Suyun akışını engelleyen kapağı da açar ve çağlayan suyla beraber Osman’ın cesedi şiirsel bir intikam ritüeliyle suya hasret toprağa doğru akar.

Susuz Yaz yalnızca yurtdışında ödül alan ilk filmimiz olması nedeniyle değil, bugün bile izlenildiğinde gerek toplumsal olayları o günün şartlarına göre gerçekçi bir şekilde ele alışı, gerek senaryosundaki olay eğrisi, gerek çekim açıları, gerekse oyunculuk açısından sinemamızın başyapıtları arasında yer almaktadır.

Su ve arazi anlaşmazlıkları temasını işleyen film, insana dair olan dramın görünmeyen yüzündeki toplumsal yapıların yozlaşmışlığına kendini yaslar. “Filmde altı çizilmeye çalışılan sosyo-politik perspektif iki birbiriyle bağıntılı kavrama dayanmaktadır: Öncelikle ‘suyun mülkiyeti’, akar suyu (toprağın kanı) kullanmaya ‘doğal’ hakları olan köylüler ve kendi arazisinden çıkan sudan istediği gibi yararlanmaya ‘kanuni’ hakkı olan Osman arasındaki temel çelişki olarak ortaya konur. Öte yandan burjuva toplumlarındaki ‘kanunilik’ durumu da sorgulanır. Demokrat Parti döneminin ‘burjuva’ kanunları toplumun yararını (suyu kullnamaya ‘doğal’ hakkı olan köylüleri) değil, bireysel çıkarları savunmaktadır; aslında sorunun kaynağını da bu oluşturur. Sağduyu ve genel yararı gözetmesi gereken kanunlar, liberal burjuvazinin elinde insanoğlunun vahşi mülkiyet arzusuna hizmet eder hale gelmiştir. Mülkiyet arzusu kadar, DP dönemi kanunları da köylüler arasındaki çatışmadan sorumludur.”[3] Dönemin politik anlayışına da ışık tutan film, yeni değer ölçülerinde, paylaşmayı ve birliği dışlayarak; bireyselliğin hayatımıza girdiğini de gözler önüne serer. “Doğal olarak, eski düzenin temelinde bulunan toprağın ortak mülkiyeti ya da ‘ortak işlenmesi’ gibi ilkelere bu ortamda yer yoktur.”[4] İzmir- Bademler Köyü’nde çekimleri gerçekleştirilen ve toplumsal-psikolojik ögeleri konu edinen film, anlattıkları nedeniyle dönemin sansür kurulu tarafından yasaklanmış, Ali Ulvi tarafından gizlice yurt dışına kaçırılmış ve ilk gösterimi Berlin Film Festivali’nde yapılmış; aynı festivalde büyük ödül olan Altın Ayı’yı kazanmıştır.

Kadın imgesi ise filmde göze çarpan bir başka özellik olarak karşımıza çıkıyor. Su ile kadına bakıldığında aradaki benzerlikler dikkat çekicidir. Bahar’ın Osman’dan gizli olarak baraj kapağını her açtığında su, çağıldayarak ‘Toprak Ana’sına doğru akmakta ve bütün köye doğurganlığını getirmektedir. Yaşamın döngüsü için mecburi olan kadın ve su, Akdenizli için iki kutsal olgudur. Aynı zamanda dişil imgenin ‘su gibi duru’ oluşu, bu kutsiyete eklemlenir.

Anadolu insanını, dönemin sosyo-politik perspektifine uygun olarak kusursuz biçimde beyaz perdeye taşıyan Susuz Yaz, gün geçtikçe artan kuraklık tehlikesi ve suyun paylaşımı adına da izleyicileri düşündürmeye sevk eden bir yapı taşımaktadır.

[1] İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2011, s.391.

[2] A.g.e, s.391.

[3] Aslı Daldal, 1960 Darbesi ve Türk Sinemasında Toplumsal Gerçekçilik, Homer Kitabevi ve Yayıncılık, İstanbul, 2005, s.101.

[4] İsmail Cem, y.a.g.e, s.22.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergitemmuz2012

Bunu paylaş: