Vaz-geç-işler – Duygu Yılmaz

Vaz-geç-işler*

Ayaklarım yeni elverdi toprağa. Gözlerim, yosun deryasından kurtulduğu kadarıyla. Ne hüzün kaldı tırnağımla etim arasında, ne de keder. Tümü yitip gitti gözyaşlarıyla.-İnsanlık için yapılacak bir şey kaldıysa, söylenmemiş sözcüklerdedir-,demiş şair. Ne de eksik söylemiş, nasıl fazla… Kestirip atmış onca göz, onca kaş, onca el, tırnak, yürek umudunu.-Sözcüklerdir- demiş -tek ümidi insanlığın-.Oysa ne emeğin sabrı var yeni şeyler duymaya, ne de yıllardır kanını hayata çeviren toprağın.

Sokaklarda devam ediyor hayat. İnsanlar hasta, insanlar yorgun ve habersiz insanlar, doğacak ölüler ve çürümüş yaşayanlardan. Onlar ki yarınını bir heves için değil, yoksulluktan, yokluktan bilmeyenlerdir. Onların dünyası, bir küçük pencereden gündüz görünen ay, gece görünen güneştir. Böyleyken halkım ve bana yakın-uzak gezinen insanlar ülkemin topraklarında, benim yüreğimde bir yas, öyle bir yas ki asırlardır akıp, yatağını ıslatmayan bir nehir gibi kendi kuyusunda…

Çiçekler açamadan soldu sesimin sularında. Kuraklıkta yetişen nilüferler kadar canlıydı yeşilleri ve dikenleri vardı, onca güzelliklerine bakmadan kıskandıkları güller gibi. Onlar solunca, bir ışık söndü kentin ıslak sokaklarına uzanmış bir evin soluk odasında. Bir kuş öldü yuvasına varamadan ve çarparak tüm duvarlarına gecenin. Bir kapı kapandı kendiliğinden tüm gündüzlere ve kırıldı  bir beşik ağırlığıyla, taşıdığı hayatın, yılların. Ben uyandım, uyanmazdan önce. Yoldaydım tüm sessizliğimle ve yangınlara daldım, hayatın anlamını, direnerek zaman denilen bu keşmekeşe, sana adadım, uyandım. Akıp giderken tüm acımasızlığıyla dünya, bir baktım ki, ben hep senin ardında kaldım…

Seni hala kimseler bilmiyor. Görüyorlar elbet kirpiklerimin ucunda, sesimin yankısında ve boşluğunda kelimelerimin. Ama öylesine saklıyorum ki gözlerimdeki izini gözlerinin, senden önce yaşanmamış sevinçlerim dökülüyor ve paramparça edilmiş hüzünlerim. Denizler üzerinden aşıp gelen kanatlar kadar yorgun dilimden sana dökülen kelimeler. Dönmediğin için kırgın, aşka dair tüm heveslerim. Oysa sevgili, ben artık umuda verdim tüm senelerimi. En acısı ayrılıkların, sevişirken kopar gibi teninin seherinden, susuyorum şimdi sana adadığım tüm özlemlerimi. Nasihatlerine benzer gibi,-öylece bırakarak seni severken dağıttığım evimi ki hala duruyor koltuğun üzerinde kederinin izleri, masada birkaç parça can ve koridorda solan, yüreğime yapışıp kalan sevda sözleri-bırakıp gidiyorum kederini sevgili…

Neden vazgeçmek, senden, adından sonra en sevdiğim şey, diye sorarsan eğer, düşünmeden veririm cevabını sevgilim… Çünkü ayaklarım yeni elverdi toprağa. Gözlerim, yosun deryasından kurtulduğu kadarıyla. Halkım yokluktan çektiği acılarla, ben yüreğim ellerimde, onca yıllardır senin sularında. Ama sorarsan – umut nerede?-diye, yine de beklemektedir derim sana. Beklemekte elbet amma; seni değil, geleceği umutla beklemekte illa… Toprağa değil, insanlara dönerek yüzümü; sevgiyi, veren ellerle paylaşarak olduğunca beklemekte…

Çünkü sevgilim;

Sen hala koskocaman, masmavi ve apaydınlık bir dünyasın gözbebeklerimin içinde. Ama gel gör ki; o dünyanın miadı, uzun yıllar oldu, doldu bende…

*https://issuu.com/azizm/docs/edergiocak2008

Bunu paylaş: