Full Metal Jacket’in İçinde – Onur Keşaplı

Full Metal Jacket’in İçinde*

Politik filmleri incelediğimiz bu köşede, 68 kuşağının mercek altına alındığı  bir ayda, dönemin en büyük siyasi olayı olan Vietnam Savaşı’ndan bahsetmemek olamazdı. Ülkemiz gençliği dâhil dünyadaki tüm 68lileri sarsan bir olaydır Vietnam. Televizyonun yaygınlaşmasıyla beraber birebir tanık olunan ilk savaştır aynı zamanda. Belki de bu yüzden başta Amerikan gençliği olmak üzere dünyanın her yerinde ortaya çıkan kıvılcımlarla birlikte savaş karşıtı bir yangına dönüşmüştür Vietnam direnişi. Hatta Amerikalı 68liler savaşın durdurulması taleplerinin yanı sıra zorunlu askerliğe de karşı çıkmışlardır ve sonuç olarak bunu başarmışlardır. Vietnam savaşı hakkında çok fazla film yaptı Amerikalılar. Çoğu elbette savaş çığırtkanlığı yapan ya da taraflı bir yaklaşımla olayları aktaran yapıtlardı. Öte yandan sinema tarihine altın harflerle kazınan az sayıdaki Vietnam filmleri de yine Amerikalı yönetmenler tarafından çekilmiştir. Geçen ayki yazımız olan Savaş Tanrısının Mabedi’nde kısaca değindiğimiz 1987 yapımı Stanley Kubrick’in kült filmi Full Metal Jacket, bu az sayıdaki  filmden biridir. Filmin detaylarına girmeden önce kısaca konumuz olan Vietnam Savaşı’nın tarihine kısaca göz atalım.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Güneydoğu Asya, yani Çinhindi, Fransız ve İngiliz eski sömürge toprakları olarak hala bu devletlerin denetimi altındaydı. Vietnam’da etkin olan güç ise Fransa’ydı. 1945 yılında kurulan Demokratik Vietnam Cumhuriyeti cumhurbaşkanı Ho Chi Minh, Ülkede etkin olan Fransız birlikleriyle mücadeleye başladı. Gerilla taktikleriyle yürütülen bu savaş sonrası adının anlamı “aydınlatan” olan komünist lider Ho Chi Mihn, 1954 yılında Fransızları püskürttü. Aynı yıl yapılan Cenevre konferansında ise ülke Kuzey- Güney olmak üzere ikiye bölündü. Bölgede çıkarları olan batılı güçlerin Vietnam’dan çıkmak gibi bir niyetleri yoktu ve Güney’de her anlamda etkin olmaya başladılar. 5 yıllık bir süre zarfında Ho Chi Mihn toprak reformu gibi atılımlarda bulundu. Sonrasında ise Komünist Kuzey ve Amerikan yanlısı  Güney arasında çözüm için vaat edilen seçim asla gerçekleştirilmedi. Bunun üzerine kuzeyin gerilla kuvvetleri Güney’de görülmeye başladı. İrili ufaklı çatışmalarla geçen süreçte 1964 yılına gelindiğinde Kuzey hücum botlarının Tonkin Körfezi’nde seyretmekte olan Amerikan donanmasına saldırdığı haberi yayıldı. Bu asla kanıtlanmadı ancak tıpkı 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi Amerika, bu söylentiyi Kuzeye saldırmak için öne sürdü ve Vietnam Savaşı’nın en kanlı süreci başlamış oldu. Soğuk savaşın tüm etkisiyle sürdüğü yıllarda Sovyetler Birliği ve Çin, Vietkong gerillalarının Komünist Vietnam’ını desteklerken Amerika ve batılı ülkeler Güney’in yanındaydı. İnsanlık tarihinin  en vahşi savaşlarına sahne olan Vietnam topraklarına, ülkenin doğasını belki de ebediyen kaybetmesine sebep olacak kadar çok bomba yağdı. 1969 yılında Ho Chi Mihn’in ölümünden sonra ilginç bir şekilde daha da direnç kazanan Kuzey, 1973’e gelindiğinde tüm Vietnam’a hâkim oldu ve tüm Amerikan birlikleri geri püskürtüldü. Sonuçta Vietnam zafer kazanmış gibi gözükse de savaş sonunda kuzey ve güneyde toplam bir buçuk milyon Vietnamlı öldü, milyonlarcası yaralandı. Savaşta tam 60 bin Amerikan askeri hayatını kaybetti ve 155 bini yaralandı. Savaşın uzaması ve karşılıklı vahşetinin kamuoyunda sıkça yer  alması, protestoları da beraberinde getirdi. Tüm dünyada savaş karşıtı  gösteriler arttı ve oluşan bu büyük baskı Amerika’nın yenilgiyi kabul edip çekilmesini sağladı.

Birçok  eleştirmene  göre  tüm  zamanların  en  iyi  yönetmeni  olarak gösterilen Stanley Kubrick’in her zamanki gibi yine mükemmeliyetçi bir şekilde işlediği Full Metal Jacket, savaş filmi olmasına karşın daha çok “insanı” yansıtır beyazperdeye. Zaten filmin temelinde politikalar ya da ideolojik açılımlar pek yer bulmaz. İnsanın ve savaşın doğası, militarizme taşlamalar altında izleyiciye aktarılır. Askeri eğitim ve Vietnam olarak iki bölümde ele alacağımız yapıt, Kubrick sinemasının en güçlü özelliklerinden olan etkin müzik kullanımıyla başlıyor. Askere alınan gençlerin saç tıraşı oldukları sahneyle açılan filmde bu bölüme eşlik eden müzik Vietnam’la ilgili son derece keyifli bir müziktir. Sonraki bölümlerde göreceklerimizle ters bir durumdadır bu şarkı.  Açılıştan sonra acemi askerlerin koğuşunda buluruz kendimizi. Oldukça uzun bir çekimle yönetmen bizleri o koğuşun içine sokar. Komutan Hartman’ın sert ve aşağılayıcı konuşmalarına tanık oluruz. Herkese isimler takar ve kelimenin tam anlamıyla yerin dibine sokarak “bir bok olmadıklarını” açıkça ortaya koyar. Bu rolde izlediğimiz R. Lee Ermey gerçek bir Vietnam gazisidir. Belki de bu yüzden filmdeki performansı bu kadar etkileyicidir, hatta kimine göre akılda sadece O’nun oyunculuğu kalır. Film bahsettiğimiz bu aşağılama sekansıyla başlar ve izleyiciyi yer yer kahkahaya boğacak kadar yoğun bir aşağılamadır bu. Çeşitli eğitimlerden geçen askerleri hiç durmadan yerin dibine sokan Hartman’ın  sözleri gitgide komik olmaktan rahatsız edici olmaya başlar. Yönetmen filmin  ilk yarısı olan eğitim bölümünde bu durumu o kadar ince bir şekilde işlemiştir ki başlangıçta güldüklerimiz yarım saat sonra tiksindirici gelmeye başlar. Burada zaten amaç bu toy delikanlılardan katil yetiştirmektir. Bunu defalarca duyarız. Bir insanın yeterince aşağılanınca, dövülünce, psikolojisi bozulunca nefretinin kabaracağını ve öldüreceğini düşünen eğitimciler bunu tüm yoğunluyla uygular filmde. Keyifli başlayıp vahşi bir eğilime yönelen ilk bölümde insanın çözülüşü Vincent D’Onofrio’nun başarıyla oynadığı Er Pyle( Türkçe altyazıda İnek Şaban) karakteri üzerinden verilmiştir. Yüzünden doğuştan gelen ince bir sırıtışa sahip bu naif karakter daha ilk anlarda Hartman’ın dikkatini çekmiştir. Ölüm makinesi üretme amacı güdülen bu militarist yapıda en çok ilgilenilmesi gereken asker adayı Pyle’dır çünkü diğerlerine göre en saf O’dur. Sürekli aşağılanan ve cezalara maruz bırakılan Pyle bir türlü istenilen “asker”e dönüşemez ve Hartman’ın buna sebep olarak diğerlerinin yardımcı olmamasını  gösterir.  Pyle’ın bundan sonra yapacağı yanlışların cezasını onlardan çıkaracağını söyler Hartman. Böylelikle bir savaş filmi olan ancak insanı anlatan Full Metal Jacket’in en üzücü sahnesine ilerleriz. Pyle yüzünden ceza çekmekten sıkılan askerler bir gece anlaşarak havlularının içine sabunlarını yerleştirirler. Ranzasından uyumakta olan Pyle’ı sıkıştırıp feci şekilde döverler. Burada yönetmen olayın soğukluğunu çekimde mavi tonları kullanarak izleyiciye hissettirir. Ayrıca yönetmenin son filmi Eyes Wide Shut ta da kullandığı gerilimi müzikle verme seçimi burada da fazlasıyla yer bulur kendine. Pyle’ın hıçkıra hıçkıra ağlaması, buz mavisi tonlar ve de rahatsız edici müzikler sahneyi unutulmaz kılar. İlk bölümde ayrıca dikkati çeken bölüm militarist marşlara sıkça yer vermesidir. İster dışarıda ister koğuşta olsun bu marşlar tümüyle erkeklik üzerinedir. Filmde militarizmin taşlandığını söylemiştik ve burada bu yapıların nasıl eşcinsellik ve kadınlar konusunda aşağılayıcı olduğunu görüyoruz. Elbette bu marşlarda Ho Chi Mihn’e ve komünizme yoğun hakaretleri görürüz. Ayrıca dini referansların ağırlığı da hissedilir. Er Joker’in Meryem Ana’ya inanmaması Hartman’ın gözünde O’nu pis bir komünist durumuna getirir. Ayrıca Noel kutlamalarında bir rahibin gelip Tanrının komünistlerle mücadelede Onların yanında olduğunu söylemesi ve de tanrının Deniz Kuvvetlerini sevdiği çünkü cenneti sürekli yeni ruhlarla dolduruyor olmaları da dönemin klasik propagandasıdır. İlk bölümde dikkati çeken bir diğer sahne ise Hartman’ın suikasta uğrayan ABD başkanı Kennedy’nin görünürdeki katili Lee Harwey Oswald’dan bahsettiği bölümdür. O’nun kim olduğunu eğittiği askerlere sorduğunda izleyici bu suikast hakkında belki de siyasi bir cümle beklerken Oswald’ın sadece 6 saniyede uzun mesafeden 3 isabetli atış yaptığını belirtir Hartman. Ve sonrasında kendi başkanını öldüren adamla gururlanarak O’nun Deniz Kuvvetleri’nde eğitim aldığını hatırlatır. Askerlerine bunu hatırlatmasının nedeni onların da böyle kusursuz birer ölüm makinesine dönüşmeleridir. Vietnam’la ilgili yumuşak kalmakla suçlanan Kennedy’nin militarist düşüncede hoş karşılanmadığının ve belki de neden öldürüldüğünün ince mesajlarını görürüz burada. Eğitim bölümünün bir diğer önemli kısmı piyadelerin kullandığı M–14 tüfeğidir. Piyadenin edinebileceği tek “karı”nın bu tüfek olduğunu söyler Hartman. Cinsel yaklaşıma eş görülen tüfeğin geceleri tanrıya dua ederlerken araç olması faşist bir militarizmin absürtlüğünü ortaya koyar. Yukarıda bahsettiğimiz Er Pyle’a gece yapılan işkence sonrasında, başlardaki o ince naif sırıtması tıpkı Hartman’ın başlangıçta güldüren hakaretleri gibi film ilerledikçe rahatsız edici olmaya başlar. Ordu hedefine ulaşmaktadır ve oldukça saf birini bile yavaş yavaş rahatsız edici bir ölüm makinesine dönüştürmeye başlamıştır. Hartman’ın dediği gibi dünyadaki en ölümcül şey M- 14’lü bir piyadedir ve Pyle bu tüfekte ustalaşmaktadır. O kadar ustalaşır ve Hartman’ın istediği gibi bir katile dönüşür ki filmin en korkunç sahnesinin de başrolündedir. Eğitim sonu geldiğinde hepsinin gideceği bölükler bellidir ve koğuşta son gecedir. Er Joker nöbetçidir ancak ortamdaki soğuk mavi tonlar ve kendini tekrar hissettiren rahatsız edici müzik izleyiciyi yavaş yavaş filmin zirve noktasına taşır. Pyle yatağında değil, dolu tüfeğiyle tuvalettedir. Oturduğu klozetten Joker’e oradan kameraya ve de izleyiciye sinema tarihinin unutulmaz bakışlarından birini atar. Filmin başındaki sevimli sırıtma verilen “eğitimlerden” sonra izleyicinin kanını donduran bir sırıtışa dönüşmüştür. Filmi ismi Full Metal Jacket’ı da telaffuz eden Pyle bir anda tüfek dualarını etmeye başlar ve eğitimdeki hareketleri tekrarlar. Bunun üzerine tuvalete giren Hartman aylarca yaptığı gibi yine Pyle’ı aşağılamaya başlar ancak farkında olmadığı şey bilinç şekilde psikolojisini bozup yaratmak istediği katil tam karşısındadır. Hartman’ı öldüren Pyle soğuk renk ve müzik tonları eşliğinde intihar eder. Bu sinemasal anlatımdan bizi çıkartırken, Kubrick’in bir an için kan kırmızısı tonları kullandığını görürüz.

Bu tüyler ürpertici sahnenin hemen ardından yönetmen izleyiciyi Vietnam’a götürür. Ancak önceki sahnenin etkisinden kurtulamayan izleyicilere durumla tümüyle ters bir müzikle sürpriz yapar. Nancy Sinatra’nın “These Boots are Made for Walking” şarkısı müzik olarak durumla alakasızdır ancak şarkının sözlerinde geçen “Bu botlar üstünden geçecek” sözleri ayaklarında botlarıyla komünist Vietnam’ı ezmeye gelen askerler için fazlasıyla alakalıdır. Bu sahnede komik bir fahişe pazarlığı beklemektedir izleyiciyi. Sahnenin hemen devamında ise bu iki “erkek” piyade fotoğraf makinelerini çaldırır. Askerin Er Joker’e Vietnamlılar hakkında feryadı oldukça tanıdıktır. “Biz buraya onlara yardım etmeye geldik, onlarsa bizim canımıza okumaya çalışıyorlar.” Bilindiği gibi Irak-Vietnam benzerliği sıkça yapılır ancak 21 yıl öncesinin bu filminde iki savaşı ve durumu bu kadar net bir biçimde bağlı görmek Amerikanın siyasetinin hiç değişmediğini acı bir şekilde gözler önüne serer. Filmin bu ikinci kısmında “savaşı” görürüz. Ama türevi Vietnam filmleri gibi ağır savaş sahneleri yoktur. Çatışmalar azdır, örneğin Vietkongların ünlü Tet Saldırısı kısaca yer bulmuştur filmde. Tet Bayramı Vietnamlılar için yılbaşı gibidir ve o günlerde ateşkes imzalanır. Ancak Vietkonglar ateşkesi bozarak Amerikalılara çok etkili saldırılar düzenlerler. Bir anlama ABD askerinin tüm keyfini kaçıran ve ölümü yakınlarda hissettiren bu saldırı Vietnam Savaşı’nın gidişatını psikolojik anlamda değiştirmiştir. Filmin savaş aksiyonu olmadığı bu kadar ünlü bir saldırıyı veriş şeklinden bellidir. Yönetmen olayların sonuçlarıyla ilgilenmeyi tercih etmiştir. Örneğin ağır savaş sahneleri yerine savaşı ve vahşeti Amerikan askerlerinden dinleriz ya da normal olmayan davranışlarından anlarız. Ayrıca yaşanılanların cehennemi andırdığını Kubrick’in müthiş dekor ve set planlarından görürüz. Yıkılmış şehirler, yanan apartmanlar, moloz yığınları, mahvolmuş doğa yönetmenin kamerasından izleyiciye tüm gerçekçiğiyle yansır. Bu bölümde ayrıca savaş karşıtı medya karşısında bozulan hükümet ve ordu yanlısı medyanın çırpınışlarını ve gerçekleri çarpıtmalarını görürüz. Hiçbir ölüm gerçekleştiremeyen ordu konusunda halka “moral” vermek için birkaç Kuzeyli subayın öldürüldüğünü yazarlar. Sıkça bahsettiğimiz durum yani Vietnam Savaşı’nın insanların izlediği ilk savaş olması filmde bu ikinci yarıda gözler önündedir. Basın mensupları kameralarıyla röportajlar almaktadır ve burada askerlerin ruh halleri göz önündedir. “Özgürlük” getirmek için orda olduklarını söyleyenler, öldürmekten zevk alanlar, katliam yaptıklarının farkında olanlar ve Er Joker’in içine sokulduğu durumla dalga geçercesine “Egzotik Vietnam’ı görmek için buradayım. Farklı kültürden insanlarla tanışıp, onları öldürmek  için buradayım. Mahallemde birini öldürüp ceza almayan ilk kişi olmak için.” Sözleri içinde çok şey barındırmaktadır. Er Joker karakteri filmin komedi unsurudur ama bu daha çok içinde bulunulan vahşetin alaya alınması gibidir. Usta katil yetiştiren militarist eğitimden çıkıp ordu gazetesinde çalışması zaten Hartman’ı çıldırtmıştı birinci bölümde. İkinci bölümde ise kasketinde “Öldürmek için Doğdum” sözü dururken barış rozeti takması yine komutanları tarafından azarlanmasına yol açar. Verdiği cevap ise insan ruhundaki ikiliği yansıtmak şeklindedir. Çok açık, belki Kubrick için basite kaçan bu aktarım aslında insanın yüzünde tebessümle beraber aklında soru işaretleri yaratması bağlamında oldukça başarılıdır. Joker’le birlikte ilerleyen ikinci bölümün zirve noktası içinde bulunduğu bölüğün bir keskin nişancı tarafından sıkıştırılmasıyla gerçekleşir. Diğer herkesi öldürmek için askerleri tek tek ve yavaş yavaş öldüren keskin nişancının peşine, arkadaşlarının intikamını almak için takılan askerler sonuç olarak harabeye dönmüş binaya girerler. Kan kırmızısı tonlar ve Er Pyle’a yapılan işkence ve en son Pyle’ın intihar ettiği sahnelerdeki müzik yine bize  eşlik eder. Yukarıda da değindiğimiz gibi Pyle’ın intiharının soğuk mavisinden çıkarken yönetmen belli belirsiz bir kırmızılık kullanmıştır ve bu sahnede bu kırmızılığın bizi karşılaması, benzer olarak işlenen üç sahnenin devamlılığını hissettirir izleyiciye. Sahnenin devamında askerlerin canlarına okuyanın Vietnamlı komünist genç bir kız olduğunu görürüz. Militarizmin sıklıkla aşağıladığı kadınlardan birinin hem de genç birinin onları  mahvetmesi izleyiciyle beraber “ölüm makinesi” askerleri de şoke eder. Yaraladıkları genç kızın tepesinde şaşın bakışlarla O’nu izlerlerken “beni vurun” haykırışları kulakları  çınlatmaya  başlar. Kızın  yüzü korkutucu  bir hal  almıştır ve  kırmızı tonlarla birlikte insanı tüylerini ürperten müzik bu görüntüye eşlik eder. Yönetmen bu feryadı ve sahneyi oldukça uzun tutmuştur çünkü Er Joker’in yardım etme isteği ve çaresizliğini birebir yansıtmak istemiştir. Kimseyi öldürmemiş olan Er Joker bu rahatsız edici sahneyi, kızı can çekişmesini önlemek amacıyla vurarak sonlandırır.

Savaş karşıtı filmlerin en ünlülerinden olan Full Metal Jacket, insanın doğasına dair çok şey söylemektedir. Özellikle ilk bölümdeki eğitim kısmı sadece Amerikan ordusunda değil militarizmin olduğu her yerde görülebilir. Zaten filmde Amerikan karşıtlığından çok savaş ve militarizm karşıtıdır. Hatta tüm bunların temelinde insan yattığı için insanlık karşıtı bile denilebilir. Bunun yanında, Vietnamlıların bu savaşa Amerikan Savaşı demeleri taşıdığı  ilginçlikle birlikte doğrudur. Amerikanın ülkelerinde savaşmaya hakkı olmadığı halde ülkelerinde bulunduğu ve savaş çıkarttığı için buna Amerikan Savaşı derler. Günümüzde de bu savaş çeşitlenerek devam etmektedir. Tek fark zamanında 68 kuşağının bunlara karşı koyması ve bir şeyleri değiştirmesidir. Şimdi ise bizler dâhil tüm dünya gençliği olup bitenlere karşı başkaldırmaktan  ve bilinçli bir duruş geliştirmekten yoksundur. Başta Amerikan Savaşı olmak üzere tüm savaşlardan kurtulacağımız günler adına siz barışseverlere Sam Mandes’in yönettiği ve 1. Körfez(Amerikan) Savaşını anlatan Jarhead filmini tavsiye ediyorum. Mustafa Kemal’in “Yurtta Barış Dünyada Barış” sözü ve 68’in anti militarist söylemiyle…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergimayis2008

Bunu paylaş: