İvedikleşen Bir Sanat: Türk Sineması – Ümit Hüseyin Girgin

İvedikleşen Bir Sanat: Türk Sineması* 

Az gelişmiş bir ülkenin kültürünün de mutlaka az gelişmiş olması gerekmez.

Glauber Rocha.

 

Skolâstik döneme ait bir kavram olan Sensorium tüm duyu organlarından gelen algıların zihinsel bir tasarım oluşturacak şekilde toplandığı tek bir  organ anlamına gelmektedir. [Metin Gönen Paradoksal Bir Sanat Sinema, versus Kitap Mart 2008 , s.25] Bir başka deyişle insan varlığının dışında kalan her şeyin duyu araçları aracılığıyla temsil edildiği, ancak bu temsil edilme gerçekleşirken, temsil eden kadar temsil edileninde birbirini etkilediği, dönüştürdüğü bir aşamaya sensorium diyebiliriz. İçinde bulunduğumuz dünya   da bu temsil etme,  edilme işlevi sanat dalları tarafından yapılmaktadır.  Modern sanat dallarından olan sinema belki de yapısı ve içeriği ile bu tanıma en yakın olabilecek sanattır. Bir sanat ve endüstri ürünü olarak kültürel hayatımızın  içinde olan sinema, icat edildiği günden bugüne kadar sosyo-kültürel, politik ve ekonomik anlamda içinde yaşadığı koşullardan ve çevresinden etkilenmiş ve bu yaşanışları görüngüsel olarak dönüştürerek toplumlar ve insanlık üzerinde yeni anlamlar üretmiş görsel ve işitsel bir sistemdir. Bu yönü ile sinema  sadece edilgin bir sanat değil sistem üzerinde de doğrudan etkinliği olabilen bir sanattır kısacası sinema bir ışık kaynağından çıkan ışınları hareketli resim film şeridinin üzerinden geçirmek ile kalmamıştır çok daha ilerisine gitmiştir.

Bu ilerleme sürecinde sinema insan yaşamını gerçekçi bir şekilde ele alan anlatılar gerçekleştirmesinin yanında, katarsisi de (filmi izledikten sonra izleyicide oluşan rahatlama) hedefleyen filmler yapmıştır. Katarsis zihinsel süreçlerin geri plana itilip duygusal süreçlerin öne çıkarıldığı bir durumdur. Düşünmeyi ve zihinsel edimi daha geri plana iten anlayış ise bugün modern toplumların başlıca özelliklerindendir. Düşünemeyen modern  insanın bilinçdışını dahi ele geçiren kitle iletişim araçları dolayısı ile sinema, toplum içindeki bireyi eşik bekçilerinin söylemlerinden de yararlanarak conformist ve edilgin  bir  hale  getirmiştir.  Böyle  bir  arzusu  olan  iktidar  özneleri toplumun nesne konumundan, kendisini ve çevresini; din, okul aile kurumlarını sorgulayan özne konumuna çıkmasına hiçbir zaman izin vermemişlerdir. [Ertan Yılmaz ,Amerikan Sinemasında Savaş ve Vietnam filmleri, Antrakt Sinema Kitapları 1. Baskı Eylül 1997 s.9] Bu dayatmacı ancak ikna yollu modelle yaşamaya alışmış olan toplum bireyleri artık uzun süren sessizlikleri ile tepkilerini göstermektedirler.

Modernizmin kökenleri ilk olarak Avrupa’da atılmıştır. Bu anlamda zihinsel ve kültürle anlamda Avrupa ile aynı yoldan gitmeyen bir topluluğun, (günümüzde bu toplumları 3.dünya olarak adlandırılmaktadır) modern toplumlar olarak adlandırılamayacağı kesindir. Ancak bu toplumların tepeden inme modern anlayışı ve kendi benlikleri arasında kalmış sıkışmış toplumlar olabileceğini belirtmek gerekir.

Türkiye’de Osmanlı Devleti’nden, Cumhuriyetin kuruluşuna ve günümüze kadar kendi doğrultusunda ilerlemek isteyen ancak darbe ve baskı rejimleriyle modernizmin şablonlarına uydurulmaya çalışmıştır. Batılı diplomatların, devlet adamlarının yerli işbirlikçilerle anlaşmaya vararak kendi kafalarında ki şablonu ülkemize uydurmak istedikleri, bu yüzden de kendi yolunu çizmeye çalışan bir ülkenin evlatlarının acılara gark olduğu bir duruma sürüklenmiş durumdayız.

Dolayısı ile modernizmin hiçbir aşamasından geçmemiş, sanatsal ve kültürel anlamda modernizmle çok sonraları tepeden inme şekilde tanışmış Türkiye’nin, modernizme karşıt olarak ortaya çıkan akımlar ile de çok yakından bir ilişkisi olmamıştır. Sanatın soyutlanmasına karşı çıkmak amacı ile ortaya çıkan, sanatın eşitlenmesi amacını güden ancak bu tavrı ile sanatın yok olmasına  metalaşmasına yol açan pop-art sanatının temsilcileri, tüm dünyada sanat eserlerinin ucuzlaşmasına yol açmış, sanatı zihinsel ve kültürel süreçten uzaklaştırarak, hazır eşyaya dönüşmesine neden olmuşlardır. Sanatın ruhunu öldüren bu düşünceler sanatı hazır üretime sokmuşlardır. Tüm sanat dalları gibi sinema sanatı da bu olanlardan payına düşeni almış içi boşaltılarak ucuzlaştırılmıştır. KENDİ ÜLKELERİNDE BELLİ BİR DOYUMA ULAŞTIKTAN SONRA HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ DIŞ PAZARLARA AÇILMA GEREKSİNİMİ DUYAN Amerikalı pop art sanatının temsilcileri, bu işler için her zaman kültürü ve zihinsel süreci düşük olan, etkilere açık kendini anlamlandırmaktan yoksun ne birey ne de toplum olmanın ayırtına varamamış olan toplumlara yönelmişlerdir. Türkiye toplumu gibi ülkelerin pazarlarına öncelikle kendi kültürlerini sinema ve diğer sanatlar aracılığıyla sokarak, kültürlerini yaymışlardır. Zaman içerisinde özellikle 1970 ve 80lerle birlikte ucuz kültürlerini dünya pazarına sokan Amerikan sinemasının Türkiye’de 90lı yıllarda daha popüler bir hale girdiğini görürüz. Bu dönem cumhurbaşkanı Özal’ın iktidar da olduğu yıllardır. Recep İvedik olgusunu kurgusal ve zihinsel açıdan daha iyi anlamlandırabilmek için Özal döneminde yaşanılan sıkıntıları, sinema alanında yapılan icraatları bilmek bizim açımızdan önemlidir.

Türk modernleşmesinin asıl sorunu Türk toplumunun kültürel anlamda kendisini modernizme hazır hissetmemesinden kaynaklanmaktadır. Halk için  halka rağmen anlayışını benimseyen politikacıların kafalarında ki resim her zaman halkın içinde yaşadığı gerçeklikten çok farklı olmuştur. Halk sıkıntı içinde karnını doyurmaya çalışırken modern profil halkın ne giyeceği ve nasıl davranacağı üzerinde yoğunlaşır örnek olarak. Cumhuriyetin kuruluşundan 80li yıllara kadar kendi kurtuluşunu ve kaderini tayin etmek isteyen genç, devrimci halk zihniyeti batılı güçlerle işbirliği halindeki yerli işbirlikçiler tarafından her zaman kısıtlanmış kendisi olmaktan çıkartılmış bastırılmıştır. 80li yıllara kadar kendi yolunu bulmak isteyen ancak devamlı susturmalarla karşılaşan   toplumun 80 darbesi ile birlikte siyasetten, sanattan kültürden politikadan eli ayağı kesilmiştir. Bir suskunluk döneminden sonra iktidara gelen yeni politikacılar Türkiye’nin yönünü tam olarak, her açıdan batıya çevirmekte bir beis görmemişlerdir. Dünyada neo-liberal etkiler, emperyalizm ve kapitalizm akımları almış başını yürürken Özal döneminde Türk dış politikası da gümrük birliği vb… uygulamaları kabul ederek ülkenin yarı sömürge haline gelmesinin önünü açıyordu. Turgut Özal iktidarı dünyadaki neo-liberal etkilere Türkiye’ye bir açık pazar haline getirerek cevap veriyordu. Ülkemize giren her türlü dış kaynaklı ürünün yanında kültürel ürünlerin de girmesi kaçınılmazdı. Özal döneminden önce aralarından çok az nitelikli filmler çıksa da yılda 200 den fazla film yapılırken, özal döneminde iç piyasayı ve sinema salonlarını Amerikan film şirketlerine açarak bir anlamda Türk sinemasında yapılan film sayısı azaltılmış yılda bir iki filme düşürülmüş ve bu anlamda Türk sinemasının ölümüne imza atılmıştır. Uzun yıllar kendisini toparlayamayacak olan sinemamızda ki bu kısırdöngüye yine aynı dönemin basiretsiz politikaları ve biçimden ve içerikten yoksun insan modellemeleri karikatürleştirilerek damgasını vuracaktı. Türkiye  de sanat ve siyaset artık sokaktaki insan ve zengin kodaman insan çizgilerinden saptırılarak, bir maganda köylü-kentli ayrımlaşmasının üst  sınırlarına uzanacaktı. O dönemde büyük şehirlere yapılan göçleri de eleştirmek anlamında değişen mizah anlayışı ile (Gırgır ekolünden Leman ekolüne)doğulu vatandaş varoşlarda yaşayan uyumsuz yere tüküren, kadınlara kızlarla sarkıntılık yapan birey olarak adlandırılacaktı. Mizah dergilerinin cinselliğe ve ötekileşenin reddedilmesine dayalı bu bakış açısı içimizde ki ötekini dışlamak adına Anglo- Sakson Protestan beyaz Amerikalıların, yurtlarında yaşamayı dar ettikleri Kızılderililere   bakış   açısına   karşı   kültürü   ötekileştirmek   ve   ne   dediğini dinlememek açısından az da olsa benzer. Mizah dergilerin ve gazetelerin bu maganda açılımına karşı, ötelenen istenmeyen şey devamlı olarak en yakınımızda ortaya çıkar. Mağarada doğan İbrahim Tatlısesleri, Küçük Emrahları, Mahsun Kırmızıgülleri aşağıladığımız ancak içselleştiremediğimiz bir döneme gireriz. Bunun yanında Türkiye’de bir maganda kültürü yaratmak adına mizahından etkinliğinden popüler müzik anlamında da bahsetmek gerekir. Bu kentli insandan farklı dikkatli dinlenmediğinde ne konuştuğu anlaşılmayacak olan insana, bu kendi ırklarını bulundukları şehirde söyleme kompleksine kapılmış insanlara karşı, çocuklara karşı birde Grup Vitamin çılgınlığı başlamıştı. Müziklerin içi espri ile karışık ideoloji kokardı. Kısacası bugün Recep İvedik karakterini eleştirmeden evvel geçmişten günümüze gelen süreci biraz da olsa bilmemiz gerektiği kanısındayım. Tüm bunların ışığında Recep İvedik filmini incelemek daha yararlı olacaktır. Gelelim filmin öyküsüne ve bende yarattığı izlenimlere…

İş dünyasının ölçütleri Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi Avrupa Birliğine almak için bin dereden su getirttikleri kriterlerden bile daha zorlu olduğu günümüzde nitelikli bir eleman olabilmek için ve bir işe girebilmek için kendi alanım için başvurduğum iş yerlerinden birinin ilanını aktarmak isterim sizlere. 25 yaşını geçmemiş üniversite mezunu, askerliğini bitirmiş ve alanı ile ilgili tüm bilgileri bilmeli en az iyi derecede yabancı diliniz olması gerekmektedir. Gerçekten de  bu aymazlık ve düşüncesizlik milyonlarca gencin üzerinde büyük baskı yaratırken Recep İvedik’in bu kuralların tam dışında davranması bizi güldürüyor.

Günümüzde sinemamız ve şov dünyamızın bu kadar iç içe geçtiği bir dönemde TV  de  ki  şov  programlarının  ve  şovmenlerin  yapmış  olduğu  sulu şakaların sinema perdesine yansıtıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Televizyonlara çekilen her türlü seviyesizliğin sinema sahnesine de yansıması ülkemiz tarafından artık oldukça normal karşılanır bir durum oldu. Buna daha önceden yapılmış olan Kahpe Bizans vb… filmleri ekleyebiliriz. Star anlamında bu filmlerden belli bir ölçüde ayrılsa da ele almış olduğu konular bakımından tam bir güncellik taşır Recep İvedik.

Filmi öncelikle bir sinema filmi olarak değerlendirip  değerlendirmemek gerektiği konusunda kararsızım. Çünkü film Şahan Gökbakar’ın daha önce televizyonda yayınlanan komedi şovundan skeçlerinden oluşan bir karakterinin beyaz perdeye sinematografik bakış açısı ve bir dramatik kurgudan yoksun halde çıkartılmış bir kopyası. Bu bağlamda Recep karakteri Türk toplumunun beslendiği yerden çıkış noktası sağlamış. Küfür, Türk toplumunun maalesef kendisini ifade etmek amacı ile kullandığı en genel tabir, Türk insanı zihinsel ve kültürel açıdan tam bir gelişme sağlayamadığı için gittiği her yere kendi kültürünü de götürmekte bir beis görmez ve gittiği yerlerin sınırlarını da çizen bu iletişim Türk insanının her yerde küfür etmesine ve bir zaman sonra küfürü normalleştirilmesine neden olur.

Recep İvedik beni de güldürdü. Film genelde belden aşağı esprilerle dolu. Bu anlamda film halkımızın cinsel düzeyde nerede bulunduğunu da bana gösterdi. Bunu bir kendini beğenmişlik havası içinde düşünmedim ya da aydın kimliği ile dışlamak adına da söylemiyorum. Yapılan esprilerin bir kısmına bende güldüm sonuçta bu ülke de yaşayan hiç kimse gökten zembille inmedi. Bu bakımdan racon gereği gülmemek ya da kendini kasmak da en az bu filmi yapan zihniyet kadar sakıncalıdır bana göre. Filme gittiğimde insanımızın bastırılmış duygularını bütün çıplaklığı ile gördüm. Ayrıca bizim dünyamıza daha sonradan girmiş olan sınırları aşan öğretileri kapitalist üretim tarzına karşılık gelen yeni adapte olma kültüre insanımızın adaptasyon sürecini anlamak zor olmadı. Gerçekten de Türkiye’nin kapitalistleşip neo-liberal düzene ayak uydurmaya başladığı dönemleri hatırlıyorum da… o restoranlar vb… bizim için hiç konuşmayı bilmeyen bir çocuğun çevresinde ki kelimeleri tanımaya çalışması kadar yabancıydı. Türk aile yapısına ve örf adetlerine uygun olmayan bir süreç yaşandı ve bu süreç yaşanırken içimizdeki ötekini de dışlar olduk… Kadının metalaştırılması hızla gelişti.

Recep İvedik karakteri ilk filme göre sakalları daha uzamış daha eşkıya tipli tam da Özal dönemine ve gırgır, maymun gibi dergilerin maganda tiplemesi ile bize sunmuş olduğu tiplemelere daha yaklaşmış. O dönemde sokaktaki insan zengin ama gururlu eleştirel yoksul figürlemesinden, doğudan göç eden kıllı uyumsuz, insan ile yeni yeni modernleşmeye başlayan ve her hareketini kendi karakterinin tam zıttı bir şekilde kaskatı bir kontrol altında tutmak isteyen sahte modern Türk insanı ile çakışmaktaydı. O dönemlerde mizah unsurunun hiç bu kadar kötüye kullanıldığı yıllar olmamıştı herhalde sokakta ki insan mizah dergileri ile ayrımlaşmaya başlarken, yenin yeni ortaya çıkmış olan Grup Vitamin yapmış olduğu esprili şarkılarla bir anda kentli gençlerin beğenisini kazanıyordu. Şarkılarının bir kısmında maganda vb… sözcükleri kullanan bu grubun asında alttan alta bir ırkçı propaganda yaptığını anlamak ve bugünlerde dışlanmış olan ötekileştirdiklerimize bugün nasıl çılgıncasına güldüğümüzü anlamak bakımından yararlı olabilir düşüncesindeyim.

Kadınlar havalı oldular ancak bu film Türkiye’nin çok küçük bir kesimine seslenen bir filmdir bana göre kırsal kesimden gelip de şehir yaşamına uyum sağlayamamış birisinin ve bu yüzdendir ki bu kişi yeni yaşamında uyum sağlayacağı adapte olabileceği kanallar aramaktadır. Örneğin gecekondu varoşlarına hapsolmuş bir kişi hem kendi kültüründen tam anlamı ile kopmamak için memleketinin manzaralarına yaklaşabilmek adına kendi memleketlisinin kurduğu bir gruba üye olabilir, tuttuğu takımı sonuna kadar destekler onu hayata bağlayan   ve   sistemin   ona  sunmuş   olduğu  bütün  olanaklarını  bu  anlamda sınırsızca kullanır bastırmış olduğu duyguları tatmin edebilmek için. Her bastırılan ve ötelenen şey de elbette en yakında çıkacak olandır.

90lardan sonra hızla yabancılaştırılmak istenen Amerikan Sinema öğelerine göre koşullanan, American Pielara gülmek zorunda bırakılan ve zamanla alışıp bunlara gülen, güldükçe içindeki bastıran ötekileştiren Türk insanının içinde ki sese kulak vermesinin bir sonucudur Recep İvedik ancak içindeki ses artık Türk halkını dışındaki sesi dahi bastırmıştır. Türk halkı bir canavar yaratmıştır her alanda, başbakanı küfürlü konuşur, milli takım teknik direktörü etrafa hakaretler yağdırır, oyuncuları basın tribününe el kol hareketi yapar… Siyasetçiler sokak ağzıyla atışır ve bu ülkede her gün onlarca namus cinayeti sokak kavgası olur. Kahve kültüründen tutunda stat kültürümüze kadar her yerde birilerine bir şey yapmak, vurmak incitmek isteğindeyizdir. Bizden olmayan şerefsizdir! Bu  bazen bir hakem bazen yabancı bir teknik adam bazen Kürtçe konuşmak isteyen bir sanatçı, bazen kendi Türkçesinin içine etmiş bir sanatçı parçası bazen o  bazen de ta kendimiz ne dersiniz aslında bu biraz da kendimize olan sevgimizin eksikliğinden kaynaklanır olamaz mı? Bireyin ve toplumun birbirlerini bu kadar fazla etkilediği toplum sayısı herhalde çok azdır.

…ayrıca modern insan fazla konuşmaz susar, oysa Recep daha doğal hiçbir şeyi kafasına takmıyor yeni düzene ayak uydurmaktansa içindekini bir çocuk gibi doğrudan söyleyebilme cesaretine sahip. Cinselliğe yapmış olduğu vurgular zaten eskiden beri Türk sinemasında espri konusudur. Aslında Türk insanının hala kendi cinselliği ile nasıl problemli olduğunu göstermektedir. Başkasını rezil etmek, gülmek, dalga geçmek, eleştirmek ama genelde kırıcı olmaktansa verici olmak günümüz modellerine ters, çünkü günümüzde susmak patrona yalakalık yapmak birbirinin arkasından çukur kazmak moda. Oysa Recep İvedik herkesin yüzüne istediği şeyi çatır çatır söylüyor. Ninesini bile eleştirebiliyor. Herkesin hayatına birden girip eleştirmesi ile modern insanın bireyselliğine son veriyor bizler ise modernizmin m sinden geçmemiş bir toplum olmamıza rağmen kültürümüze ters bir akış yüzünden güldürmek, gülmek ruha uygun her  hareketin birden yok olması ve bu kadar bastırılmış olan şeyin en sonunda patlayarak Recep İvedik’e gülmesi olarak algılanabilir. Yani Türk toplumunun bu az gelişmişliği, ayrıca üstüne zorla giydirilmeye çalışılan modern kültür sinema anlamında Hollywood genel kalıpları, Amerikan kökenli esrarengiz adamların yakışlıklı gençlerin mantıklı karar vermelerinden oluşan Lost, Prison Break, Desperate Housewife gibi dizilere ilgi ile yaklaşan ve neden hoşlandığını bile bilmeden izleyen bireylerin infilak etmesidir İvedik. Olmadığın istemediğin şey en sonunda en yakınında ortaya çıkar. İş bulmak Türkiye’deki en  büyük  sorun  iken  henüz  modernleşememiş  kalifiye eleman da büyük sektörlerin en büyük sorunudur ve bu yüzdendir ki hala eğitim sistemi ve iş sektörleri arasındaki fark hızla artmaktadır. Bizler liselerimizden binlerce Recep İvedik çıkarıyoruz daha sonra bu Recep İvedikleri üniversite yollarında harcayarak onlardan ülkeyi kurtarmasını bekleniyor.

Ahmet Kaya bir zamanların Recep İvediğiydi diyor Birgün köşe yazarı İlyas Başsoy. Gerçekten de öylemiydi? Yani herkes kahkahalar atıp Ahmet Kaya ya gülüyor muydu yoksa onu fikirleri yüzünden bugün İvedik’e gülen insanlar linç mi etmek istiyordu, istiyorsa neden?

Dün gece Ahmet Kaya‘yı ve ölümünden dolayı Yusuf Hayaloğlu’nu anma gecesi vardı Siyaset Meydanı’nda. Geçmişe ait görüntüler ve açıklamalara yer verdi Siyaset Medyanı ve halk tarafından çok tutulan bir sanatçının o malum magazin gecesinde aldığı ödülden sonraki açıklaması ve bu açıklama sonrası başına gelenler kısaca özetlendi. Yaşantısı ve dramı ve bir anda halkın gözünden nasıl düştüğü aklıma gelmişti. Birden bu çöküş aklıma dün İvedikleştirerek, fikirlerinden dolayı saygı duymayıp çirkinleştirerek vicdanımız rahatlattığımız nice Kürt kökenli vatandaşlarımızı da getirdi. Doğal olarak bugün devlet Kürtçe konuşuyor ancak dün Kürtçe klip ve şarkı çekeceğim diyen birisi tukaka denilerek uzaklaştırılıyordu memleketimizden. Dün bu insanlar iğrenç zavallı diyerek, itilip kakılırken, onların yaptığı her hareket modern dünyaya zıt iken bugün o kişileri onlara gülerek içselleştirerek laf ettirmiyoruz. O kimseleri doğal bulmasak bu kadar güler miydik? Ya da bu durum yine gülmecenin o büyülü özelliğinden mi kaynaklanmaktadır, gülmecede özdeşleşme kurulmaz, çünkü aslında güldüğümüz kendimizde görmek istemediğimiz ancak hep içimizde yaşattığımızdır? Bu yüzden mi?

Filmde ki tipler Recep karakterinin kendilerine göre anlamsız hareketlerine ilk başta tepki veriyorlar ancak karakterinin ağzını bozması ile birlikte (bas git, konuşma ulan demesiyle vb…) sinerek köşelerine çekiliyorlar. Bu halleri ile Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan azar yiyen ve yediği tüm azarlara rağmen sahibine sadık bir ev hayvanı gibi yine de gidip onu seçen, yapılan her türlü politikayı hazmeden Türk halkının %47sine yakışacak bir tutumu benimsiyorlar. Filmin kahramanının isminin ve hareketlerinin başbakanla adaş olmasının ve üslupsal anlamda hareketlerinin birbirlerine teğet geçmesinin son dönemlerde Baykal ve Erdoğan arasındaki üslup ve maganda tartışmaları eksenin de bakarsak bir bağı olabilir düşüncesinin getiriyor insanın aklına.

Recep İvedik 2 filmi birincisinden daha farklı ilkine göre dramatik öğeler daha az kullanılmış bu durum ilkini birincisinden daha iyi bir izlenim vermekte. Bu durum izleyicinin bir sinema filminde değil ardı ardına Amerikan klasik anlatısındaki güldürü filmleri gibi gagların arka arkaya sıralanmasından oluşmuş skeçleri izlediği bir TV programını izlediği hissine kapılmasını sağlıyor. Bu diyalogların hiç birinde tam anlamı ile yok sayılamaz yine de bazı diyaloglar ilginç derece komik ve insanımızı güldürür cinsten.

Recep İvedik karakteri filmi bir aşk filmine çevirmektense karakterin zıtlaşmaları üzerine oturtmuş ki film ikinci filmle son bulmasın ve cukkasını uzun yıllar doğrultabilsin. Arabası ve iri yapısı arasında tam bir paradoksal çözümleme var gibi bu slapstick güldürüden beri yapılan bir şey uyumsuzluklar vb… Bu da demektir ki aslında Türk sineması kendi özlerinden ne kadar uzaklaşmış ki bunlara gülüyor kitleler. Gölgesizler filminin yönetmeni Ümit Ünal’ın Birgün Pazar ekinde söylediği gibi her ülke kendi sinemasını yaratır. Ve hak ettiği layık olduğu sinemayı yaratır. Bugün de Türk halkı kendine layık olan Recep İvedik’i yaratmıştır. Her ne kadar Türk halkı biz bunu yapacağız demese bile Recep İvedik’e bu kadar sahip çıkmaları ayrı bir sorunsaldır.

70lerin sonu ile birlikte erotik sinema furyası ile sanattan uzaklaşan ve aileyi sinemadan uzaklaştıran sinemamız, bugün Recep İvedik filmleri ile birlikte getirilen yasağa uymamakta zorlanıyor, öyle ki bu durum insanın aklına internet çağında hiçbir şeyin fazla saklanmayacağı su koşulda sansürlerinde elbet yok edilebileceği anlamına geliyor. Oysaki burada önemli olan sansür değil, Türk aile yapısına sakıncalı görülen bu filmin (kendi birkaç gözlemime dayanarak konuşuyorum) fazla ahlaksız bulunmaması. Son dönemlerde değişen ne oldu bilmiyorum ancak özel kanalar ve yarışma programları Türk aile yapısını o  kadar çökertmiş olmalı ki bugün bu filme girmek isteyen 13 yaş altı çocukların aile büyükleri ile sinema görevlileri arasındaki tartışma beni gerçekten şaşırttı. Ya halkımız hiç olmadığı kadar isyankâr bir tavır takınır oldu bunca yolsuzluklara karşı susarken ya da halkımızın ahlakı bozuldu, öyle ya biz küçükken televizyonda bir sevişme sahnesi çıktığında ya  annelerimiz gözlerimizi kapatırdı ya da bakkala yollanırdık. Değişim bu açıdan bile belli oluyor. Artık aileler destekler olmuş bazı şeyleri, ancak burada ki asıl tezatlık zaten bastırılmış bir cinsellikle psikolojik çöküşe uğramış Recep İvedik karakterinin bu kirli düşüncelerin çocukların zihninde meşrulaştırmak isteğidir.

Recep İvedik karakteri ikinci filmde içinde bulunduğu topluma uyum sağlamak amacı ile nenesinden aldığı öğütleri dinleyerek sosyal yaşama adapte olmaya çalışıyor. Ancak bunu tam anlamı ile başaramıyor. Özellikle dramatik yapıdan eksik olmasına rağmen Türk milletinin neye güldüğünü ve zihniyetinin neye çalıştığını çok iyi gören bir anlayıştır bu.

Bugün küreselleşen ekonomi nazarında büyük kentlerin her yanı filmdeki lüks restoranlarla Çin, İtalyan vb… restoranlarla farklılığı anlamak istercesine yoga, salsa, tango kursları ile dolu, oysaki bunların hepsi birer zihniyet sorunu bu yüzden aslında oraya gittiğinde her Türk insanını içinden geçirdiklerini dışına yansıtmaktadır Recep İvedik. Oysaki çelişki de burada başlamaktadır. Recep İvedik resimleri, tişörtleri bir zaman sonra basılacak oyuncakları McDonaldslarda satıldığında eleştirmiş olduğu tüm eleştirileri yeniden üretecek ve kapitalizmin gereklerine uyduracaktır. Ve modernleşme aşamasında ki Türk insanını yaşamış olduğu hayata uyumunu sağlamak ve gerekli katarsisini sağlamak amacıyla yapılmıştır. Bu anlamda herkes sinemadan çıktıktan sonra eski yaşamına dönmeyi tercih edecektir.

Yoga yaparken hocanın Recep’e karşı hoşgörüsüzlüğü batılı insanın doğulu insana olan bakış acısını ne kadar da güzel yansıtıyor. Tüm bu yapılan eylemler ne kadar da ciddiyetle ele alınıyor nerede durması nerede konuşması ve nerede bilmesi gerektiğini bilir bir toplum gibi olduk. Oysaki gülmek ruhun nefesidir ve zaman mekân tanımaz, gülmek devinimdir. Hayattır ve hayattan para uğruna kariyer uğruna vazgeçilemez eğer vazgeçilirse de günümüz dünyasının ruhsuz kendi bedeni içine sıkışmış hareketleri kısıtlanmış üstün insanına dönüşüvermeniz olasıdır. Gerçektende bilinmeyen bize ait olmayan müzikleri dinleyip kasım kasılacağımıza kendi müziğimizle coşmak önemlidir.

Recep İvedik filminde kaba güldürü öğelerine sıkça rastlıyoruz. Kaba güldürüde esas amaç güldürmektir diğer öğeler ise daha sonra gelir bu söylem her ne kadar basit ve ucuz komedilerin popüler komedilerin önünü açmak amacı ile kullanılmış olsa da özünde doğru bir yaklaşımdır. Recep İvedik karakteri, Aristotales’in katarsis ve izleyicinin kendisi ile seyirci arasında özdeşleşme kurmasını sağlamak amacı ile kahramanla özdeşleştiriyor. Bu yüzden sinemanın 7 ölümcül günahından bir kaçını birden yapmış oluyor. Cinsellik ayıptır toplumumuzda bastırılmıştır. Ancak bu komedi cinsel anlamda değişen Türkiye koşulları ile birlikte 70li yılların erotik komedi filmlerini artmayacak hatta  birçok yerde geçecek seviyede cinsel anlamlı kaba espriler içermesine karşılık, hatta 13 yaş üstü sınırı konulması ve çocukların izlenmesi yasaklanmasına rağmen ben sinemaya çocukları ile girmek isteyen aileler hatta izin verilmediğinde tartışma çıkararak kaçak giren aileler gördüm. Bu küçük anekdot bile Türkiye’de yaşanan hızlı değişimler sonucu Türk aile yapısının özel televizyonlar ve devamında nasıl değiştiğini göstermektedir. Ben cinselliğe bir ket vurulmadığını düşünüyorum çünkü yapılan esprilere saatlerce gülen ve etrafında ki kızlar güldüğünde birbirini dürterek “kıza bak lan o da gülüyor” diyerek şaşkınlığını gizleyemeyecek kadar içinde bulunduğu durumu kavrayamayan genç insanların konuşmalarına tanık oldum. Recep İvedik ne çok orijinal bir söyleme sahip ne de farklı bir şey yapmış.  Karakter,  çocukken yapmış olduğumuz şakaların ve kapitalist sistemin ruhumuza ket vurmadan önceki dönemlerini bize hatırlatmak amacında, insanın vücudunu ilk kez tanıdığı, yabancı bir nesne ile karşılaştığında onu ilk önce tadarak ağzına alarak yaşadığı insanlığa ilk adıma atılan dönemleri ayrıca 90 sonrası ülkemize girmiş olan Özal dönemi icadı restoranların neo-liberal aktivitelerin ve buna uyum sağlayarak kendi kültürüne yabancılaşmayı çağdaş ve medeni sayan insanın da o zamandan bu zaman içine düşmüş olduğu komik durum anlatmakta. Takım elbiseleri iş hayatı ciddiyet ve tüm bunlara uymak zorunda kalan insan profili ve her daim gülümseyen yüzler Recep İvedik filmlerinde görünmekte her daim gülümsemek ve sistemin güvenilirliği kapitalizmin ana koşullarından birsidir. Recep bir zamana kadar bu insanların arasında oluyor. Oysaki Recep karakteri bir yanlışa düşüyor ve bu yanlışla asla bir Kemal Sunal karakteri olamayacağını ilan ediyor. Çünkü Kemal Sunal ne olursa olsun içine girmiş olduğu sistemlerin eleştirisini yapan bir şahsiyetti köylüydü, saftı bazen küfür de ederdi, ancak en sık kullanmış olduğu küfür essoluueşşek bile kodamanlara yapılan bir çalımı andırırdı. İvedik ise nedensiz ve amçsız bir baskının dışa vurumu hep söylenmek ve yanılmak istene anlık hareketlerin dışavurumu ve bu yüzden bu özelliği ile  bir kaba güldürü türünden ve hazır tüketim nesnesinden öteye geçemeyecek bir soap opera yani bu harekete ve kaba saba biçime dayandırılan hiçbir güldürü örneğinin falzla yaşamayacağı bir gerçektir. İvedik’in davranışı hiçbir şeye karşı değil, bu filmde Kemal Sunal filmlerinde ki gibi fakir ve hakkı yenilen insanlar yok ve bu insanların karşısında dönemi şekillendiren baskı unsurları da yok. Bugün ülkemiz insanı çok mu mutlu ki onu baskılayan tek şey sisteme adapte olamaması mı ki İvedik sadece bunları konu alıyor? Bir diğer bakımdan İvedik asla bir Kemal Sunal olamaz çünkü her zaman sistemle uyumun bir simgesi, bir bakıma bütün bu yazılanlar dahi Recep İvedik filminden anlam çıkartmak zorunda olan sinema eleştirmenlerinin zorlama olarak uydurdukları düşünceler olarak gelebilir. Belki gerçekten de Recep İvedik karakteri ne kadar zorlama ise bu filmden çıkarılmaya çalışılan düşüncede bu anlamda bir o kadar zorlamadır. Aslında bu tarz filmlerini içinde yaşadığı toplumları aydınlatma, eleştirme ya da ileri götürme gibi amaçları yoktur. Bu filmler oyuncusundan yapımcısına kadar milletin cebine göz diken onların parasını alma amaçlı filmlerdir. Bu film içeriksel olarak hiçbir eleştiriye sahip olmayabilir ancak bu filme gitmek bu filme gitmek bizim aslında tartışmamız gereken sorunsaldır. Bu yüzden bu filme mesaj kaygısı ile yapılmış bir film demektense bu fi Kemal Sunal’ın Şaban tiplemesi halk masallarımızda ki keloğlan tiplemesi ile özdeştir. Bu  yüzden kendi kültürümüzden gelen bu saf, köylü ama bir yandan da başı sıkıştığı zaman uyanık davranarak sorunların üstesinden gelebilmeyi başaran Kemal Sunal’ı Türk halkı bağrına basmıştır. Çünkü o Türkiye’nin en çalkantılı yıllarında, ülke sermayesinin dış pazarlara açılıp yabancı sermayenin ise ülke ekonomisine egemen olduğu koşullarda bile halkını ülkesini satmaz. O iktidar ve yönetenlere karşı her zaman söyleyebileceği iki çift sözü olan bir halk kahramanıdır. 100 numaralı adam filminde kolay yoldan para kazanmak için ahlakını, vicdanını hiçe sayan, tüm değerlerin göstermelik olduğunun bir göstergesi olan kişilerin para için gözü dönmüşlerin foyasını onlara güzel bir oyun oynayarak ortaya çıkarır. Oya Aydoğan ile başrolü paylaştığı halk çocuğu filinde ise alt  tabakadan gelen genç bir adamdın reklâm yıldızlığına kadar uzanan macerasını anlatmaktadır. Çok paralar kazanıp şanın şöhretin içinde yüzmesine rağmen, sattırdığı ürünlerle ilgili fiyaskodan haberdar olur olmaz, içinden geldiği halkına gerçeklerini söyleme kararı alır. O iktidarları dahi yöneten ağızlarının suyunu akıttıran sermaye sahiplerine ağzını alabildiğince açarak, o malum sırıtışını takınarak Anadolu şivesiyle güzel bir eşşolueşşek patlatır. O bu cesareti  kendinde bulabilendir. 1980’lerle birlikte yaşanan darbeye bağlı olarak değişen toplumsal ve ekonomik süreçler, Türk sinemasını toplumsal ve siyasi yaşamdan uzaklaştırır. Bu dönemler mevzu bahis edilen Kemal Sunal filmleri azaldı sistem Sunal’dan intikam almak adına O’nu kalıplaştırdı. O’na giydirdiği kıyafetler ve o kıyafetler özgü davranış kalıplarını uygulamak zorunda bırakılan Sunal  anarşist kimliğini yitirmeye başladı. Böylece kıyafetin biçimsizliği bedenin ruhun hareketlerini engellemesine dönüşerek Sunal’ı komik ve eleştirel olmaktan uzaklaştırdı. Sistem bunu yaparken askerlik ve polis kurumlarından destek aldı. Kemal sunalın en son düşünüleceği yer düzenin kurumlarını temsil eden bir dedektif ya da üniformalı bir kimliktir. Ölmüştür orada Sunal doğal olarak. Dikkatli bakarsanız hantallaştığını harekete edemediğini görürsünüz. Yıllarca Şaban olarak çökerttiği kurumlara onu geri yollayan diziler sanki ona özür diletmek istemektedirler. [KEMAL SUNAL, TV VE SİNEMADA KEMAL SUNAL GÜLDÜRÜSÜ SEL YAYINCILIK 1. BASKI , EKİM 2005 s: 423] O büyük anarşisti öldürmek pahasına. Bu yüzden izleyici onu Sinan Çetin’in yönettiği Propaganda filminde bir gümrük amiri olarak izlemekten rahatsızdır. Kalıplara sokulan Kemal Sunal ölü bir Kemal Sunal demektir.

Bugün sinemamızda ne arkadaşlarını hayal kırıklığına uğratmamak adına en büyük cezaları alabilen, yaramazlığın, sorumsuzluğun ama aynı zamanda şerefin ve onurun temsilcisi olan Hababam Sınıfı karakterleri yer almakta, ne de dayanışma ve işbirliğinin timsali, aile kavramını yücelten gülen gözler gibi klasiklerin yansıttığı mutlu ve onurlu aile tipine rastlanmaktadır. Bugün aile kavramı televizyonlarda magazin haberlerine konu olmaktadır. Tüm güzellikler dışa açılan duyarsız pencereden, modernleşme adına takip edilerek yozlaşmanın önü açılmaktadır. Eğer bugün Münir Özkul’a Türkiye’nin son yıllarda üzerine çöken sis bulutunu aydınlatması amacıyla bir şeyler söylemesi gerektiği ifade edilse, O hiç kuşkusuz hepimizin aklına kazınmış, aile kurumunun önemine dikkat çeken repliklerinden birisin bugünün koşullarına uydurarak söyleyecektir. “Ben bir karıncayı bile incitmeyecek olan ben Yaşar Usta ben, eğer aileme zarar verirsen, eğer onların kılına bile dokunursan hiç acımadan hiç çekinmeden şuracıkta vururum seni ve arkama dönüp bakmam bile” bu sözler bugün Türk toplumunu yozlaştıran Amerikan güdümlü işbirlikçilerine, politikacılara, sapkınlara, yalancı televizyon sunucularına ve bitiminde bu yalan dünyaya bir isyan olarak ele alınmalıdır. Bu sözler Türk insanının gülme kültürünü  değiştiren yozlaştıran Recep İvediklere, Murolara, Kahpe Bizanslar’a söylenmelidir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti aile kurumunu ötelemiştir. Münir Özkul arkasını dönüp gittiği yerden öyle görünüyor ki hala geri dönememiş, çünkü eğer geri dönüp de bu yaşanılanlara bir ceza verebilseydi bugün toplumumuz bu halde olmazdı. Münir Özkul bizim toplumumuzun bir yansımasıdır sevecen, ahlaklı, dürüst insanların hala yaşadığına dair son ayakta kalan yitmemeye çalışan bir sembol. Ancak bugün bu sembolü alıp içini tüketmek istiyorlar, gözleri dönmüş halde hiçbir söyleve kulak asmayarak ilerliyorlar ve durmaya da niyetleri yok.

Şahan Gökbakar’ın açıklamaları ise filminden daha çok konuşulacak durumda. İlk başta kültür bakanının filmin 13 yaş altına yasaklanmasına manidar gönderen Şahan Gökbakar daha sonra sanat filmleri için de açmış ağzını yummuş gözünü.

Kendisi sanat filmlerine çok fazla para harcanmadığından ancak buna rağmen her ne kadar anlaşılmaz olurlarsa ödülleri ve paraları kaptıklarından bahsetmiş. Yani bir bakıma Gökbakar’ın yaptığı film güzel film diğer insanların yaptığı tukaka olmuş. Sanat filmlerinin anlaşılmazlığından bahsediyor, öyle ya dünya sinema tarihi ya da sanat tarihi Şahan Gökbakar’ın ağzından çıkacak olan bir iki kelimeye bakıyor. Her ne kadar sinematografik açıdan eksik, sinemanın metaforuna ait imgeler kullanmadığı insanları düşünmeye itmektense doğrudan kaba güldürü ile zamanlarını iyi geçirtmeyi hedefleyen Recep İvedik filmi kadar hiç biri masum değil bu aynı her türlü pisliğin içine girip de, en küçük bir eleştiride mağdur rolü oynamayı bilen siyasetçilerimizin tavrına ne kadar çok benziyor. Filme gülmüş olmak bu filmden haz almak, gülmek kimsenin tekelinde değildir gülünebilir. Ancak tüm bir sinema sanatı tüketime ve haz alınmaya yönelik bir sanat değildir, öncelikle Recep İvedik’in yaptığı sanat değildir. Recep İvedik göstermek istediklerini o değerli kameranın gözünden göstermek istediklerini akıllıca göstermeliydi. Gerçekleri vb… yazının başında belirttiğim gibi, Leman dergisinin uzantısı olan yeni mizah anlayışı temsilcilerinden Penguen yazarı Serkan Altuniğne ile yazılan senaryo da eleştiriye açıktır. Bu yeni mizah anlayışı tamamı ile belden aşağıya dayanır belden aşağı espri cinselliğini bastırmış, birbirini tanımayan bazı kırsal kesimlerinde yine mizah dergilerinde konu da olmuş hayvanlarla ilişkiye kadar giden çarpık bir cinsellikten bahsediyoruz. Modernleşme düzeyinde bu  kesimden kendisini ayırmış ve onları dışlamış kaç tane aile yeteri cinsel eğitim verebilmiştir çocuklarına bilmiyorum. Zaten bu işin eğitimi alınsaydı kadın ve erkek cinsel anlamda sınıflandırılmasaydı konumlandırılmasaydı sanmıyorum ki bugün bu esprilere gülebilelim ülkemiz de maalesef espri anlayışı bastırılmış kuşatılmış ve sonun da canavarlaştırılmış cinsellik üzerinden yürümektedir. O yüzden ince esprilere zekâyı zorlayacak esprilere herkesin gülmesini zaten bekleyemeyiz. Ancak herkesin gülmek zorunda olmadığı gibi gülenin de sisteme gereği dışlanamayacağı ancak zihinsel ve kültürel anlamda içinde bulunduğu durumun fakına vararak kesin bir eğitime ihtiyacımız olduğu ortadadır. Şahan Gökbakar’ın Facebook yorumu da ilginç her ne kadar eleştirisi Facebook’a  giren nedenlerin tümünü tam olarak karşılamasa da doğruluk payı olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak internet, msn ve facebook gibi siteler gerçekte adına insanlar arası iletişimsizliğin başladığı yerde kök salmış şeylerdir. Ve gerçekten de bazı insanlar tarafından “kadın ve kız tavlama yeri” olarak tanımlanmaktadır. Ancak burada Şahan kendisi ile çelişkiye düşüyor çünkü yapmış olduğu film her ne kadar Starbucks vb yerlerin çelişkisini gözleriniz önüne serse de  içerik olarak sistemin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey yapmamaktadır. Belki de bu film adına bu kadar çok yazılar yazdırarak amacına ulaşmaktadır. Belki de sinema eleştirmenleri sanat  eleştirmenleri bu  tarz filmlere birden fazla anlam yüklemektedirler. İzlenmeden önce kimsenin gözünde önemli olmayan bu filmleri birden bu kadar önemli hale getiren ve izlenmesini de sağlayan yazarlardır belki de.

Yapımcı Faruk Aksoy konuşuyor: “Birçok sinema salonu kapanacaktı. `Recep İvedik`, çok ciddi bir krize engel olmuştur. Aşağı yukarı sektöre, sadece biletten 35 milyon YTL girmiştir. Bu nedenle `Recep İvedik`in sinema sektörüne katkısı 105 milyon YTL civarındadır. Bazı çokbilmişlerin `Bu da film mi?` dedikleri `Recep İvedik` çekilmeseydi, 105 milyon YTL sektör içine girmemiş olacaktı. Sosyologların işin içine girmesi son derece sevindirici. Sosyologların fikirlerini dile getirmeleri benim çıkarımadır. Çünkü Türkiye`de insanların neye  ağladığını, neye öfkelendiğini bilmezsem değerlendirme yapamamam. Ama  belli bir kesimin filmi yerden yere vurmasını da anlamadım. Hatta eleştirileri beni çok güldürdü. Popüler filmleri eleştiren köşe yazarları ikiyüzlüdür. Çünkü popüler filmleri kaleme aldıklarında okunacaklarını biliyorlar. Neden Yumurta hakkında tek kelime yazmadılar. Haydi, eleştiriyi bırak, övücü tek kelime bile yok. Çünkü o tür filmleri yazarlarsa okunmayacaklarını biliyorlar. Yumurta’yı kaç kişi izlemiş ki yazısını kaç kişi okuyacak? Ben Recep İvedik ile Cannes`da ödül alacağım mı dedim? Anlamadığım `sanat` filmlerine dünyanın 8.  harikasıymış gibi bakılırken, popüler filmlere öcü gibi bakılması… Pardon ama varlık nedeniniz popüler filmler çeken yapımcılardır.”

Bugün gerçekten de böyle görünen bu durum zamanında bir kitle kültürü yaratmak adına ortaya çıkmıştır sanırım tarihi bilinçten yoksun bu açıklama talihsiz sayılabilir. Sanat filmlerinin asıl derdi neden halkın popüler kültürü olamadığıdır. Niceliksel anlamda sanat filmlerinin eleştiren Faruk Aksoy daha da üslupsuzlaşarak sanat filmlerinin varlığını, kendilerine borçlu olduğundan dem vuruyor, kendi varlıklarının ise kime borçlu olduklarını arkalarında duranların kim olduklarından bahsetmiyor, Türkiye’deki bilinçsiz siyasetin, 90lı yıllarda Amerikan sineması, ortalığı kasıp kavururken Özal özel bir anlaşma ile Yeşilçam’ın ve sinemanın sonunu getirmişken Amerikan sineması piyasaya tam anlamı ile egemen olmuşken, şimdi övünerek yapmış olduğu ucuz kahramanlığı neden yerine getirmemiş sormak isterdim? O gün bir çok insan için dramatik kurgusu ve yapısı sağlam ve Türk insanını güzel şeylerden hoşlanabileceğinin kanıtı haline gelen Eşkıya filmi ile kendine gelen toparlanan Türk sinemasının, yozlaşmış bir kitle kültürüne muhtaç olmadığı açıkça görülmekteydi. O zaman neydi bu insanları bu yapımcıları böylesine pervasızca konuşturan, eğer değişen dünya düzeni ve ekonomik anlamda neo-liberal şekilde yaptığınız her saçma işin, Türk insanını espri gücünü aşağılayan her işin tutması sizi böyle  konuşmaya yüreklendiriyorsa şunu da unutmamalısınız ki siz bugünkü  varlığınızı Türkiye de sanat filmlerine borçlusunuz. Eğer bu ülke de zamanın da ki kadar sanatsal, politik toplumsal filmler olmasaydı, bilinçli düzeyli ve zihniyeti güçlü bir toplum bastırılmamış olsaydı bu özelliklerinden dolayı siz ortaya çıkıp da sanat filmleri ve bu filmlerin gidişatı hakkında otorite gibi yorum yapamazdınız. Çünkü o zaman böyle bir şey yapsaydınız, suyun üzerine yansıyan narsistin bedeni gibi gerçekleri size hemen gösterebilen bir ayna ile karşılaşır ve kendi çirkinliğinizden utanarak ticarete ya da başka bir işe girişirdiniz. Zaten sizin ifade ettiğiniz Amerikan sinemasının pazar ilişkileridir. Eğer biraz merak ediyorsanız Amerikan sineması hiçbir zaman sanattan sayılmamıştır çünkü sanat filmleri para getirsin diye yapılmaz. Bu, Andy Warhol ve Türkiye’de de sizin gibilerin ürettiği bir zihniyettir o yüzden saldırmadan önce bir daha düşünün.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimart2009

Bunu paylaş: