Geçişler/Geç-İşler – Duygu Yılmaz

Geçişler/Geç-İşler* 

* Evlerinden 5-6 yıl önce gözükürdü deniz.Şimdiyse gemiler yerine,beton evlerin bacalarına bakıyordu pencereleri.Martılar da çıkamıyordu artık o uzun gökyüzüne, yetişemiyordu kanatları,baca dumanlarıyla mücadaleye.Yokuş aşağı,gücünün elverdiği son hızla koşarken,geceden demirleyen gemilere hem gözü,hem gönlü takılırdı.Hava karardığında, yüzerek gitmeyi hayal ederdi herhangi birine.Onlarda olmak isterdi,denizde olmak…Ne kadar uzağa giderse,o kadar büyüyecekti düşleri ve düşleri büyüdükçe,azalacaktı fakirlikleri.Uçsuz bucaksız maviliğe dalardı hep gözleri. Sonra,önünde karıncalar kadar telaşlı koşuşturan akranlarını gördü.Koşturmalıydı o da,yetişmeliydi onlara;ama acelesi yoktu sanki,öyle hissediyordu.Deniz hemen oradaydı çünkü,hiçbir yere kaçmıyor,onu bekliyordu…

Bir gün,babası eve gelmemişti,sonraki her gün,öncekilerden farklı,o gün gibi geçmişti.Sadece,her zamankinden daha telaşlıydı evdekiler,sadece daha yoksuldu akşam sofraları ve keyif çayları keyifsizliğe yenik düşmüştü…

Yokuşun sonunda durdu;artık deniz görünmüyordu.Heyecanla doldu içi,koşar adım geri tırmandı o dik yokuşu.Kalbi hızlı atmaya başladı.Sadece böyle geçecekti ağrısı geçmişinin,biliyordu.Koşmaya  başladı  tekrar,denize doğru koşuyordu kalbi.Durdu yine.Akranlarının koşuşturduğu yer geldi aklına.Kafasını çevirip,bahçesinde sadece kavak hışırtılarının söyleştiği soğuk binaya baktı.Maviliğe kenetleyip çocuk gözlerini,”boşver”,dedi içinden,”zaten geç kaldım…”

Doğduğu yerlerden nicedir ayrıydı bedeni,her ne kadar burada yaşasa da ruhu,2 kış geçirmişti başka kentlerin koynunda.Giderken acımıştı içi;ama hiçbir sancı gurbete düşmek için,elleri üzerinde tutulan sebebe engel oluşturacak kadar kuvvetli gelmemişti.Gücü olsa bile,hayat izin vermezdi buna.Yeni olan her şeyden,nasıl olacağını bilememenin verdiği sıkıntıyla uzak durmuştu hep.İnsanlar -ölümden mesela-,bu yüzden korkmazlar mıydı zaten?Yaşamanın verdiği tüm sancılara ve şanssızlıklarına rağmen,ilk adımından sonraki gidişatı bilmedikleri bir yolculuğun iyi olabileceğine niye inanmazlardı ki o zaman?Bu şehirden  ayrılırken,korkmadan  gidebilmişti;çünkü  biliyordu  ki,gitmeden önce kurduğu tüm bağlar,zaman durdurulmuşçasına aynı  kuvvetle  dayanacaktı hayata.

Şehrin girişi yine öyle olacaktı,o eski evler,yıllara rağmen aynı ihtişamla nefes alacaktı.Büyük ağaçların sırtını dayadığı dağlar yine yeşerecek,sararacak,çiçeklenecekti.İlk aşk,her zaman olduğu gibi,onu sahildeki bankların en eskisinde bekleyecekti.O değişmemişti çünkü,yaşadıkları da değişemezdi…

Denizdeydi.Kafasını kaldırıp,yüzünü döve döve yumuşatan rüzgara inat,gözlerini bahçelerinde çocukluğunun geçtiği evlere çevirdi.Pembe çiçekler,hala o beyaz evlerle fısır fısır denizi konuşuyordu.Sahildeki lokantanın yaşlı köpeği,yine iskelede uyukluyordu.Meydandaki çınara hala rengarenk çaputlar bağlıydı.Kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüne,her şey aynıydı,tam istediği gibi!

“Bir tek umut uyuşturur insan yüreğini,sakın ola boş yere ümitlenme”,derdi babası.Dönerken,ilk defa dinlememiş babasını ve ümitlenmişti,her şeyin eskisi gibi olacağına dair.Çünkü karanlıktaydı artık,yaktığı bir ömür de olsa,bir an önce aydınlanmalıydı.

Önce çocukluk arkadaşı karşıladı onu sıla sevinciyle.Küçük bir  yerdi zaten burası ve öylesine inanmıştı ki özlemine,kimi görse en sevdiklerinden olacaktı…Sonra ilk aşkı karşıladı onu,tam da beklediği gibi!Parladı gözleri,yıllardır sakladıklarını söyleyecek tek vakit gelmişti işte.Birden,vazgeçti söyleyeceklerinden.İlk aşkı,son aşkını çoktan küllendirmişti farklı hayatlarla.Her şeyi anlatıyordu yüzündeki yağmaktan yıpranmış bulutlar.” Anlatabilseydim”, dedi içinden, ”keşke anlatabilseydim”… ”Boşver”, dedi sonra,”zaten artık çok geç, vazgeç…”

Doğruldu yattığı yerden.Yatalı da çok olmamıştı hani,kan uykulara dalamamıştı hiç.Belki birkaç saat olmuştu,diğer günleren daha da fazla;ama bu sabah güneş doğmamış gibi karanlıktı gökyüzü.”Uyanamadım”,diye mırıldandı kendi Dokunsan dağılacakmış gibi gözüken ve çatlakları bir ölümcül hastalık gibi gövdesinin her bir yanını saran ayna kırıklarındaki yansımasına baktı.Yüzünün bir yanında uzun,kenarları dantel işlemeli yastık kılıfının izleri,diğer yanında ise sadece düştüğü yeri yakan ateşlerin,düştüğü yerin izi vardı.Ne    kadar    yorgun    olduğunu    anladı    oturduğu    yerden,aynadaki aksinden,kırıklardan,kendinden.Yatağın diğer ucunda,tüm gecenin,tüm günlerin yorgunluğunu çıkarmak istercesine uyuyan kadına baktı.Ellerini,sanki kaybolmasınlar diye sıkı sıkı birbirine kenetleyip,başının altına sıkıştırmıştı.Ellerine baktı,önce kadının,sonra kendinin.Tek ortak noktaları,sadık ve minnettar misafirler gibi,yerleştikleri yerde dağınık;ama aynı zamanda toplu duran nasırlarıydı.Ne çabuk yaşlandığını düşündü karısının.Yataktan kalkarken,yılların hüznüyle sarılmak istedi kadına.Sonra üşendi,saate baktı.”Boşver”,dedi,”zaten geç kaldım…”

Gözlerini,pencerede eski bir anı gibi kalan koyu kahve lekeye dikti.Vakit,çoktan akşama varmıştı.Yoldan telaşla geçip giden umarsız kalabalığı izledi bir süre.Zamanın birinde,onlardan herhangi biri olduğunu düşündü.Şimdiyse renk renk poşetler geçerken gözünün önünden,nefesi gitgide daralıyordu.Rengarenkti her biri;çoğu beyaz,bazısı siyah ve şeffaf pembe.İçlerinde taze ekmek,yumurta ve domates taşıyan renkler ve renklerin her birini ayrı ağırlıkla taşıyan insanlar…

Üzerindeki yer yer eprimiş,atmış ve renkli iplikleri bile sararmış örtüyü sıyırdı. Uzun zamandır hastalık kokan bu odada,yataktan ve sararmış sürahiden başka yalnızca ölüm korkusu vardı.Pencerenin kenarında,boynu,susuz kalmış çiçekler kadar büklümlenmiş;saçları,gördüğü her günle ağırlaşan beyazlıkta bir kadın,sandalyede son günlerini diliyordu.Kafasını kaldırıp,yatakta hareketsiz yatan 40 yıl sürdüğü toprağa baktı.Genç yaşta geçirilen hastalıklar gibi,hastalığı taşıyanların uğurladığı zamanlar olmuyordu yaşlılık hastalıklarında.Bir uğurlanan vardı elbet;ama o da hastalığın kendisi değil,hastalığı taşıyan oluyordu en nihayet.

Toprak nefessizleşti aniden,soğudu kışın ilk günleri gibi.Yılların hüznü,ısıtmak istercesine toprak altında yatan tohumu,döküldü sınırsızca.Isınmadı,ısınamadı tohum,uğurlanacak olan,uğurlanmıştı çünkü.Kapaklanmak istedi kadın yıllarına,anılarına,toprağına.”Geç kaldım”,dedi,”çok geç kaldım…”

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiagustos2008

Bunu paylaş: