Gitsin Milli Bayramlar, Gelsin Kutlu Doğum Haftası ve Türkçe Olimpiyatları – Selin Süar

Gitsin Milli Bayramlar, Gelsin Kutlu Doğum Haftası ve Türkçe Olimpiyatları* 

Ülkemizde 2002 yılından beri giderek artan, son günlerde bir çığ gibi büyüyüp herkesin etiketlenmesine neden olan yargılar oluştu. Kişi kimi veya neyi savunursa savunsun, o an için savunduğu her neyse, düşüncesinin arka planı dinlenmeden faşist, dinci, solcu, terörist gibi ağır yaftalamalarla karşılaşır oldu. Gidişatı yanlış bulan ve en büyük terbiyesizliğin, halka örnek olması gerekirken siyasiler tarafından yapıldığını söyleyen kişiye o dakika saldırganca bir tutumla dinsiz, Kemalist diyenler olduğu gibi (ki Kemal Atatürk ile dinsizliği veya diktatörlüğü aynı yere koyan ve aklını kaybetmiş ya da aklı zaten hiç olmamış olan zavallılara acırım), aynı kişiye az zaman geçsin türbanı savunduğunda diğerleri tarafından yobaz, dinci olarak etiketlenmesi trajikomik bir durum oluşturmaktadır. Ülkede, halkı birbirine düşürmek, kavramların içi boşaltılarak padişah yasaları koymak dürüst ve asil olanın yapabileceği bir ustalık değil. Her şey öylesine karmaşıklaştı  ki, aynı cümleleri farklı şekillerde söyleyenler bile, birbirini eleştirip düşmanca tutum takınır oldu.

Deveye sormuşlar, ‘neren eğri?’ diye, ‘nerem doğru ki?’ demiş” sözündeki deveden  bile  beter  halde  olduğumuzu  söylemeye  gerek  yok.  Her  şey   ortada.

Hoşgörü dini olarak geçen İslamiyet’i kullanarak bir yere gelmeye çalışanlar, dinine bağlı olan kişileri dinden, imandan bile tiksindirdiklerinin farkında dahi değillerken; açlıktan ağzı kokan insanlar cahilliğin son noktasını yaşayıp televizyonda gördükleri, medyada okudukları her habere içtenlikle inanırken, durumlarına şükredip dışarıda olup bitenlerin farkında bile değiller. Çünkü onlar için daha güzeli yok. Böyle bir yaşamın imgesi bile yok edilmişken, halktan hiçbir beklentim zaten kalmadı, bunu tartışmayacağım bile; ama hazır kavram kargaşasından söz açılmışken konuyu Türkçe Olimpiyatları’na getirmek istedim.

Bülent Arınç’ın ağlamasıyla günler boyu çok dalga geçildi. Onun ağladığını ilk kez, bugünlerde sıkça reklamı yapılan Türkçe Olimpiyatları adı altında gerçekleşen organizasyonlardan birinde görmüş ve aynı duygu yoğunluğuna kapılıp ben de koyvermiştim gözyaşlarımı… İlk bakışta anadilimizi yaygınlaştırmak ve bu konuda büyük organizasyonlar yapmak adına ister cemaat yapsın, ister faşist; ister komünistlerin sesi olsun, ister liberallerin; gerçekleştirilen proje, ideolojilerden arındırıldığında nitelikli gibi görünüyor ve ayakta alkışlanmayı hak ediyor.

Ancak…

Olimpiyatlar, Antik Yunan’da Zeus şerefine yapılan spor yarışmaları olarak tarihe geçer. Zaman içerisinde farklı ülkelerde, farklı spor kollarında gerçekleşen müsabakaların, dört yılda bir yapılması olarak evrim geçirir. Bu sene 10.’su düzenlenen Türkçe Olimpiyatları’nın geçmişine baktığımızdaysa, düzenlenen organizasyonun isim değişikliğine uğradığını görmekteyiz. İlk etapta “Uluslararası Adım  Adım  Türkçe  Yarışması”  olarak  yapılmaya  başlanan  Türkçe   Olimpiyatları, Fetullah Gülen ve cemaatinin; söz konusu kişi suçlu olduğu için Türkiye’de adalet sisteminin işlediği zamanlarda gerçekleşmeye başladığından, daha az yankı bulmuştur. Düzenlendiği ilk yıl 17 ülkeden 62, ikinci yıl 24 ülkeden 120 öğrencinin katıldığı yarışmada bugün 130 ülkeden 1000′i aşkın yarışmacının katıldığı kaydedilmiştir.

Sistem eleştirisi getiren kişilerce Türkçe Olimpiyatları’nın cemaatin bir güç gösterisi olduğu söylense de, konumuz bu değil. Başta anlattığım tarzda yaşanan trajikomik saptamalar, Türkçe Olimpiyatları’nın ne kadarının Türklükle ilgili olduğu…

Türklüğümüze ilişkin milli bayramlarımızın tadını bin bir palavrayla ve maskeleme yöntemleriyle kaçıran, hatta milli değerlerimize yönelik bayramları kutlamamızı yasaklayan Türk hayranı, Türkçe hayranı kişilerimiz, bu organizasyonları yaparken nelerden faydalanıyor, bir bakalım:

Öncelikle elbette Başbakanlık, AKP’li belediyeler, iktidarın satın aldığı Türk Hava Yolları, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Posta Telefon Telgraf gibi devlet kurumları ve kuruluşları bu organizasyonda hazır asker olarak emirleri bekliyorlar. Organizasyonun yapıldığı mekanlar, devlet kurumları veya belediyelere ait yapılar ve de organizatörlerin -veya onlar haykırırken biz çekinip isimleri saklamayalım, -; cemaatin kullanımına açılmakta. Dolmabahçe Sarayı, Millet Meclisi, kamuya ait alanlar, bugünlerde satın almak ve satmak için özelleştirme kapsamına alınan tiyatrolar, stadyumlar vs., her biri bu masum organizasyon için seferber ediliyor. Her yıl farklı şehirlerde gerçekleşen Türkçe   Olimpiyatları   için,   o   şehrin   valisinden,   emniyet   müdürüne, belediye başkanından rektörüne kadar herkes çalıştırılıyor. Burası tamam, ama konu milli değerler olup da sponsorlar arasında hani o gününü gösterdiğimiz ve kafa tutmuşuz gibi şov gösterilerine konu olan, ismi dahi Türkçe olmayan Yahudi ortaklı Amerikan şirketlerinin (Burger King, General Motors vb) bulunması, Türkçe Olimpiyatları için bulunmaz nimet.

Dahası milyar Doları geçen malvarlıkları bulunmasına rağmen kamu spotu adı altında ikide bir yayınlanan reklamları bedavaya getirmek de çok cazip. Devenin eğriliği burada da bitmiyor, karşımıza bu kez reklamların yalnızca Türkiye’de yayınlandığını düşünürsek, anadili Türkçe olan bir ülkede, Türkçenin yaygınlaşması için yapılan çabalar gözlerimizi yaşartıyor.

Bunlar, Allah’ın verdiği akılla tarafsız olarak düşünebilen her insanın güleceği ayrıntılar olmasına rağmen, en ufak bir itirazda bulunanı yaftalamaya alışmış olan ‘mazlum’ vatandaşlar, din veya imandan söz edilmiyorken bile bu kez de peş peşe sıraladıkları Arapça kelimelerle, Allah yoluna çağırıyor. Yeniden hatırlatalım; konumuz, Türkçemizin yaygınlaşması için düzenlenen Türkçe Olimpiyatları. Dinin, imanın, 3 Kulhuvallah 1 Elham’ın burada yeri ne?

Milli değerlerimiz hidayete ereceğimiz Allah yolunda perçinlenirken, 23 Nisan ULUSAL EGEMENLİK ve Çocuk Bayramı (aynı zamanda Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu yıldır, unuttuk, hatırlayalım) ve ardından 19 Mayıs (ULUSAL ÖZGÜRLÜK SAVAŞIMIZIN başladığı 1919 yılına dair yapılan bayramımızdı) derken bütün milli bayramlara stadyum yasağı konulduğunu biliyoruz. Bugün, bu bizim eğri devenin üzerindeki pire olmaya çalışan (ki, kan emen bu yaratıkların genel ismi asalaktır) bazı kafa travması geçiren yazar geçinenler veya iki kelimeyi bir araya getiremediği halde televizyonlara çıkartılanlar, MİLLİ / ULUSAL DEĞERLERİMİZ adına yapılan kutlamaların faşist dönemlerden kaldığını, çocukların üşüdüğünü, kutlamaların gerici ve diktatör zihniyetlerce tertiplendiğini söylemektedirler. Bugün,  açık havada, stadyumlarda gerçekleştirilen kutlamalar için hiçbir kelime edemeyen bu pire takımı, zannederiz ki sağanak yağmuru yemedikleri için suskun kalmaktadırlar. Piregillerin işi bu noktada da kalmıyor. Zamanında bambaşka açıklamalar yapan, öfke kusan onlarca yazar, sanatçı, sunucu vb. Allah’ın değil de, paranın hidayetine erdiklerinden olsa gerek, peş peşe övgü düzmeyi ihmal etmiyor ve bir tek aykırı soru sorana bile, eğitim almamış, düşünmeyi bilmeyen kitlelerin içindekilerin yaptığı gibi cevap vermek yerine soruyu soran kişiye ağır ithamlarda bulunarak köşe kapmaca oynuyorlar. Üstelik bunu yaparken sorulan soruya cevap vermek yerine ağızlarına yapışan 28 Şubat sürecini Hrant Dink’in öldürülmesine, 80 Darbesini Cumhuriyet’in kuruluşuna dek bulamaç yapıp kendilerinin bile anlamadığı şekilde kendilerince açıklayarak yapıyorlar. Uhud Savaşını Fransız ihtilali’ne, Truva Savaşı’nı Vietnam’a bağlamaktan beter edip, o mükemmel sonuca varıyorlar: Ergenekon!

Adama, “Sen ne yapıyorsun, içtin mi?” diye sorarlar. İçkiye de yasaklamalar geldi. Alkolsüzken durum bu kadar vahimse Türkiye’nin akıl sağlığının tamamen yitirildiğini görmek çok da zor değil.

Yeri gelmişken son senelerde ne hikmetse Hicri takvimi temel alan dini bayramlar, her yıl farklı günlere denk gelse de Hz. Muhammed’in doğumu için kutlanılan ve son yıllarda Kutlu Doğum Haftası ismiyle popülerlik kazanan yeni yaratımlar hep 23 Nisan’a denk getirilmeye başlandı. Hz. Muhammed’i, Hz. İsa’nın doğumuyla başlayan ve Güneş’e göre hesaplanan Miladi Takvim’in yoluna çekmeye çalışan mazlum dindarlarımız sağ olsun, peygamberi bile bu konuya alet etmeyi başarmışlardır. Ay, dünya etrafında 12 defa döndüğü zaman bir kameri sene olur  ve 354.367 gündür. Dünya, güneş etrafında bir defa döndüğü zaman da bir Miladi sene olur ve 365.2422 gündür. Kısacası, Hicri yıl, Miladi yıldan 10.8752 gün daha kısa olduğundan iki takvime uygunluk sağlanması için gün atlayan dini bayramların zamanı her yıl değişir. Oysa yeni sistemde Hz. Muhammed’in doğumu, milli  / ulusal bayramımızı engellesin diye 23 Nisan haftasına çekilmiştir ve hiçbir artık gün görülmemektedir. Dininde, namazında, niyazında olan; mevlitleri, kandilleri kaçırmayan dedelerimiz ninelerimiz, Kutlu Doğum Haftası’nın boy boy afişlerini saçı sakalı birbirine karışmış kişilerin altında yazan Arapça yazılarla gördüğünde tükürüp ‘Destur Bismillah’ eşliğinde şeytan görmüş tepkisiyle, “Bu pis adam da kim; böyle saçma şey mi olur, tövbe tövbe…” deyip Allah’a “Sen bunlara akıl fikir ver ya Rabbim!” haykırışıyla el açıp duaya başlamaları ise bambaşka bir konu.  Onlar da yeni mazlum jenerasyona göre dinsiz tabii… Neyse, biz olimpiyatlarımıza dönelim…

Geçtiğimiz yıl, Antalya Atatürk Stadyumu’nun kolonlarının sağlam olmadığı öne sürülerek 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile 19 Mayıs Gençlik Ve Spor Bayramı’nın stadyumda kutlanmasına izin verilmedi, ancak aynı  stadyum, yine aynı yıl, Türkçe Olimpiyatları’nın Antalya durağı için açıldı. Bu, yalnızca geçen seneye bir örnek. Bunun gibi daha birçoğu var.

Örnekleri, çarpıklıkları çoğaltmak mümkün, biz yine Türkçemize bakalım. Şu ânâ dek yazılan her şeyi olası kabul etmek de mümkün, ama Türkçeyi yaymak adına organizatörlerimizin açtığı okullardaki eğitim diline baktığımızda bize aksi yansıtılsa da dilin tamamen İngilizce olduğu görülür. Afrika’da bulunan bazı sömürge ülkelerinde Fransızca konuşulan bölgelerde Fransızca eğitim verildiği de olmaktadır, ama bunun dışında ana eğitim dili İngilizcedir. Türkçe eğitimin bizdeki güdük İngilizce dersleri gibi olduğu Türkçe okullarında, ne yazık ki Müslüman olan ve kendi değerleri bulunan o ülkelerin kendi dillerinde eğitim yapılması da yasaklanmıştır. İngilizce dilinde öğrenim, öğrencilere dayatılmaktadır, hatta  Türkçe, bazı okullarda sadece seçmeli ders olarak okutulmaktadır.

İşte o okullarda öğretilen bir iki şarkıyı en doğru söylemeyi başaran veya radyodan duyduğu Megastar Tarkan’ın, Çiğköftestar İbrahim Tatlıses’in, Süperstar Ajda’nın şarkısını ezberleyen öğrenciler, Türkçe Olimpiyatları’nda boy gösterip, “Dünya Türk asrıyla buluşacak” sloganı çatısı altında yarışmaktadır. Dünyanın buluştuğu Türk asrı, işte bu kadar trajikomik bir ‘kendin çal kendin oyna’ya dönmüş biçimde bizim araştırmaktan, düşünmekten bihaber olan zavallı halka dayatılmaktadır.

Bir yanda Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve yeni Türk Devleti’nin ilerleyişi diğer tutsak ülkelere özgürlüklerini ve ulusallıklarını kazanmaları için ateşleyici unsur olup, tüm Dünya’da yankı bulmuşken, diğer yanda dışarıda Müslüman sömürgelerin dahi ulusal ve kültürel değerlerini koruMAyan, içerideyse milli değerleri yok eden bir Türk asrıyla karşı karşıya olduğumuz özgürlükçü, demokratik, eşitlikçi ve hoşgörülü (!) bir dönemdeyiz. İlk dönemin adının faşizme, diktatörlüğe ve dinsizliğe tekabül ettiğini düşünürsek bu olimpiyatlarda daha neler yaşanacak bilinmez, ama bu kafayla giden bir sisteme tabi olan halkın ve onun ülkesinin daha ne günler yaşayacağı şimdiden belli. Ne de olsa halklar, hak ettiğini yaşar…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2012

Bunu paylaş: