Özgür Düşünceden Dogma ve Ezber Düzene – Melih Öncel

Özgür Düşünceden Dogma ve Ezber Düzene*

Devrimin ilk olmasa bile hedeflenen sonuca varmak için atılan en önemli adımlardan biriydi Köy Enstitüleri. Eğitim, kültür ve bilinçle temellendirilmek istenen Cumhuriyetin en güçlü ayağı belki de. Ve hizmet verdiği dönem  boyunca en çok tartışılan, en çok karşı çıkılan, sonuçlarının kalıcı olmasından en çok korkulan kurumlar olmuşturlar. Türk Devriminin önünü kesmek ve başarısızlığa uğratmak için kesilen ilk ayak. Köy Enstitüleriyle kalıcı bir  aydınlık yaratmak isteyen Cumhuriyet, belki de tüm varlığı boyunca acısını hissedeceği bir kaynaktan olmuştur. İlerlemeyi ve devrimi sürekli kılacak ve girilemeyen en karanlık köşeleri bile görünür kılacak bu aydınlığa günümüzde hala ihtiyaç duymaktayız. Hatta Köy Enstitülerini merak etmiş, araştırmış ve anlamış birçok insan bu eğitim ağının önünün kesilmesini Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük kaybı, karşı devrimin önünde aldığı en ağır yenilgi ve adeta sorunları başlangıcı olarak görmektedir.

Bilim, sanat ve kültür üreten enstitülerden geriye halen varlığını sürdüren feodalite ve toprak ağalığı, aydınlığa karşı bir korku, insanlar üstünden getirim sağlama, bitmek tükenmek bilmeyen “düşünce suçu” cezaları, sansür, türban tartışmaları ve hatta yobazca ve ya faşistçe bir şiddet kalmıştır. Okuryazar oranımızı arttırsak da sorgulama, çevresiyle iletişim içinde olma ve sürekli ilerleme düşüncesindeki bireyler yaratmakta başarılı olamadık bir daha. Karşı devrim ve ya çıkarlarını korumaya çalışan iç ve dış güçler açısından bir değişiklik yok aslında. Köy Enstitüsü meşalesi taşıyanlara o günlerin, içinde hakaret barındıran söylemi “komünist” yakıştırması günümüzde yerini “dinsiz”e bıraktı. Karşı durulan şey hep aynı kaldı: okumak, sorgulamak, düşünmek, başkasının şahsi çıkarları için değil kendi ve ya toplum için üretmeye başlamak. Öte yandan kayıp, cumhuriyeti daha da yüceltmek isteyenler; Atatürk’e ve devrimlerine gerçekten bağlı insanlar ve ellerinde salt bir güç barındırmak  yerine aydınlık bir toplum hayali kuranlar için oldu. Eğitim, cehaleti ortadan kaldırmak ve sanat, özgürlüğe ulaşmak için kullanılan birer araçtı. Oysa bizlere geriye sadece ezberlemek, önümüze bakmak, büyüklerin yanında konuşmamak, cinsiyet bir suçmuş gibi okula gidememek ve her şeye alışmak kaldı.

Tamamen özgün bir anlayışla kurulan ve işleyen Köy Enstitüleri birçok ülke tarafından incelenmiş ve örnek alınmıştır. Bizse adeta elimizin tersiyle itmişiz  bu eğitim yuvalarını. Geçmişten günümüze uzanan sorunların temeline indiğimizde birçoğunda en altta eğitimin ve aydınlığın olmadığı bir katman çıkar karşımıza. Alaşağı edilmiş ve aşağılanmış bu eğitim projesinin önemi daha iyi anlaşılır o zaman. Ve bizlerse ancak kapatılmasalardı bugünlere yapacakları etkiyi tahmin etmeye çalışıyor ve iç çekiyoruz ne yazık ki. Her gerici eylemde, satılan her karış toprakta, ölen her işçide içimiz acıyor.

Günümüz “modern” eğitim sistemiyle yetişen çoğu gençse köy enstitülerinden bihaberler ne yazık ki. Bu kurumlarda ne yapıldığını, kimlere ne amaçla eğitim verdiklerini bilmiyorlar. Tıpkı amaçlanan gibi sadece önüne bakan ve gördüklerinin tek ve doğru bilen bireyler oluyorlar. Günümüzde toplumsal gelişimin eğitimle doğrudan bağlantılı olduğu artık son derece açıktır. Bağımsız düşünce üreten, bilimi takip eden, çevresiyle ilişki kuran ve öz-bilinç sahibi bireyler yaratmaktır ilk amaç. Bunu başarmak toplumu ve ülkeyi geliştirmenin anahtarıdır. Ne yazık ki cumhuriyetin ilk döneminden sonra Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla başlayan süreç sürekli değişen dünyaya ayak uydurmakta  oldukça zorlanmamıza neden oluyor. Ezber ve dogmalarla yetişen bireyler düşünce üretmekten çok düşünceye karşı çıkmaya başlıyorlar. 1945 sonrası ülke yönetimini elinde bulunduran politikacılarında çanak tutmasıyla dünyayla rekabet etmemiz gerekirken sanata, laikliğe, özgürlüğe saldıranlar, insanları yakanlar, öldürenler ortaya çıkıyor. Şu anda 85 yaşında olan Cumhuriyet, kurulduğu ilk yıllarda sanat üreten, müzik aleti kullanan, edebiyat tartışan köy çocukları yaratırken, günümüzde; heykelleri meydanlardan toplatıyor, sinema salonlarını ağzı bozuk halk kahramanları sayesinde doldurabiliyor, bilime kendi kurumlarında sansür koyuyor.

Daha önce de dediğim gibi her sorunun altında eğitim yatıyor. Tabi ki de her gelişmenin altında da. Köy Enstitüleriyle ve eğitimle yaratmak istediğimiz yeni toplum, şu an bulunduğu noktaya da eğitimle gelmiştir. Dinci temele sahip bir eğitimle! Enstitülerin kapatılması, ilahiyat fakülteleri, imam hatipler, türban simgesi, laiklik karşıtlığı… Günümüz Türkiyesi’nin sorunları bir anda ortaya çıkmamıştır ve ne yazık ki ezber ve dogma eğitimin doğası gereği bu yapıyı bozmak da kolay değildir. Türkiye’nin 1945 sonrası süre gelen siyasi yapıyla da desteklenen sistem, geleceğimiz için en büyük tehdittir. “Tanrı için” insanları katletmeye kadar giden, bağımsız düşünmeyi tamamen yok sayan dini eğitime dayalı bu yapıyı, bilimsel eğitimle yer değiştirmek başlıca hedefimiz olmalıdır; çünkü ancak eğitimle kalıcı bir hal alır her şey. Atatürk ve arkadaşlarının  yapmak istediğini ne yazık ki şu ana kadar Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan gerçekleştirmişlerdir. Köy Enstitüleri, kapanmalarının üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa da bizler için hala önemlidirler ve hala birer örnek durumundadırlar.

*https://issuu.com/azizm/docs/ederginisan2009

Bunu paylaş: