Luchino Visconti’den Rocco ve Kardeşleri – Onur Keşaplı

Luchino Visconti’den Rocco ve Kardeşleri* 

Luchino Visconti’nin 1960 yılında çektiği Rocco ve Kardeşleri ya da Düşman Kardeşler ele aldığı konu ve anlatım biçimi olarak yönetmenin gerçekleştiremediği Yer Sarsılıyor üçlemesinin devamı gibidir. Zaten Visconti de bunu kabul eder. Filmde dul bir anne ve onun 5 erkek çocuğundan oluşan Sicilyalı bir ailenin kuzeye, Milano’ya göçmesini izleriz. Kuzey güney farklılığının, kopukluğunun fazlasıyla keskin olduğu İtalya’da en güney ve yoksul bölgeden sanayinin kentleşmenin üst düzeyde olduğu Milano’ya gelen bu ailede çocukların çözülüşlerini ve çatışmalarını izleriz.

Filmin anlatımını beş bölümde işlemiştir Visconti. Yaş sırasıyla kardeşleri takip ederiz. Güneyli ailenin Milano’ya geldiği gar sahnesi ve devamındaki otobüs sahnesi, hayatlarında ilk defa “kent” gören kardeşler hakkında fikir sahibi yapar bizleri. Çocuklarının heyecanının yanında annenin tedirginliği son derece gerçekçidir. Bu sahnenin devamında aileden önce Milano’ya yerleşmiş evin büyük oğlu Vincenzo’nun evine gideriz. Evin salonunu ve içindeki kalabalığı uzun bir sekansta izleyiciye sunan Visconti, güneyli ailenin eve girişiyle kuzey- güney tezatlığını net bir şekilde gözler önüne serer. Filmin ilerleyen bölümlerinde sık sık duyacağımız aşağılanmalarla da buralarda karşılaşır Rocco ve kardeşleri. “Köylü, dağlı, bir bunlar eksikti şehirde” şeklinde yaklaşımlarla, yeni gerçekçi akımın temsilcisi yönetmen, ülkesinde bölgesel çatışmayı aktarır. Ülkemizde doğu-batı ve köyden kente göç olgusunu yakından tanıdığımızdan, filmin dokusu bize fazlasıyla tanıdıktır. Filmde kardeşlerin çözülüşü açısından önemli bir aracı olan boks, Vincenzo’nun bu işi yapmasıyla kardeşlerin hayatına girer. Bu işi yapmak istemeyen büyük ağabeyin aksine diğer kardeşler bunu ister, özellikle Simeone. Salona ilk girişlerinde sigara içtikleri için azarlanan kardeşlerden sonra paralı ve önemli biri olduğu belli bir adamın puro içmesi düzenin işleyişi hakkında küçük detaylardan biridir.

İkinci bölümde Simeone merkezli anlatıya geçeriz. Simeone boksu  umursamayıp bırakan abisinin aksine bu işe hırsla başlar. Zar zor iş bulup geçinmeye çalışan kardeşler arasında para konusunda küçükte olsa “rekabet” güdüsü ortaya çıkmaya başlar. Dul annenin çocukları üzerinde anaç idaresi yeni düzende kentin eline geçmektedir. Filmde ailenin çözülüşünün ve yıkımının merkezinde yer alan Simeone zenginlik ve lükse kapılan, bu uğurda hırsızlığı ve her yol mubahtır tavrını bu karakterden görürüz. Sahip olma, elde etme arzusu sevgilisini bile bıktırır ve ilerleyen bölümlerde Rocco’yla yaşacakları korkunç olaylarda da bu sahip olma güdüsü artarak görülecektir. Arzuladığı kadına yaklaşabilmek  için  hırsızlık  yapar  hatta  orada  da  başkasıyla  birlikte olurken ilgilendiği şey mücevherlere dönüşmüştür. Bu anlatım ve tercihlerden kapitalizmin “kardeşliğe” karşı olduğunu bireyciliği ön plana çıkarttığını söyleyebiliriz. Visconti dünya görüşünü sanatına ustaca yedirmiştir.

Filmin temelinde yatan kardeş yani Rocco’ya geldiğimizde ise şehre uyum sağlama konusunda bir anlamda en tutarlı ama bir o kadar da isteksiz bireyi görürüz. Saf kalmayı başarabilen tek birey O’dur. Aynı zamanda güneydeki adaletsizliğe değinen, bunu eleştiren Rocco şehre alışamadığını da filmin çeşitli bölümlerinde tekrar eder. Filmde fazlasıyla dindar annenin en temiz oğlu olmasının yanında iyiliği ve başkaları için kendini feda etme anlamında azizlik mertebesine yükselmektedir Rocco. Örneğin kardeşi Simone, Rocco’nun birlikte olduğu kadını O’nu dövecek kadar çok arzuladığını ve kadın için yerle bir olduğunu gördüğünde, o kadını çok sevmesine rağmen eziyeti kabul eder. Kendisine çok kötü davrandığı halde Simeone’nin mutluluğu için sevdiği kadını bırakır. Tutkusuzca yaptığı boks maçlarında aldığı galibiyet sonucunda ağlamasının sebebi olarak da abisine duyduğu nefretin maçı kazandırdığını hissetmesi olduğunu söyler.

Dördüncü kardeş Çiro sanayinin işçi sınıfında yer bularak uyumluluk  bağlamında en başarılı kardeştir. Güneye dönmeyi aklının ucundan bile geçirmez. Akdeniz kültürünün sıcak duygularını taşıyan güney yerine mantığın ön planda olduğu soğukkanlı kuzeyin bireyi olur. Örneğin Simeone’nin işlediği cinayet sonrası aziz Rocco sevgisinden dolayı bu olayı örtbas etmeyi bile düşünür. Hem de Simeone’nin öldürdüğü kadın sevdiği kadındır. Ancak Çiro kardeşini polise ihbar etmekten hiçbir şekilde çekinmez. Zaten Simeone’le içten içe en fazla çatışan da odur. Çiro’nun işçi olmasını alay konusu yapan Simone asla elindekiyle yetinmeyen kapitalist sınıfın emeğe bakışını da gözler önüne serer.

En küçük kardeşe geldiğimizde onun muhtemelen güneye  dönecek  biri olduğunu görürüz. Rocco güneyi en çok ona hatırlatma gereği duyar. Belki diğer üç kardeşin kuzey ve taşıdığı değerlerle yoğrulmaları sonucunda tek umut olarak Luca’yı görmektedir. Filmin bu bölümünde Rocco’nun şampiyon olduğu  ve bunu kutladığını görürüz. Filmin başlarındaki uzun salon sekansının bir benzerini burada görmekteyiz. Burada ailenin ve paylaştıkları apartmanda muhtemelen fakir komşuların neredeyse sistemin kuzeyli burjuvaları gibi hareket ettiklerini görürüz. Neredeyse, çünkü şarap içme sahnesindeki acemilik onların bir anlamda o kılıfa büründüklerini ancak içselleştirmediklerini gösterir. Rocco’nun insanoğlunun adaletine inanmıyorum demesi inançsızlığın ve ümitsizliğin doruk noktalarındandır. Visconti bir anne ve beş kardeş üzerinden sistemi, yozlaşmışlığı, ümitlerin tükenmesini, fedakârlığı ve bir anlamda melankoliyi yalın bir anlatımla kusursuzca aktarmıştır perdeye.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergitemmuz1010_198b133be93ff4

Bunu paylaş: