Televizyon, Magazin ve RTÜK Üzerine – Onur Keşaplı

Televizyon, Magazin ve RTÜK Üzerine* 

Televizyonun yaşantımıza girişinin 40. yılında Azizm olarak elbette bir şeyler yapmalıydık. Oluşumumuzun güçlü isimlerinden Samile Yılmaz ve Ayla Yıldırım’ın sırasıyla “Çivi” ve “İzle” adlı videoart çalışmalarını yayınladık video bölümümüzde. Eleştirel ve muhalif tavrımızın sanatsal özetleri olan çalışmalar, şuanda izlemekte olduğumuz yayınları denetleyen ve kendi zihniyetine göre sansürleyen RTÜK başkanının din sömürüsüyle yaptığı yolsuzluklar sayesinde daha bir anlamlı oldu diyebiliriz. Bende bu pek “ahlaklı” RTÜK başkanıyla ilk kez karşılaştığım sürece döndüm. Bu yılın Ocak-Şubat aylarında iki tane magazin programı izleyip detaylı bir şekilde inceleyecektim. Magazin programlarının sululuğu zaten beklenen bir durumda ancak ikide bir ekranda boy gösterip “ahlaktan” söz eden bu karakter beni açıkçası biraz korkutmuştu. Derken birbiri ardına gelen yasaklar, sansürler, dizilerin kadın karakterlerinin evliliğe(!) zorlanması ama tüm bu görüntüye rağmen soygunlar- vurgunlar. Elbette istifa yok. Beklemek hata. Geçen hafta bir diziye takıldım. Beni bilenler dizi izlemeyeceğimi de bilirler ancak dizi olarak izlenen şeyde net görünen bir şey yoktu. Karakterler bir bardaydı ve içki kadehlerini, şişelerini ve sigaraları buğulamaktan ekranda görünür bir şey kalmamıştı. İlerleyen bölümde asıl şoku yaşadım ve diyaloglar arasında “içki” ve “şerefe”nin biiplendiğini gördüm. Görüntülerin sansürlenmesine sessizce alıştıysak seslerinkine  de yakında alışırız dedim içimden. Çok mu karamsarım sizce? İyi okumalar değerli dostlar, daha fazla sansüre uğramadan…

Sorun

Televizyon ülkelerin, toplumların kültürleri üzerinde kendi kültürünü oluşturmaya başlamış ve neredeyse herkese ulaşabilecek bir konuma sahip olduğundan her şeyin tepesinde üst kültür mertebesine ulaşmıştır. Ancak bu üst kültür haline gelmiş, kimilerince “aptal kutusu” olarak tabir edilen bu aygıt  ileri düzeye gelmeyi tam anlamıyla başaramamış toplumlarda olumsuz etkiler yaratabilmektedir. Ülkemiz de ne yazık ki buna bir örnektir. Kapitalizmin ve beraberindeki tüketim çılgınlığının kıskacında olan ülkelerde sistem, halkların mümkün olduğunca kontrol altında tutulabilmesi için televizyonu gizli bir silah olarak kullanmaktadır. İnsanların boş zamanlarında kontrol altına almanın en iyi yolu onları gözü açık uyuyacak hale getirmektir. Boş zamanlarında düşünen, araştıran kısacası sistem için tehlikeli sayılabilecek davranışlarda bululanları durdurmak için televizyonda, düşünmeyi gerektirmeyen adeta tüketilen değerleri izlettirmek adına yayınlar yapılmaktadır. Benim bu çalışmada ele aldığım magazin programları ise bu yozlaştırıcı kültürün içinde etkin rol oynamaktadır. 90’lı yıllarda magazin kültürüyle tanışan halkımız özellikle son yıllarda bu kültürle oturup kalkar bir hal almıştır.

Çalışmaya başlamadan önce ilkokul çağlarımda tanıştığım magazin kültürünü anımsaya çalıştım. İlk olarak spor-magazin programı sıfatıyla dünyamıza giren “TeleVole”yi düşündüm. Ve nasıl bu programın spor-magazinlikten yüzde yüz magazine geçiş yaptığını hatırladım. O gün açılan kapı bir daha asla kapanmadı aksine ardına kadar açıldı ve birbiri ardına türeyen sulu magazin programları neredeyse her kanalı ele geçirdi. Hatta bununla da kalmadı ana haber  bültenlerini bile ele geçirdiğini gördük magazin dünyasının. Böyle bir yayılmada işin kökü olan Televole bile kendine yer bulamayıp yayından kalkmak zorunda kaldı.

Bu araştırmanın önemi, 1950’lerden beri sağcı hükümetlerce yönetilen ülkemizde “küçük Amerika” hedefinin getirdiği yarı-sömürge hareketleriyle özenti bir tavırla kopya edilen ve başarısız olunan televizyon kültürünün ne boyutlara ulaşabileceğini görmek olacaktır. Her fırsatta Müslüman ve muhafazakâr   değerlerden   bahseden   yöneticiler   ve   toplum   olarak     neleri seyrettiğimizin getirdiği çarpıklığı görmek yine bu çarpıklığı günün birinde düzeltebilmek adına önemlidir.

Yöntem

Çalışmamda tercihimi magazin programlarında kullandığımda, öncelikle yukarıda bahsettiğim gibi bu yayınları izlediğim zamanlarda neler hatırladığımı ve düşündüğümü anımsamaya çalıştım. Sonrasında çok özendiğimiz Amerikan’ın magazin programlarını izledim. ABD’nin ünlü magazin kanalı Entertainment’ı izledikten sonra çalışmam için ele alacağım Türk magazin programlarını hem kıyaslama anlamında hem de ele alma bağlamında daha iyi bir iş yapabileceğimi düşündüm.

Toplumsallaşma Süreci ve Televizyon

Toplumsallaşma süreci her ülke halkının iyi ya da kötü ulaşması gereken ve eninde sonunda ulaşacağı bir süreçtir. Ülkemizde ise bu durum gelişmemizi ve Atatürk devrimlerimizi tamamlama ve rayına oturtma sürecini  tamamlayamamış olmamızdan dolayı aksak bir şekilde başlamıştır. Öncelikle kulluktan bireyliğe Cumhuriyet kazanımlarıyla geçmeye başlayan Anadolu halkı, toplum olma bilincini arka arkaya gelen devrimlerle yerleştirmeye başlamışken bunu devlet politikasının yavaş yavaş değişmesiyle yeterince pekiştirememiştir. Ancak yine de aksak bir şekilde ilerlemesi kaçınılmaz olarak durmayan bu sürecin içine öncelikle radyo girmiştir. 1940’ların sonunda başlayan radyo yayınları 1950’den itibaren sağcı Demokrat Parti’nin yayın organı haline getirilmiştir. Bu süreçte 1952’de İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde televizyon yayını ilk kez başlamıştır. Televizyonun ülkemizdeki sürecine bakacak olursak bu alana dair ilk kuruluş olan TRT’nin başlangıç ve gelişme  aşamalarına  bakmalıyız.  1964  yılında   27  Mayıs  1960    devriminin yarattığı ortamda özerk bir kuruluş olarak kurulan TRT öncelikle kapalı devre şeklinde çalışmalarına başladı. 1968’de deneme şeklinde ilk yayınını Ankara’da yapan kurum ilerleyen süreçte bu durumu geliştirerek canlı yayınlara ve farklı şehirlerde de yayınlar yapmaya başlamıştır. İlk canlı yayınını ülkemizde Karşıyaka-İstanbulspor maçıyla başlayan TRT ilk dış canlı yayınını ise 1972 Münih Olimpiyatlarıyla yapmıştır. Televizyonun yavaş yavaş toplumsal hayatta yerini almaya başladığı bu günlerde TRT’nin özerk yapısına müdahaleler de görülmeye başlamıştır. 12 Mart 1971 darbesinin baskıcı ortamında TRT bağımsız bir kuruluş olarak kalamadı ve devlete bağlandı. 1970’lerde değişen sağcı ve solcu hükümetlerde TRT’nin yönetimi sürekli değiştir durdu. Bu  süreçte en önemli dönem 1974’te Ecevit Hükümetince atanan İsmail Cem sürecidir. Cem, genç yaşına rağmen kurumu başarıyla yönetmiştir ve devlet hantallığını hafifleten bir dinamizm katmıştır TRT’ye. İlerleyen yıllarda TRT asla özerk bir kurum olmamıştır. Teknik açıdan bakarsak televizyonun yaygınlığının artmasıyla beraber 1984 yılında TRT tümüyle renkli yayına geçmiştir. İlerleyen süreçte 1986’dan başlayarak 1992’ye kadar TRT çatısı altında yeni kanallar kurulmuştur. Bu kanallar TRT–2, TRT–3, TRT-İnt ve TRT-GAP gibi isimlerle yayın hayatlarına başlamışlardır. Bu atılımın sebebi ülkenin aynı dönemde özel televizyonlarla tanışmasıdır. Bir anlamda izleyiciye farklı seçenekler sunulmasını sağlayan bu atılımlar zaman içinde toplumsallaşmasını tam anlamıyla ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirememiş bir toplumda yozlaşmış bir toplumsallaşma süreci yaratmıştır. Televizyonun yavaş yavaş evlerde yerini alması ve salonlarda başköşeye kurulması sonrasında neredeyse her eve giren aygıt, cahil-eğitimli, fakir-zengin demeden kitlelerin gözlerini üzerinde toplamıştır. Bununla beraber vazgeçilmez olma mertebesine yükselen televizyon neredeyse gün içerisinde kapatılmaz duruma ulaşmıştır. Sonucunda toplumsallaşma bağlamında ortaya çıkan süreç Anadolu’daki halkı ileriye götürmeden, geliştirmeden sadece ortak konularda ama yozlaştırıcı konularda bir araya getiren bir makinenin kontrolüne geçmiştir. Giriş  bölümünde de belirttiğimiz gibi bu aygıta “aptal kutusu” da denmektedir.

Ele Alınan Programların Yayın Tarihi ve Saatleriyle Beraber İçerik Ayrıntıları

İlk olarak 13 Ocak 2008 tarihinde gece saat 00.30’da başlaması gerekip tam bir saat geç başlayan ve Show TV’de yayınlanan “Pazar Keyfi” adlı programı bu ödev kapsamında inceledim. Programın bu saat diliminde verilmesinin nedeni insanların günün ve haftanın yorgunluğunu bir anlamda atmak ve kafa dağıtmak için televizyon başına geçeceği düşüncesinde yatıyor olabilir.

“Pazar keyfi”nin içeriğine gelirsek öncelikle geç başlayan program hakkında altyazıyla bilgi verildiğini ve bu bilgide “ellektrostar” Hande Yener’in bu hafta konuk sunucu olduğunu öğreniyoruz. Daha sonra alışacağımız bu garip sıfatla tanışmış oluyoruz böylece. Program başladığında Hande Yener bir “ellektrostar”ın nasıl olması gerektiğini kanıtlamak istercesine oldukça ilginç dans figürleriyle açılışı yapar. İlk haber Petek Dinçöz’le Can Tanrıyar çiftinin düğünüdür. Kanal D’nin Beyaz Show adlı programında canlı yayında evlenen çiftin haberi başlar ve genel olarak “Pazar Keyfi”nin uzun bir bölümünü işgal eder. Hazırlık aşamaları, sürprizin planlanması, Petek’in şaşkınlığı, Can’ın zor anları, şahitlerin gelmesi, tören anı, sonrası ve sürprizi planlayanların yorumları eşliğinde uzun uzadıya ve tekrarlanan görüntülerle aktarılır bu haber.

Burada ilginç bir şekilde şahitlerden birinin AKP’ye bağımlılığı hat safhada olan RTÜK başkanı olmasıdır. Muhafazalıktan başka hiçbir şey söylemeyen başkana Show TV övgüler yağdırır. Başkan şahit olarak geldiği bu düğünde çifte Kuran ve Türk bayrağı hediye ederek ne kadar popülist bir insan olduğunu altını iyice çizer. Beyaz Show’u incelemekte olsaydım herhalde bu bölümün üzerinde uzun uzun dururdum. Ancak RTÜK başkanı bir sonraki haber olan “evlenme furyası”nda da ortaya çıkınca bir şeyler söylemeden duramıyorum. Sanki kimseler evlenmiyordu da bir anda Petek-Can çifti evlendi diye ortaya atılan “evlilik furyası”nda Mustafa Sandal ve Emina Türkcan’ın evlilik haberinde yine   ortaya   çıkan   RTÜK   başkanına   ait   görüntülerde   başkan televizyona çıkanların halka iyi örnek olmak için evlenmeleri gerektiğini söylediğini görüyoruz. Öyle bir yaklaşım ki bekâr olan ünlüler halka kötü örnek oluyorlar  bu durumda, pek muhafazakâr başkanımıza göre. Bu oldukça gerici ve üstü kapalı baskıcı açıklamalara övgüler düzen programın “genel izleyici” ibaresini nasıl aldığını da düşünmeden edemiyoruz. Ve genel izleyici özelliğinin yanına muhafazakâr başkana hayranlık da eklendikten sonra program sırasında görülen cep telefonu videoları reklâmlarının büyük bir çoğunluğunun erotik içerikli olması oldukça komik kaçmakta. Demek ki o saatte programı izlemesi  düşünülen hedef kitle bu tarz videoları telefonlarına yüklemesi muhtemel kitle. O zaman o pek muhafazakâr RTÜK başkanı nasıl olur da bu programa “genel izleyiciyi” uygun görür tartışılır doğrusu. Sonraki haberde “ellektrostar” sunucunun dansı bittiğinde gördüğümüz şey maalesef yine  Petek-Can  çiftidir. Bu sefer Attila İlhan’ın efsane şiiri “Ben Sana Mecburum” eşliğinde bu medyatik çiftin anlamsız görüntülerini görürüz. Sonrasında gelen kısa  haberlerde sadece bardan çıkan ya da yemek yemekle meşgul ünlüleri görürüz. Ve her görüntüde izleyici aptal yerine koyan daire içine almalar ve okla göstermelere maruz kalırız. Sanki görüntüde gözümüzün kayabileceği başkası varmış gibi. Bu haberden sonra karşımızı o pek meşhur “şıklar-rüküşler”  bölümü gelir. Tam bir aşağılama ayinine dönüşmüş bu bölümde önce Sibel Can kilo almış olduğu söylenerek ve görüntülerde de bu gözümüze sokularak azarlanır. Sonrasında “tamam kilo alabilirsin ama o zaman kapalı giyin” diye de ne kadar anlayışlı ve insanların iyiliği için tavsiyelerde bulunduklarını gösterir program yapımcıları. Sonrasında Burcu Güneş göbeği açık olduğu için ve beraberinde üstüne üstlük etleri sarkıyor diye azarlanır. En son Pınar Aylin programın sevimsizlik abidesi sesinden üstüne düşeni alır ve “senin boyun kaç senin neyine mini etek giymek” şeklinde azarlanır. Görüleceği gibi “şıklar- rüküşler” olarak adlandırılan bölümde  kadınların giysilerinden çok kilo ya da boylarıyla ilgilenilmiştir. Ortaya çıkan sonuç onlara göre iyi bir vücuda sahip olmadığınız sürece şık olamazsınızdır. Medya bölümü diye aktarılan bir sonraki haber kuşağında ise dikkati çeken nokta yıllardır “taş fırın erkeği” diye adlandırılan Tamer Karadağlı’nın aldatıldın mı sorusuna “evet” cevabını vermesidir. İlginç olan cevap değil cevap hakkında programın tavrıdır. Taş fırın erkeği ve aldatılmak hele hele bunu itiraf etmek inanılmaz derecede şok etmiştir “Pazar Keyfi” çalışanlarını. Bunun dışında garip sıfatlarla sunulan  ünlülerin neler yaptığını ya da yapmadığını görmekteyiz. Örneğin “Aşların Efendisi” gibi neren geldiği belli olamayan bir sıfatla aktarılan Nihat Doğan ve “Popun müzmin bekârı” diye yansıtılan İzel arasında dedikodusu çıkan aşkın olmadığını “Aşkların Efendisi”nin bizi korkutacak derecede tehdit içeren bakışlarından öğrenmekteyiz. Sonrasında ellektrostar Hande Yener’in yeni videosunu ilk kez “Pazar Keyfi” aracılığıyla izlemekteyiz. Her gün defalarca gördüğümüz videolara benzeyen bu çalışma programın o inanılmaz derecede itici sesi tarafından dünyada sadece üç kişinin kullanabildiği teknoloji olarak sunulmaktadır. Program sürpriz düğünle başladıktan sonra ellektrostara canlı yayında yapılan saçma bir doğum günü sürpriziyle biter.

İkinci program olarak “Pazar Keyfi”ni beklediğim gün, programın yayından kaldırıldığını öğrendim. Muhafazakâr RTÜK başkanı demek ki övgüleri yetersiz bulmuştu. Bunun üzerine 22 Ocak Salı gecesi 00.00’da ATV’ de başlayan “Özel Hat” isimli programı izleyip incelemeye karar verdim.

Oldukça ağır hatta ağırlıktan yer yer akmış bir makyaja sahip derin dekolteli manken kızımızın sunuculuğu ile başlayan program da tıpkı “Pazar Keyfi”nde olduğu gibi genel izleyici işaretiyle yayınını sürdürür. İlk haber olarak İstanbul gecelerine gittiğimizde gördüğümüz tek şey orada burada dans eden, yemek yemekle meşgul olan ya da mekânlardan çıkan ünlülerdir. Hiçbir anlam ifade etmeyen bu görüntüleri sorularla doldurulmaya çalışılır. Tüm sorular “Aşk var mı”, “Ayrılık var mı”, “Evlilik var mı” ve ya “birlikte misiniz” şeklindedir. İlginç bir şekilde önceki programda da gördüğümüz gibi haber daha başlamadan insanlar hakkında sinirli, üzgün gibi sıfatlarla izleyici şartlandırılmaktadır. Örneğin Cem Yılmaz sırf espri yapmadı diye sinirlidir programa göre. Sürekli “sinirli misiniz ama öyle görünüyorsunuz” soruları üzerine Cem Yılmaz haberin sonunda gerçekten sinirlenmiştir. Benzer şekilde sonraki haberde sırf sorulan sorulara cevap vermediği için Yavuz Bingöl öfkeli şeklinde takdim edilir izleyiciye. Sıradaki haberin konusu da Ferdi Tayfur’un yaşadığı ayrılıktan dolayı üzgün olmasıyla ilgilidir. Ancak sanatçı buradaki röportajında  “ben  üzgün falan değilim, siz böyle dayatıyorsunuz” şeklinde verdiği cevaplara adeta anlatmaya çalıştığımız şeylere tercüman olmaktadır. Programın devamında dizi haberleri gelir. Ayrıca bir inceleme konusu olması gereken diziler hakkındaki haberde ilerleyen bölümlerde olacaklar hakkında ipuçları aramakta sürprizler sözü vermektedir program bize. Oyuncularla yapılan röportajlarla birlikte sunulan ve bir türlü bitmek bilmeyen haber sonucunda başlangıçta vaat edilen sürprizler ve dizideki katilin kim olduğuna dair ipuçları ise elbette yoktur. Programın sonraki haberi Uludağ haberleri olarak sunulur ancak mekân değişse de sorular değişmez. Yine kim kiminle birlikte ya da değil, ayrılık var mı evlilik var mı sorularıyla geçmektedir bölüm. Sonraki haberde yurtdışından dönen Tarkan’ın Bruce Lee’ye özenmesi denilen görüntülerle ekranda efsane dövüşçüyü izleriz bir süre. Tarkan’a dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say’la  ilgili sorulan sorularda sanatçı Say’ı destekleyici cümleler söylese de program bunları çarpıtarak kendince “Tarkan Fazıl’a öfkeli” şeklinde sunulmuştur. TMSF’nin haksızca el koyduğu ve AKP’ye yakın dinci grup bağlantılı kişilere verdiği ATV’nin, hükümetin politikaları karşı çıkan Fazıl Say’a nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu görürüz bu haberde. Ünlülere lakap takmanın doruk noktasına ulaştığı programda (megastar Tarkan, Süperstar Ajda  Pekkan, hiperstar Mustafa Sandal, sempatik popçu Bengü…) resmen haber kıtlığını yaşandığını hissetmekteyiz. Başka kanallardaki programlardan ya da dizilerden uzun uzun özet görüntüleri magazin haberi diye yutturulmakta izleyiciye. Son olarak Sinan Özen’in “14 Şubatta sürprizim var” şeklinde demecini  içeren haber programın zorlamasıyla sanki evlilik olduğu kesinmiş gibi yansıtılmakta. “Pazar Keyfi”nde de gördüğümüz gibi ortaya atılan evlilik furyasını sürdürmek herhalde muhafazakâr başkanın tek başına çabalarıyla olamaz. Magazin programlarını da bu büyük görevde üstlerine düşeni yapmalıdırlar!

ÇÖZÜMLEME

İzlediğim iki magazin programını alt metinler bağlamında ele aldığımda  topluma nelerin dayatıldığını bir kez daha görmüş oldum. Programlarda  yaratılan dünya ve içindeki karakterler dikkat çekici. Ve elbette programın izleyici alttan alta yönlendirmesi ve düşüncelerine etki etmesi de görmezden gelinemez. Ayrıca yukarıda da bahsettiğim gibi izleyici aptal yerine koyma var. Kişileri oklarla göstermeler, daire içine almalar, suratımıza çarpılan yazılar ve bunları okuyamayacağımızı düşünerek sunucunun bağıra çağıra okuması izleyici çıldırtıcı örneklerden sadece bazıları.

Öncelikle “Pazar Keyfi”nde her şeyden önce Türkçenin katledildiğini belirtmek istiyorum. Örneğin sık sık “soorrrrryyyy” diye inleyen ses dışında “aman nazar deymesin” yazısını da görebilmekteyiz. Bu programda dikkati özellikle çeken RTÜK başkanı hakkında bir üst bölümde dayanamayıp hissettiklerini söylediğimden burada kendilerini es geçiyorum. Programın yarattığı sanal dünyaya gelince magazin mantığının ünlülerin günlük hayatta yaptıkları her şeyi kapsayabileceğini belirtmiştik. Ancak bu programda “ünlü” diye tabir  edilenlerin sadece mekânlara girip çıktığı, eğlendiği, birileriyle birlikte olup ayrıldığı ve ara ara da yemek yediğini görüyoruz sadece. Bu yapay ve sahte ancak izleyiciye dikta edilen dünyada ünlülere yaklaşımda yani sorulan sorular da sadece bu konularla ilgilidir. Bir ünlünün yapabileceği şeyleri bir şekle soktuktan sonra programların ünlüleri lakaplarla kategorilere ayırmalarına şahit oluyoruz. Mankenlerin popçular için ideal sevgili olduğunu öğreniyoruz örneğin manken Nilay Dorsa’nın YalınTuba Ünsal çiftiyle ilgili konuştuğu haberde. İşleriyle ilgili hiçbir şey görmediğimiz bu ünlülerin sadece birbirleriyle birlikte olduğunu görmek izleyiciler için oldukça ilgi çekici olsa gerek. Hele genç izleyiciler için hiç bir şey yapmadan ünlü olan ve mekânlarda gezip aşk arayan insanlar kolaylıkla rol modeli haline gelebilir. Yine bir diğer durum bu ünlülerin mutlulukları da mutsuzlukları da sadece aşka ve birlikteliklerine indirgenmiş olmasıdır. Örneğin bir davette çift halinde eğlenen ve normal vaziyette şarkılarını söyleyen çiftler zoraki bir vurguyla mutluyken o gece çift olmadan davete gelen Özgü Namal programa göre mutsuzdur. Çünkü sevgilisi yoktur büyük ihtimalle ayrılmışlar ya da kavga etmişlerdir. İzleyici bunları duyduktan sonra zaten önceki bölümde de Ferdi Tayfur’un belirttiği gibi koşullandırılmış bir şekilde izliyor haberi. Bir başka dayatma dediğim verilen sıfatlardan kaynaklanmakta. Örneğin “taş fırın erkeği” Tamer diye başlayan bir anlatımda sert bir erkek imajını zoraki bir şekilde alıyorsunuz. İşin bir diğer yanı ise bu dayatmaları zavallı ünlülerimizin kabul etmeleri ve kendilerini ona göre şekillendirmeleri. Mesela Nihat Doğan kendisine son yıllarda yüklenen  arabeskin İbrahim Tatlıses’ten sonraki prensi yakıştırmalarıyla ve Kadırgalı Seda Sayan’la birlikteliğiyle birlikte her konuşması kaba olan, ağır abi  olduğunu her fırsatta hissettirme gereği duyan birine dönüşmüştür. Bu programda da “aşların efendisi” sıfatıyla sunulan şarkıcı müsvettesi, izleyici adeta döven tavırlarla konuşabilmektedir. Benzer bir şekilde izlediğim bölümün sunucu Hande Yener kendisine program boyunca yüklenen “ellektrostar” lakabına uygun olabilmek için hareketlerini değiştirmekte ve bir haberde evine davet ettiği kameralarla izleyiciye pes dedirtmektedir. Evini bile bir elektro müzik yapan mekâna çeviren Hande Yener kendisine yakıştırılan lakaba nasıl sarıldığını görmek şaşırtıcıdır. Programın en dehşet verici bölümü ise üstte de değindiğimiz şıklar-rüküşler bölümüdür. En başta zaten kimin ne giydiğine nasıl yorum getirebilirsiniz diye ahlaki bir soru sormak istiyorum. Ama bu yaklaşımdaysanız bari sadece kıyafette kalın. Bu programlarda kıyafet yerine kadınların kiloları boyları, sallanan etleri, çarpık bacakları konuşulmaktadır. Kadını aşağılayan bu bölümün izleyicide etkisi yıkıcı boyuttadır. Zorlama bir güzellik anlayışıyla evinde kilo fazlası olabilen kadınlara asla  şık olamayacakları söylenmektedir bir anlamda. Genç kızlara şık olmak için ince uzun bir vücudun neredeyse olmazsa olmaz olduğunu yansıtmaktadır.

ATV’nin “Özel Hat” programına geldiğimizde Pazar Keyfi için yazdıklarımızın aynen tekrarı bile diyebiliriz. Burada ek olarak sunucuyu ele alabiliriz. “Şık- Rüküş” bölümünü artık vermeyen programda sunucu Show TV’nin magazincilerine göre şık kelimesinin karşılığıdır. İncecik ancak estetik dokunuşlara maruz kaldığı apaçık manken kızımın kasıla kasıla dimdik yürüyerek rahatsız görüntüsü altına şıklık-seksilik-güzellik  katmaktadır kendince. Yüzünden gerçekten akan ağır makyaj ve şuh bakışlarla sunduğu programda sunucu, ülkemizdeki magazin dünyasının dayatması kız-kadın örneği hatta “ünlü” karakteri olarak karşımızdadır. İki programın bir diğer içler acısı durumu ise az sonralar ve defalarca tekrar eden görüntüler olmasa programların belki de yarım saat kadar sürecek olması. İzleyiciyi kandırmanın bir anlamda başlardan beri tekrar ettiğimiz uyutmanın en etkili örneğidir bu.

SONUÇ-YORUM

Tüm bu incelemelerin ışığında önceden incelediğimiz kavramlardan yola çıkarsak örneğin değer kavramının yansımaları ilginçtir magazin programlarımızda. Halkın değer yargıları açısından bakarsak programların görüntü bağlamında bizlere ters olabileceğini söyleyebiliriz. Her fırsatta muhafazakârlıktan bahseden bir toplum olarak ne ilginçtir ki bu programlar 90lı yıllardan beri televizyon kanallarının vazgeçilmezlerindendir. Burada değinmek istediğim nokta halkımızın toplumsallaşma sürecinin sağlıklı bir şekilde ilerlememiş olmasından dolayı kendisine sunulan bu yapay değerleri hatta kendisine ters düşebilecek değerleri takip etmesidir. Üst kültür olarak    magazin kültürü halkın değerlerinin de üstüne çıkmayı başarmıştır. Programda boy gösterip muhafazakârlık taslayan RTÜK başkanının uğraşları boşunadır. Stereotip bağlamında ise yaratılan karakterleri gösterebiliriz. Manken stereotipi popçuyla çıkan, o bar senin bu bar benim gezen ve şuh bakışlar atmakla görevli bir karakterdir. Yine taş fırın erkeği sertlikten başka hiç bir şey yapmaz ve erkek adamdır. Önyargı konusunda ise izleyici üzerinde yapılan zorlayıcı etkileri gösterebiliriz. Uzun bir süre bu programları izleyen birisi artık üzgün bir ünlü gördüğünde bunun ancak aşk acısı olabileceğini düşünmektedir. Benim değinmek istediğim bir diğer nokta ise bu programların “genel izleyici” işaretiyle verilmesidir. Kadınların frikiklerinin yakalanmaya çalışıldığı sadece eğlenen ve sözde aşk yaşayan insanların göründüğü, çalışan insanın görülmediği ve haberler esnasında erotik cep videolarının göründüğü programlar nasıl olurda yaş sınırı olmadan verilir. O pek muhafazakâr halkımız ve yönetimlerimiz bunlardan rahatsız olmazlar mı hiç? Yoksa ortada daha farklı bir  stratejimi vardır. Sistematik uyutma aracı olarak televizyon burada insanların boş zamanlarını bomboş geçirmelerini sağlamaktadır. Yanlış rol modelleri vererek sistemin çarkı yaşamları rol modeli olarak sunarak sadece orta yaş grubunu değil genç kitleyi de şimdiden uyutmaktadır.

Araştırmaya hazırlanırken izlediğim Amerikan magazinlerinin birçoğunun bizdekilerden kaliteli olması hatta bazılarının o yanlış olabilecek rol modellerini alaya alarak aktarması ilginçtir. Magazin kavramının ünlülerin her anlamda hayatı olduğunu öğrenmemiz için ve gerçekten eğlendirici magazin yapmak için bizimkilere özendikleri şeyleri biraz daha iyi izlemeye davet ediyorum. Sonuç olarak benim magazin kavramına yaklaşımım ise bu programlardan önce de aynıydı şimdi de aynı, magazin programları gereksizdir. Her ne kadar tüm dünya magazincileri “insanlar ünlülerin yaşamlarını merak ediyorlar” deseler de ben bunun bir zorlama olduğunu düşünüyorum. İnsanların ünlüleri neler yaptığını merak etmek gibi doğal bir ihtiyacı yoktur. Tüm dünya ve beraberindeki medya, magazin dünyasını ve ünlülerin yaptıklarını günlük yaşamımıza bir üst kültür olarak o kadar yoğun bir biçimde sokmuştur ki bazılarımızda ve özellikle sağlıksız toplumsallaşma geçirmiş ülkemizde bu bir ihtiyaca dönüşmüştür. Dünyadaki sistemin devamı için kalabalık yığınlarının uyutulması ve bir şeylerle oyalanması çok önemlidir. Magazinde bu uygulamanın etkili bir yoludur. “Aptal kutusu” git gide aptallaştıran kutu olurken yapmamız gereken tek şey gidip o düğmeyi kapanıp uyanmaktır.

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiekim2008

Bunu paylaş: