Kumsal Tuğçe Duysak

Kumsal* 

Denizin var olan tüm masumluğuyla güneşi selamladığı saatlerde Ege’de herhangi bir kumsalda gözümüz…

Emekli olduğu göbeklerinde belli olan iki adam görülüyor uzaktan. Biri, şezlongları yerleştirmekte olan çocuğa başıyla selam veriyor. Çocuk ise ağzında şivesiyle özünü koruyan teyzenin, küçük bir çocuk tarafından çekiştirilmesine şaşırmış, tepki veriyor. Az sonra kumları açan küçük çocuk, teyzeyi kumlara yerleştiriyor. Kum hala yakmayacak sıcaklıkta teni. Bu sebepten olsa gerek hep bu anlar da gömdürür bu teyze kendini. Emekli adamlar, çoktan terlerini denize bırakmış olmanın mutluluğuyla kurulanırken şezlonglar dizilir. Sıra şemsiyelere gelir. Ancak güneşi kıskanan rüzgâr denize doğru tüm kum tanelerini döküverir ve şemsiyelerde kum taneleri gibi denize uçuşur. Küçük çocuk ve birkaç delikanlı daha yardıma gelir şemsiyeler için, işler yoluna koyulur. Rüzgâr diner.

Şezlongcu çocuk bir şarkı açar aşkı anlatan ve güneş aşka gelir, daha bir sıcak karşılık verir denize. Sevgisiyle ısıtıverir onu ve simitlisi simitsizi, üstlüsü üstsüzü, yerlisi yabancısı herkes bu aşkı izlemeye gelir. Bu masumiyetten paylarını almak için kendilerini denize atarlar. Kimi ayaklardan başlayarak hisseder aşkı, kimi balıklama dalar aşka. Her ne olursa olsun yöntemleri, hepsinin suratında bir gülümseme vardır; ta ki kıskançlığı nükseden Rüzgârın küçük bir çocuğun simidini uçurana kadar. Simidin peşinden giden çıplak çocuk, kovaları ve tırmıkları da peşi sıra denize iteler. Bu kıskançlıktan dolayı sinirli olan deniz, köpürerek dalgalanmaya başlar, tırmık ve kovayı uzaklara götürür. Belki de bu en çok kırık dökük duşların yanında deniz oyuncakları satan adama yarar. Bu öfkeli saatlerde o hep kazanır çünkü simitçiden ve süt mısırcıdan pay kaldığı sürece. Oysa onlarda bu zamanlar pek pay alamazlar kafeler yüzünden. Bu kafelerde gençler müzik eşliğinde keyif ederek oturur. Çoğu çift olmakla beraber, birçok kişi aşkla hiçbir uyumu yakalayamayan bilgisayar sesleriyle güneş ve denizi hayranlıkla izler. Ancak artık güneş bu kadar göz istemez denizin üzerinde ve yavaşça kendini geri çeker, aşkın ışıltılı şehvetinden  mahrum bırakır denizi…

Bir ayrılık vaktidir artık yaşanan ve denizin ziyaretçileri gelir; onu yalnız bırakmamak için. Çoğu aşkın hallerini çoğu kez yaşamış, büyük insanlardır. Deniz onlara karşı minnettar bir şekilde güneşin aşkının, üzerinde bıraktığı kızıl yarayı gösterir. Ve büyük insanlar bu yaraya merhem olmak için daha sık kulaç atarlar. Ayrılığa dayanamayan gençlerin terk ettiği kafeler akşam için kendilerini hazırlarken, son gevreklerini satmaya uğraşan bir ablanın sesi yankılanır kumsalda. Geçim çaresizliği; onun, denizin aşkının çaresizliğini görmesini engeller. Bu esnada yüzünü iyice gizler güneş ve açtığı yara öylece kapanır. Bu bir kaçıştır, aşkın yakıcı etkisinden kurtulmak için. Artık kimse elini ayağını sürmek istemeden denize yürür gider kumsalda. Koşanlar dahi ferahlama yolunu duşta görür. Esnaf evine giderken, şiveli teyze nihayet kumdan çıkar ve evine yol alır. Artık kumsala sadece birkaç kafe ışığı ve rüzgâr hâkimdir.

Güneşin kardeşi ay, dayanamaz pervasızca rüzgârın bu kumsalda salınmasına ve yüzünü gösterir. Bu sefer kalbi hızlı atan birçok genç gelir en hoş halleriyle kumsala. Birkaç odun ve kâğıtla ateşi yakıp Ay’a teşekkür ederler. Deniz ardın iyiden iyiye soğumuştur aşka karşı. Kimse el ayak sürmek istemez. Gece ateş başında aşk söylenir, yenilir, içilir. Bir çocuğun başını döndürür içini yakar aşk ve çareyi denizin katılığında bulup atar kendini koynuna. O sırada etrafı temizlemekte olan çöpçüler üç dört kova ile yollarına devam etmeye çalışır. Kimi dolan kovalar yollara dökülse de pek aldırmadan giderler onlarda gençler gibi.

Kumsal artık gün içinde hiç olmadığı kadar yalnızdır. Yalnızlığa hiç alışamamıştır ki ne yapsın? Güneşi çağırır Ay ile söyleterek. Ay yerini Güneş’e bırakır ve eniz var olan tüm masumiyetiyle güneşi selamlar.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergieylul09

Bunu paylaş: