İyiliğin Gerekmeyeceği Bir Dünya İçin: Türkan ve Devrimden Sonra – Onur Keşaplı

İyiliğin Gerekmeyeceği Bir Dünya İçin: Türkan ve Devrimden Sonra* 

Herkesin günlük hayatında aklından çıkartmadığı, bilge bir sığınak edasıyla başvurduğu, insanlığın önemli şahsiyetlerinin ağzından dökülmüş özlü sözler vardır. Benim özlü sözüm ise kendimi bildim bileli hiç değişmedi: “İyilik yapacağınıza öyle bir yere götürün ki dünyayı, iyilik beklenmesin!” . Lise yıllarında bir sabah annemin ben hala uykuluyken odama girip “Bak ne güzel bir söz” diyerek çalışma masama yapıştırdığı o sözü kimin söylediğini ve annemin nerden bulduğunu sormamakla büyük hata ettim çünkü hala o sözüm kime ait olduğunu bilmiyorum. (Google’da aradığımda da sonuç yok, bilen varsa lütfen bildirsin) Bu sözle yaşamak insanın omuzlarına büyük bir yük bindiriyor elbette. Acaba bu söz başucumda olmasaydı lisede yemekhanenin gereğinden fazla pahalı olması konusunda öğrenci birliğinin “Ama çok temiz bir cafeterya o yüzden fiyatlar böyle” diye açıklama çabaları sonrası “Okul yemekhanesinin temiz olması bir lüks değil zorunluluktur ve mecbur oldukları bir durum üzerinden artı değer çıkartamazlar” diyerek kavga çıkartabilir miydim bilmiyorum. Kendime dair anılarla sizleri sıktığımın farkındayım ancak bana tüm bunları ve daha ötesini hatırlatan, dünyayı iyiliğin gerekmediği bir dünyaya götürebilme mücadelesini derinden hissettiren iki Türk filmi gösterimde; bunlar Türkan ve Devrimden Sonra

Yönetmenliğini Mustafa Kenan Aybastı’nın üstlendiği, Nazım  Hikmet Kültür Merkezi Film Kolektifi’nin muazzam bir ekip çalışmasıyla  gerçekleştiği Devrimden Sonra, Türk sinemasının yıllardır görmediği, Şerif Sezer’den Cezmi Baskın’a, Levent Ülgen’den Menderes Sabancılar’a dev bir oyuncu kadrosunu bir araya getirirken, yine Türk sinemasında görmeye alışık olmadığımız bölümsel (epizodik) anlatımla 8 kısa hikâyeyi(veya anı, olayı) bir araya getiriyor. 1 Mayısta gösterime girmesi için çabalanan film Denizlere ve Halit Çelenk’e armağan olarak 6 Mayısta seyirciyle buluştu ve özellikle yapım anlamındaki özgünlüğüne, ekip ruhuna sağcı basın bile övgü yağdırmak durumunda kaldı. Yıllar yılı “bu kış gelecek” denen Komünizmin nihayet gelmiş olduğu Türkiye’de devrim sonrası solcu ya da sağcı sıradan halkın yaşadığı değişimleri, şaşkınlıkları filmin bütününe sızan umut ve mutluluk hissiyle izleyiciye aktaran film, tam da bu özelliğiyle yenilgi ve umutsuzluk aşılamayı kendine görev edinmiş hissi veren Türk sol sinemasından sıyrılıyor. Film, apaçık bir propaganda filmi olmasına rağmen insana yüklenen, ders verme edasıyla öğretmene dönüşen bir propaganda filmi değil. Tersine izleyiciyle sohbet edip, derdini anlatma amacında sımsıcak bir yapıt. Elbette film siyasi dozu yüksek olduğundan sinemasal anlatının kimi alanlarında sıkıntı yaşıyor.  Filmin bölümsel anlatısının genel kurgusunda sıkıntı olduğunu söyleyebiliriz. İzlek olarak seyirciye istikrarlı bir biçimde takip olanağı sunamıyor ve kimi bölümlerin  gereğinden  fazla  uzun  olduğu  hissine  kapılıyor  izleyici. Diğer taraftan bazı bölümlerin kısalığı doyurucu olmuyor. Örneğin Altan Gördüm’ün sınıf bilincinden yoksun bir işçiyi canlandırdığı bölüm ve Orhan Aydın’ın canlandırdığı aydının suikast sonucunda öldürülmesi sonrası gelişen sorgu bölümünde daha fazlasını görme hissi beliriyor. Film, sinemasal anlatıdaki kimi tercihleri ve bu tercihlerden doğan sıkıntılarıyla aslında hedef kitle seçimi konusunda kendini solda gören izleyicileri değil sıradan halk olarak adlandırabileceğimiz apolitik, sosyalizmden ve soldan habersiz dahası ürken kitleleri belirlemiş olduğunun altını çiziyor. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu, günlük hayata dair sağlık, eğitim, konut, adalet, eşitlik, hatta aşk konularından izleyiciye sunan film hiç kuşkusuz çok daha fazla izleyiciyle buluşmalı, sinema gösterimlerinin ardından mahalle gösterimleriyle gerçek hedef kitlesine sosyalizmi taşımalıdır.

Hayatını bilimle aydınlanmaya adayarak, gericilik ve feodaliteyle savaşarak geçiren ve iki yıl önce hayata gözlerini yuman Türkan Saylan’ın son günlerini anlatan Türkan filmi, Cemal Şan’ın yönetmenliği ve Saylan’ın kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin ekip ruhuyla gerçekleştirilerek, Saylan’ın ölüm yıldönümünü Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı güne bağlayan 19 Mayısta gösterime girdi. Rüçhan Çalışkur, Ragıp Savaş, Tardu  Flordunİsmail  HacıoğluAltan  Erkekli  gibi  isimlerle  dolu geniş oyuncu kadrosu ve beraberinde gelen üstün oyunculukla yükselen film, gerek etkileyici müzik kullanımı gerekse senaryosunun güçlü dramatik yapısıyla hüznün hâkim olduğu bir yapıt. Yapım olarak usta işi olarak niteleyebileceğimiz filmin final sahnesinin, film boyunca izleyicinin beklentisini yüksek tutma amacıyla dillendirildiği halde önceki sahnelere göre zayıf olması, belki de gösterim tarihine yetiştirme çabası nedeniyle aceleye gelmiş olabileceği tahmini yürütmemizi sağlıyor. Türkan, Devrimden Sonra’nın politik dozu yüksek anlatısının aksine neredeyse hiçbir yerde politik söyleme başvurmuyor. Bu elbette bir tercih olabilir ve Saylan’ın anısının ideolojiler üstü bir yerde konumlandırılması daha uygun düşebilir. Ancak ülkede tıp alanında devrim olarak görülebilecek uygulamaları başlatan, kırsaldaki feodal yapılar ve tüm yurttaki dinci çevrelerle savaşmayı sözde laik devletimizden bile çok daha  büyük kararlılıkla yapan, kadın-erkek eşitliğinin hala sağlanamadığı ülkemizde özellikle kızların aydınlanmayla tanışmasını sağlayarak bireysel ölçekte devrimleri ateşleyen Türkan Saylan’ın hayatını konu edinirken siyasete bulaşmama çabası biraz zorlama duruyor. Hele hele son günlerini, yani  20 yıldan uzun süre savaştığı kansere yenik düşmesinde gerici devletin Ergenekon operasyonuyla açıktan saldırı başlattığı son günlerini konu edinirken bundan kaçınmak Türkan filminin en büyük eksiği olarak göze çarpıyor. Bunun sebebi olarak filmin hedef kitlesinin Türkan Saylan’ı ve mücadelesini bilen, destekleyen insanların olması gösterilebilir ancak bu durum filmin evrensel sinema dilinden uzaklaşmasına ve Saylan’ı tanımayan herhangi bir izleyicinin filmin güçlü dramatik yapısına rağmen hiçbir şey hissetmemesi sonucunu doğurabilir. Cumhuriyet tarihimizin, aydınlanmamızın en önemli isimlerinden Türkan Saylan’ın hayatı daha uzun yıllar beyazperdede yer alacak gibi gözüküyor ve bu başarılı sayılabilecek ilk filmin her anlamda daha doyurucu filmlere vesile olmasını diliyoruz.

Sonuç olarak yapımcıların ve izleyicilerin pek de hoşlanmadığı “ciddi”, “siyasi” konulara değinen bu iki film, sinemamızda daha çok görmek istediğimiz, gerici kuşatmanın baskısını giderek arttırdığı günlerde daha çok ihtiyaç duyduğumuz filmlerdir. Halkımızın umudunu, geleceğe dair inancını ellerinden,  yüreklerinden alan sisteme karşı başka bir dünyanın hala mümkün olduğunu, tek bir bireyin bile neler başarabileceğini anlatan filmlere, öykülere, imgesel de olsa ateşleyici, umut aşılayıcı eserlere ihtiyacımız var. Çünkü bu halk, iyiliğe muhtaç olmadığını anlamalı, iyiliğin, eşitliğin bir lütuf değil bir hak olduğunu özümsemeli, bu halk iyiliğin gerekmediği bir dünyaya ancak ve ancak aydınlanma ve sosyalizmle ulaşılabileceğini öğrenmeli.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergihaziran2011

Bunu paylaş: