Bir Kez Daha

Bir Kez Daha*

Bir kez daha gelmiştin, hatırlıyorum.

 

Hatırlıyorum, geldiğinde çiçeklerin kokusunu gördüm düşlerimde, Evren bütün düzeninden vazgeçip ruhuma yerleşti.

Akşamları kuşlar konuştu penceremin önünde,

 

Benliğimi yalınayak, başıkabak bir çocuk huzuru işgal etti.

 

 

 

Sonra ne oldu hatırlamıyorum, hatırlamak istemiyorum ya da Gittin…

Bir gün penceremin önüne kuşlar gelmedi, Çocuk sesleri, evren ve çiçek kokusu firar etti.

Çığlıklara bürünmüş bin yıllık bir sessizlik, Hiç çıkılmayacak izlenimi veren bin yıllık bir çile odası…

 

Bin yıllık ne kadar kötülük, kötü şey varsa onlar kentime giriverdi. Suskundun ve sen susunca böyle apansız

Ne idüğü belirsiz bir canavar saldırıyor fikrime, Saldırıyor bedenime ve beni ben eden her şeye Kulelerim yalnızlıktan kuduruyor

Ki dimdiktirler ve kuşatmışlardır çevremi

 

Bilmem korumak mıdır yoksa hapsetmek midir niyetleri

 

Ha parçaladılar ha parçalayacaklar kendilerini Yağıverecekler tepeme, yok edecekler beni.

 

 

Sonra birden çıkageliyorsun.

 

Çıkageliyorsun acılarını içine gömdüğün kitapların, esrik bir perdeyle gizlediğin umudunla

 

Gülümseyen yüzün, elbette dudakların ve belki de göğüslerin Yani bir bütün olarak aşk kulelerime saldırıyor acımasızca.

Saçlarında taşıdığın Moğol atlıları hırpalıyor kalın duvarlarımı Biliyorum, görsem

Kalbimde ve örselenmiş ruhumdaki bütün siperleri tarumar edecek okçular dizdiğin gözlerin.

 

Biliyorum, hissetsem

 

Bütün tuzaklarımı ve sinsi planlarımı apaçık edecek baldıran içmeye mahkûm filozoftan emanet aldığın hüzün.

 

 

 

Savunmasız kentimde,

 

Ben ve bütün uzuvlarım ve kalan her şeyim korkuyoruz, Perdeleri iyice çekiyoruz; kapılar zaten sımsıkı kapalı Cesareti kendinden menkul bir kadın silueti, saldırıyor inadına

 

Korkuyoruz, işgalinden korkuyorum. Ve biliyorum

Ben ve kentimin bütün sakinleri, yani kocaman sandığımız o zavallı ordu, Kötü niyetlerim, hain planlarım ve zehirli düşüncelerim ve elbette yalnızlığım Savaş naraları atsak da her ne kadar, Son sığınaktır korku.

 

 

Bir girdap, bir velvele, bir telaş, bir infial Karmakarışık oluyor her şey tedirginim aşktan, Bilincimde kopan kaosun yarattığı kaybetme korkusu Yorgun düşüyorum seninle ve kendimle çarpışmaktan,

Beynimi tırmalıyor atlılarının nal sesleri, saçlarının sesine karışıyor Yüreğimde bir ürperti  yaratıyor dik bakışlı Romalı gözlerin,

Hüznün bir garip, Metafizik bir öğe gibi düşüncelerimi bulanıklaştırıyor. Kentimin ıssızlığını dolduruyor her şeyi yağmalamaya hazır güzelliğin. Pişman oluyorum, ellerini merak ettikçe

En uygunsuz, en vahşi, en gaddar planlarımı yakıyorum. Ben ve kentimin sakinleri korkuyoruz,

Elimizde kazma ve kürek yani içki kadehleri, sigaralar

Derinlere gizlenmiş içimdeki çocuğu dipsiz kuyulara gömüyoruz ve kahırlanıyoruz,

 

Mağlup olduğunu bilen bir kumandan gibi ordumuzu bile bile yanlış siperlere sürdüğümüze;

 

Ateşe atıyoruz, yaşamak için ne kazandıysak, Ne halt ettiğimizi bilmiyoruz.

Çünkü mağlubuz

 

Biliyoruz en dipsiz kuyulara gömülen çocuk ele geçecek. Her bir hücresi binlerce kez aşkla örselenecek

Beyaz bir bayrak sallamak an meselesi

 

 

 

Ama sen vazgeçiyorsun yerli yersiz işgalinden

 

Saçlarını, gözlerini, hüznünü ve güzelliğini çekiyorsun kentimden Sonra uyanıyorum yarı uyanık uykumdan

Sonra sessizlik Sonra…

Sonrası sensin işte, her şeyinle sen

 

Ya gel işgal et, zimmetine geçir ya da yağmala her şeyimi Ya da çeksin gitsin siluetin hırpalayıp durmasın kulelerimi

HERMES

*https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2010

Bunu paylaş: