Aydınlanmanın Erdemi – Adnan Binyazar

Aydınlanmanın Erdemi* 

Aydınlama çağı, aydınlatıcı ışığını yaymadan önce, karanlığın  gizlediği pislikleri temizlemeye yöneldi. Yapıyı sağlam temele oturtmanın kuralı da budur: Kayalar parçalanacak, bataklıklar kurutulacak, cüruf kaldırılacak, çatı çatıldıktan sonra odaların döşenmesine geçilecektir.

Cervantes’in Don Quijote’si aydınlanma olgusuna iyi bir örnek oluşturur. Don Quijote, aydınlanma düşüncesinin bol alüvyonlu anlatı ırmağıdır, beyni safsatalarla doldurup insanlığı eylemsiz kılan boş hayalciğin sonunu getiren ironisidir.

Kendini hayallere kaptıran insan, yanlışı doğru, doğruyu yanlış görür. Hayalcilik, ruhsal sarsıntıdan da kötüdür; kişinin gözünde, ömrü domuz ahırlarında geçen sıradan bir köylü kadınını kontes de yapar, yel değirmenlerini devlerin ordusuna da dönüştürür…

Öyle ki, Don Quijote, karanlıkta düşman baskınına uğradığı korkusuyla kılıcını sağa  sola  sallarken,  tavandaki  şarap  tulumlarında birini delip, oradan, kan sandığı şarabın tepesine aktığını görünce, en büyük düşmanını ortadan kaldırdığı düşlerine kapılır. Bu yanılsamayla, hayalci bir dünyanın sona erişinin anlatı  tarihi başlamıştır.

Başta köyün rahibiyle berberi, Don Quijote’nin yakınları bir araya gelip, beynini çürüten kitaplardan kurtarmak isterler onu. Rahip az çok bilgisiyle, berber ve yakınları onun dediklerine inanarak, sakıncalı buldukları kitapları yakılmak  üzere avluya atarlar. Yararına karar verdiklerini de yakmayıp bir yere gizlerler.

O günün koşullarında kitap, kişinin bilgiyle donatılmasını öngören aydınlanma düşüncesinden intikam almak için yakılıyordu. Kuşkusuz, kitap yakmak insanlık suçudur. Hiçbir çağda bir çözüm de getirmemiştir. Nazi Almanya’sında,  kitapları yakılan yazarlar bile, Hitler’in Kavgam(Mein Kampf) adlı eserini yakmayışları, aydınlanma hoşgörüsünün sonucudur.

Bu örnek, özellikle 12 Mart’ın tarihe nasıl bir utanç sayfası eklediğini açıklamaya yetiyor! Yine de, 12 Mart sonrası iyi kitaplar yok edilirken, çöplük malı kitapların devlet eliyle kitaplıklara gönderildiği o kara günlerde, okumanın erdemine inanmış kişiler, ekmeğinden kesip parasını kitaba yatırmıştır.

Bireysel bilinçlenme budur. Şu günlerde, yasama-yürütme-yargı erkinin birbiri içinde etkisiz kılınıp tek kişi yönetiminin devreye sokulmak istendiği günler yaşanıyor. İnsanımızın, aklını kılavuz eyleyerek cesaretle arayışa yönelmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu, kişinin kendini bireysel bir varlık olarak algılamasına, bilgiyle donatarak aydınlanmanın erdemine ermesine bağlı bir olgudur.

Aydınlanma da, “kişinin, kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanması” değil midir?

Kant’ın şu saptamasını derinliğine kavrama sorumluluğu, sanırım ülkemizde hiçbir dönemde bugünkü kadar önem taşımamıştır: “Doğa, insanı, dışarıdan yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmıştır. Buna karşın, korkaklık ve tembellik nedeniyledir ki, çoğunluk, yaşamları boyunca yetkinleşmemeyi kendi gönlüyle yeğlemiştir. Bu yetkinleşememe durumu, onların başına niteliksiz gözetici ve yöneticilerin gelmesini daha da kolaylaştırıyor.”

Yetkinliğe erememiş bireyler, ne yazık ki, onu her alanda düşünsel eylemsizliğe sürükleyen en kötü durumların ayırımda bile olamıyorlar…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2010

Bunu paylaş: