Susma Hikayesi – Duygu Yılmaz

Susma Hikayesi*

“Çok uzun yollardan geliyorum. Öylesine söylemedim, gerçekten yol alıp durdum koca bir mevsim boyunca. Başka insanların, başka hayatlarını gördüm. Yollar, hayatı sorgulamak için belki, ben sorgulamayı bırakıp, soruları seçtim; çünkü anladım ki, sorgulanacak bir hayat bırakmamışım kendime.

Şimdi yediklerim, içtiklerim benim olsun, size gördüklerimi anlatayım derken, tam olarak gördüğüm birkaç saniyelik anları nasıl anlatacağımı bilemiyorum…

Daha önce hiç görmediğim denizleri, karaları ve insanları bir yana bırakacağım. Hayat, gezdikçe yol aldığınızı zannettirirken, tam da kusursuz biçimde yerinde saydırıyor hepimizi, bunu daha öncelerden bildiğim için, düştüğüm her yolda, içime doğru yürümek isterim; çünkü bilirim ki, ne arıyorsam ve ne aramıyorsam, her zaman orada bulmuşumdur. Yeni gördüğünüz bir şehrin sokakları, caddeleri ve limanları her zaman ipucu verir; ama asıl ışık, oralara nasıl baktığınızdadır. Ben bu yolculuğumda aşkı gördüm. Kendim yaşamadım, büyük çoğunluğuna da tanık olmadım; ama bir bakışla, upuzun yıllar buldum. Hala “neden yalnızım?” diye düşünürken, hayatıma dair kararlar vermeye çalışırken, insanları dost, arkadaş, kardeş diye sınıflandırırken, kendimi çok gerilerde unuttuğumu duydum.

Bir kadın, bir erkeğe öylesine uzun baktı ve bir erkek, kadınına öylesine uzun güldü. Aşkı anladım. Hayatlarını kurtarmış-hayatı kurtarmış iki kahraman tanıdım. İki gülen kahraman… Bende eksik olanı anladım, tamamlamalardan yoksun kimliğime, beceriksizliğin bir çentiğini daha koyarak, kadının karnındaki bebeğe, adamın kucağındaki çocuğa ve bu iki kahramana mutluluklar dileyerek, seyahatimi sonlandırdım.  Hayatıma ilham verdikleri için, sonsuz teşekkürle…”

Bu defa hiçbir yere geç kalmadım. Tam saatinde, doğru yerde, sırtımı korkuluklara yaslayarak ve kimse görmesin diye gözlerimi kapatmak zorunda kalmadan bekledim. Yatağımın sağından kalktım, evden sağ ayağımla çıktım, gün ışığını yine sağımdan süzdüm… Ne bulacağım umurumda değildi, sadece bulmak istedim.

Aşktan uzak kalmayı aklına koymuş bir kadın, saçlarını nasıl toplarsa, öyle topladım saçlarımı. Sesimi de yanıma almadım, bakışlarımı da. Hiçbir şeysiz gidip, her şeyimle gelmek istedim. Yelkenime rüzgârı doldurup, tuzun tadına doyup, mavileri kuşanarak bekledim. Anıları bir kutuya doldurup, denize emanet ettim. Bu defa, güneşin ufka değdiği yere, ben gittim ve kendimi alıp, geri geldim.

Tek başınalık, kimsenin yıkamayacağı, yıpratamayacağı bir yolmuş, anladım. Varsın aşkı, iki yabancının bakışlarında yaşamış olayım, eğer yolumdan geçtiyse iki kahraman, asıl tutku bu değil mi? Aşk yalnızca yaşandığında mı değerli, varlığını görmek yetmez mi?

Aynı göğün altında, aynı hikâyeleri anlatan, aynı yerde-aynı zamanda aşkı arayan, sabrı aynı anda tükenen, aynı yolda yürüyen, aynı şarkıyı dinleyen, yanımdan belki defalarca geçip giden birini arıyorum ben. “Aşk diye bir şey var, ben defalarca kaybettim; ama hep buldum, seni ararken buldum en çok da… Sen umudunu kaybetme.”, demek için arıyorum hem de.

Bir kadın, bir erkeğe öylesine uzun baktı ve bir erkek, kadınına öylesine uzun güldü. Aşkı anladım. Aşkı bulduğumda söyleyeceklerim dilimdeyken, tüm cümlelerimi bir sandığa kilitleyip, denize bıraktım. Ben, söyleyeceklerimi sustum, bekleyerek, sözü aşka bıraktım. Şansınız olsaydı siz, kime, neleri, nasıl susardınız?

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2010

Bunu paylaş: